25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

9 KASIM 2003. SAYI 920 yordu. Geç vakte kadar oturduk, konuşdiklerini bilirdim. Bütün otoritesinc kartuk. Buna, ben söyledim o dinledi de diyeşın annemle, anncannemin onıı sevdiğini biliriz." de bilirdim. Inci Ablaüeannemin (Nevhayat Bucak) Orhan Mithat Barbaros, gerçekçi ve çocukluk ve genç kızlık yılları hcp birlikte çağdaş bir yazarmış. Sözünü sakınmadan geçmiş, Damc de Sion'da da birlikteokusöylemiş, cinselliği de (80 yıl önce) sakın muşlar. Anneannemindediğinegöre,komadan, korkusuzca anlatmış; o döneme lay bir erkek dcğilmiş büyükdayım. Hugöre oldııkça şcffaf bir biçirnde kaleminc zursuz bir kişiliği varmış, öte yandan hep dökmüşmüş. Sonra, onun doğa tasvirletutkulu, coşkuluymuş. Eşiyse, (Sabiha rinden doğaya tla tutkun olduğunu anlıyoHanım)sakin,güleryüzlü,melekgibibir ruz. Kısaca, tam bir aşk adamıymış, öyle de kadınmış. yaşamış. Romanın bir yerinde şöyle diyordu: "Şurasımuhakkaktırki: Aşk;vazgeçilAnnem, anneannemin ağabcyinin çapmez bir ihtiyaçtır. Dünyada yalnız sevmek kınlıklarına üzüldüğünii, yengesinin tarave sevilmek için yaşadığıma inanıyorum. fını tuttuğunu söylerdi. Bu kanaatte olan bir insanın ihmal olunYerinde duramayan, fırtına gibi bir maya ne kadar tahammül edebileceğini taadammış Orhan Mithat Barbaros. Evimiyin etmek pek kolaydır." zegeldiğinde.onunoturupkonuştuğunu anımsamıyorum. O zamanlar çocuk olmaEvliliğinde bir süre yaşadığı maddi sımakarşın unutmadım. Coşkusundankaykıntılar nedeniyle yalnızca avukatlık mesnaklanan bir canlılıkla ayakta konuşurken leğini sürdürmek zorunda kalmış, yine de ev halkının onu hayran dinlediğini düşte birkaç roman yazmış. O yokluk dönemlegibi anımsıyorum yeniden. rinde eşi Sabiha Hanım, "Kuru fasulye pilav yediğimiz günlerde, ben hayatımın en Inci Abla'nın evinin salonunda ügimi mutlugünleriniyaşadım,"dermiş,kızına çeken bir resim görmüştüm. Bana babasının yaptığını söyledi. Monet'nin küçük bir kartpostaldaki resminden aynısını büyüterek yapmış. Amerika'da yaşayan torunu (Ayşen Macarian) oradaki müzede resmin orijinalini gördükten sonra, dedesinin resminin daha güzel olduğunu söylemişti annesine. Büyükdayım, Aşk Ihtiyacı adını verdiği kitapta, görücü usulü evliliğe karşı olduğunu yazmakla birlikte, annemle babamı tanıştırıp evlendirmiş. O zamanlar çiçeği burnunda genç biravukatolanbabama, (HüsaGelin (Nevhayat Bucak) damat Hüsamettin mettin Bucak) "Kızkardeşimin Bucak, tnci Giirel. Ön sıra gelinin çapraz önü birkızı var, istersen gör," demiş. Sabiha Hanını (Orhan Mithat'ın eşi) Babam da kabul etmiş. Bu evlive Mefhar Soley (N. Bucak'ın anneannesi) lik, elbette romandaki gibi, birbirlerini hiç tanımadan, görmeden olma ve anneanneme. mış, ama yine de görücü usulü bir evlilik Denıek ki, büyükdayımın çapkınlıklarıolmuş. Onları evlendirmesine karşın düna karşın, evliliğinde mutlu olduğu, eşini ğünlerine gitmemiş büyükdayım. Çünkü de mutlu ettiği zamanlar olmuş. düğünlerden hiç hoşlanmaz, akraba olsa Romanı okurken farklı bir coşku duda kimsenin düğününe gitmezmiş. yumsadım. Çocukluğumda düş gibi anımRomandaki evlilikse son derece trajik. sadığım büyükdayım, sanki omzumun üsGelinle damat, gerdek gecesine dek bir tünden beni izliyor gibiydi. Yaşamında birlerinin yüzlerini uzaktan bile olsa göreçok önemsediği aşkı unutmamıştı romamiyorlar. nında; aşkla ilgili düşüncelerine kendimi Işte romanda, gerdek gecesinde geçen yakın buldum. bir bölüm. Damatla gelin ilk kez baş başa Oscar Wilde, oyunu 'Salome'de söyledikalıyorlar odada. (Damat Bey'den dinliyoği gibi," Aşkın gizi ölümün gizinden daha ruz.) büyüktür!" Orhan Mithat da bu ölümcül gizin ardı"Ilk gece hayal ile hakikat karşılaştı. na düşerek aşkı konusunda baş tacı yapGençliğin asabi buhranları içinde gönlümü oyalayan şuh, zayıf kadınlardan vazge mış, (benim de kitaplarımda yaptığım giçerek, hakikatte saadct aramaya karar ver bi). dim. (...) Elinielimin içine aldım, umursaİnsanın bir akrabasının kitabını okumamazbakıyordu.