Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
24 AĞUSTOS 2003. SAYI 909 DERGİ 11 arkadaşım. "Bakbu da Türk" dedi... Ama ben hiç öyle sokulgan falan olmadığım için, iyi falan dedim ve devam ettim yemeğe... Harika bir tavşan yahnisi vardı o gün, nasılsa hatırlıyorum bunu... Bir daha da o çocuğu görmedim. Sonraki yaz tstanbul'da Taksim'degördüm. Pekağırbaşlıbirisine benziyordu, ama adımları pekhızlıydı.kaybettim AKMkoridorlarında. Derken bir odaya girdim pat diye. Orada bir adam oturuyordu kerli ferli, beyazsaçlı. Belli ki o bir müdür ya da öyle bir şey, "buyur çocuğum bir şey mi var?" dedi. Ben deo zamanlar şimdiki halime pek benzemiyordum tabii... Yani saçlar falan var, hem de biraz uzunca ve üst baş da dökülüyordu. Aslında hâlâ öyleyim "Ben dedim, şu benden önce giren adamı arıyordum da.." ... Bana ne iş yaptığımı falan sordular, "bizle çalışmak ister misin" dediler... Ben de "isterim" dedim herhalde ki... 27 yıl olmuş bile.. Çocuklarınız? Efe (24), Fora (19) ve Poyraz (9) ile dolu bir yaşam... Hep söylerim bir çocuğun sadece ilk yirmi senesi zordur, sonrası kolay... Böylece benim 3 x 20 = 60 yıl gibi bir yekun oldu, yani yirmi yılda altmışyıl. Onlar da müziği seçti... Efe viyolonselci oldu, Eora işi biraz daha büyütüp kontrbası seçti, Poyraz ise tekrar bir ayar çekip.viyolonseldekararkıldı... Peki neden kontrbas? Nedenini ben ne bileyim, bir de baktım çalmaya çalışıyorum. Dedim ya, tekne, yelkenli falan gibi bir şeyler ve bedenimizin her biryanını titreten, bütün müziklerin yapılandırılmasındaki temel taşları taşıyan, olmazsa olmaz olan, harmoninin en alt, ama insanın gözeneklerine bile dokunup onlardaki hazım işlevini gerçeldeştiren bir ses ürettiği için sanırım. Yani çok uzakta bile olsam çalınan müziğin ne olduğunu, başka herhangi bir tiz sesli çalgıyı duymadan çakabilirim basları dinleyerek... Kısaca, bas çok harika bir şey... Enstrümanı müzisyenin karakterini etkiler mi ? Bu karaktere kalmış bir şey. Kontrbaslar ise her türlü dedikodudan, fazla çal çene muhabbetlerden, gösterişli olma çabalarından uzaklar. Kabak gibi, herkesin görebileceği şekilde dans ederek çaldıkları için onlara orkestranın vitrini diyebiliriz. Orada sadece harmoni ve altyapıyı oluşturan ritimleri ve sesleri duymazlar, göz ile müziği birleştirebilirler... Yani ben genellikle kulağımla duymadan önce gözümle görmeliyim... Bütün bu şakalara karşın, gene gelsem dünyaya, on kere de gelsem, gene kontrbasçı olurdum.# beratguncikan@tnn.net ipler koptu. Bas gitar öğrenmeye başladım, kendi kendime. Radyodan dinle, parçayı çal ve radyo başında nöbet tut, bir daha ne zaman çalacak diye. ( )n sene sonra döndüğümüzde, Istanbul köy gibigelmişti. Müziğinizin tstanbul'daki haritası nasıl şekillendi? Timur Selçuk yılları başladı. Istanbul'da lise sürerken bir yandan da bas gitar ile haşır neşirlik epeyce ilerlemişti. O sıralar Moda'da oturuyorduk ve tabii ki Bahariye'deki Kars pastanesinin bir müdavimi olmuştum. Herkes orada tanışır, gruplarkurar, her türlü işegidilir (sünnet düğünü, düğün, evlenme boşanma ne bileyim işte her türlü müzik gereken yerlere...) ve tabii günün en gözde parçaları çahnırdı. Artık teypler falan devreyegirmişti.yani teknoloji tarafımızdan kullanılmaya başlamıştı..Çok harika arkadaşlar edindim. Stephan Umutyan, Aljan Kartoğlu, Melih Kibar, Mehmet Duru.. IstanbuJ Yelken Kulübü'nde sanmm üç yıl, sürekli orkestra olarak hem çalışıp harçlığımızı çıkardık, hem de birlikte müzik yapmanın tadını. Buradaki ortamda da iyi arkadaşlarımız oldu hep.Onlardan biriydi sanırım, dedi ki; "Timur Selçuk bir plak kaydı yapacak, çalar mısın?" AkJım başımdan gitti. Çok isterim ama benim gibi nota bile bilmeyen biri böyle bir adamın kaydında nasıl çalar? Neysc efendim beni alıp götürdüler evine ve tanıştık... Ertesi gün çalınacak iki parçanın bas bartilerinielimetutuşturup/'hadi şimdi git çalış evde" dedi... Ben de aval aval bartilere bakarak eve geldim... Neredeyse ağlayacaktun, hiçbir şey anlamıyordum notalardan. Üstelik her bir parça içinyüzlercenotayazmış... Hani bas bartileri o kadar da zor olmazdı ya, o zamanlar yani... Devreye babam gi rdi ve o gece sabaha kadar birlikte oturup, iki parçayı ezberledim. Ertesi gün plak kaydında da hiç takılmadan çal dım... Tabii notayı okurmuş gibi yapıyorum ama aslında bakmıyorum bile şaşırmamak için. Böylece Timur'la tanışmış ve arkadaş olmuştuk... Benim için Timur, daha doğrusu ben ve çocuklarım için, hayatımızın bu şekildeyönIenmesini sağlayan ve her zaman en yakın arkadaşhk desteğini esirgememiş bir insan, bir öğretmen, ağabey olmuştur. Onun plaklarında ve konserlerinde bas gitar çalmaya başladım. Aldı beni, Paris'e götürdii. Ecole Normale de Musique 'egirdim. Burada acayip hocalarla çalıştım gerçekten... Sonra? Hakan Tacal senaristi, Yıldıray Çınar ise çizeri... Öykü fantastik. Ortaya çıkan iş bir çizgi roman. AYLlN ÜNAL îstanbul'un karanlık sokaklarında bazen kahramanlar dolaşır. Zaman zaman bu yollan korku sarar. Bakarsınız bir Karabasan çıkar karşınıza. Ya da hiç böyle bir şey olmaz. Ama Hakan Tacal ve Yıldıray Çınar'ın Karabasan'ı dilckatli bir çizgi roman alıcısının karşısına her an çıkabilir. "IstanbuJ, şen kahkahalann şehri, köşe başı eşkıyalarının, sokaklara düşmüş adaletin, yitmenin büyük şehri" diyor Hakan Tacal. Ona göre, îstanbul tam da korkunun yaşanacağı kent. Çizgi romanın konusunun Îstanbul'da geçmesinin nedenlerınden biri bu. "Bir akşam gezerken Beyoğlu'nun, Galata'nın arkada kalmış, ıssız, dar sokaklarına bakın" diyor "Binaların yapılarına göz atın. Ne demek istediğimi anlayacaksınız". Karabasan'ın senaristi Hakan, 31 yaşında bir mimar. Romanı çizgiye döken ise Yıldıray Çınar. 23 yaşında, Eskişehir Üniversitesi Animasyon Bölümü'nden mezun. Çizgi romanlar onun için kendi deyimiyle bir 'hastalık'; içine girerseniz çıkamayacağınız bir şey. Hakan için ise, kesinlikle kaçış edebiyatı değil, bir sanat dalı. Çizgi romana 1997'de beş kişilik bir ekip olarak başlamışlar. Bugün iki kişi kalmışlar: Hakan ve Yıldıray. Karabasan'ın yayımcısı ise Arka Bahçe Yayıncılık. "Belki de Türkiye'de ilk defa sürekli çizgi roman öyküleri içeren bir f anzin de yayımladık" diye anlatıyorlar: "Yaklaşık 30 sayı çdcarttık. Daha evvel hazırladığımız dergiler arasında Sürgün, Maskeli, Fırtına ve Kopuş var. Karabasan, bunun en son örneği. Kopuş hâlâ fotokopi fanzin olarak çıkıyor". Birinci sayısı geçen ay bayilerdeki yerini alan Karabasan fantastik, korkulu birhikâyeyi banndınyor. Hikâyeyi yazan Hakan'a göre, kahraman da gerçekten bir karabasan. Dört bölüm sürecek hikâyeye katılan bildik bir kahraman var; Giovanni Sgocnomillo. "Açıklayıcı karakter, üstat lazımdı senaryoya" diyor Hakan; "Giovanni, gerçekten kült bir karaktere döndü. Vampir uzmanı ne de olsa. Senaryoda vampir de olunca hemen aklımıza kendisi geldi". Ikinci sayının kapağını Yıldıray'la, Amerikan çizgi roman dünyasında ünlü olan Bill Sienkiewichz beraber yapmışlar. Ünlü çizerle tanışması, internet üzerinden olmuş... "Çinilerini o attı. Bunun için de bizden herhangi bir telif istemedi. Kendisi benim ilk gördüğüm andan beri çok beğendiğim bir çizer" diyor. Hakan ve Yıldıray bu yola çıkarken bir sürii kaygıyi içlerinde taşıdıklannı anlatıyorlar. "Pek çok eksiğimiz olabilir" diyorlar. Fakat bunlann zamanla aşılacağından eminler. Çizgi romansız bir hayatı artık düşünemiyorlar: "Sırf bu yüzden bile bu yolda sonıına kadar uğraşmaya değer."» aylinmiha@hotmail.com Karabasan'ın senaristi Hakan Tacal 31 yaşında bir mimar. Romanı çizgiye döken ise Yıldıray Çınar. 23 yaşında, Eskişehir Üniversitesi Animasyon Bölümü'nden mezun. (Fotograf: Aylin Ünal) Birgün Paris'teki okulun kantininde öğle yemeği yerken karşımda oturan çocuğu gösterdi bir