ündadabendeki gibi bir sı, çok tuhaf, ama çok da hoş bir duygu. dalgınlık, bir düşünce vardı. Bilmem neler (Bende bundan sonra, çocuklanmın, yadüşünüyordu. (...) Onu sevmek kararını kınlarımın kitaplarımı okurken nasd bir verdikten sonra adet imiş hiç işitmemiduyguya kapıldıklannı daha iyi anlayabili şim gibi ismini sordum; çok yavaş bir sesle; rimartık...) Açıkçası, edebiyata gönül vermiş biri Saadet...dedi. olarak, büyükdayımın Cumhuriyet'in ilk Işgüzar hanımlann geline çok iyi talimat romancılarından olduğunu öğrenmek, verdiklerine inandım. Çünkü; gelin anabana ne de olsa farklı bir coşku, onur ve nelere çok sadık görünüyordu. Üç defa ismini sormadan cevap vermedi. Gelecekte mutlulukverdi. Sonsuz uykunda, ışıklar içinde yat, sevhayalini kurduğum hayatımızdan bahsettim. O, sadece gülümseyerek karşılık veri gili Orhan Mithat Barbaros...* Zeytin dalında solan gerçekler MÜŞERREF HEKİMOĞLU Ören'de bir dostum zeytin dalının banş değil kıyım çağrıştırdığını söylüyor. Zeytin festivalleri kutlansa da ağaçlar kesiliyor, kıyılar soyunuyor, insanoğlunun kıyımını sergiliyor. Ören'de iskeleden Bağlar Burnu'na ve îçmeler'e doğru giderken gözlerine inanamıyor insan, zeytinlikler taşlaşıyor! Zeytin dalı da kıyımı çağrıştırıyor artık. Siteler birbirini izliyor, tek katlı, iki katlı, üç katlı, hızını alamıyor dağlara tırmanıyor. Kesilen ağaçların yerinde taş yığınlan var. Kimi boş, kimi yarım yapılar, kimi evler kıyıya hayli uzak, deniz tepeden seyrediliyor ancak. Önce Alman markıyla satılıyordu, şimdi dolar, ancak alıcı yok. Böylesine hovardalığa hakkımız var mı acaba? Umudumuz da betonlaşıyor, taşlaşıyor nerdeyse. Zeytin festivalleri kara mizah türü bir olay! Zeytinlikler yok olunca şenlik yapılabilir mi? Bir okurum telefonla Kozak Yaylası'na götürdü beni. Su baskınıyla çökmüş yollar onarıhyor ama onardmaz yaralar da var. Güzelim kayalar kınlıyor, doğanın dengesi bozuluyor. Kimi yerde peri bacaları gibi güzel ve görkemli bu kayalar parçalanıyor, taşa dönüşüyor, yollara döşeniyor, fıstık çamları da yok oluyor giderek. Sevgili okurumun uyarısıyla ilginç resimler oluşuyor gözümde. Eşine az rastlanır bir yayla Kozak. Bir ağaç denizi gibi dalga dalga yeşil tepeler, havada reçine kokusu, büyükkent havasıyla kirlenen ciğerlere bayram! Doğadan bir armağan ama teşekkür edemiyoruz. Dahası giderek yoksun kalacağız bu armağandan. Kayalarla birlikte çamlar da yok olacak. Doğa yanlışları affetmez hiçbir zaman. Bugün değilse yann, yaşayanlar değil henüz doğmayanlar da öder faturayı. Biz de ödemiyor muyuz? Mektupla, telefonla arayan çok sayıda okurum kırılan kayalardan, kirlenen, taşlaşan kıyılardan, küllenen ormanlardan söz ediyor bana. Kurtarmak, korumak için yan yana gelmekten, • birliktelikten de söz ediliyor. Bir dernek kurmayı, kıyıları, kayaları, ormanları korumayı, kurtarmayı öngörenler, amaçlayanlar var. Bu da güzel bir olay kuşkusuz. Ülkeyi, dağları, taşları, kıyıları, ormanları sahiplenmek istiyor insanlar. Gerçek sahipliği kanıtlamak istiyor. Bakalım göreceğiz! Ormanların külleşmesini, kıyıların kirlenmesini, taşlaşmasını önlemek için birliktelik gerekiyor. Kimi yerde güzel örnekleri var. Denizin, güneşin, dağların, ormanların gerçek sahibini kanıtlıyor halkımız. Ancak, soygunu, hortumu yaşatan girişimler de var. Onlan iyi tanımak, yollarını kesmek için tepki göstermek yetmiyor. Güvenceyi oluşturacak önlemler gerekiyor. Gerekirse yasalar, ağır cezalar. Dahası örgütlenerek güçlenmek, solan sevgiyi yeşertmek, ağaç ve doğa sevgisini duyurmak... Arada bir ilginç anılara dönüyorum. Nerden, nasıl çağrışımlarla bilmiyorum ama geçmişten bir anıyı tüm ayrıntılarıyla yaşıyorum birden. Zeytin ağaçları da Hasan Esat Işık ile Sovyet devlet adamı Podgorny'ye götürüyor beni. Vaktiyle ülkemize geldi, Izmir'e gitti, Moskova Büyükelçimiz Hasan Işık eşlik etti ona. Olayı da Sayın Işık anlattı bana. Kuşadası yolunda hayran gözlerle ağaçları seyrediyor Podgorny. Adını, türünü öğrenmek istiyor. "Zeytin ağacı" yanıtını alınca, gözleri parlıyor, arabayı durdurmak istiyor. Ağaçlara doğru koşuyor, küçük bir dal koparıp dönüyor. Bir zeytin ağacı ilk kez görüyorum, diyor, gri yeşil dalı okşuyor. Kimbilir barışı düşünüyor belki de. Ancak, barışın gerçekleştiğini görmedi, başka olaylara tanık oldu. Biz de neler gördük değil mi? Ülkemizde, dünyamızda, neler yaşandı, daha neler yaşanacak kimbilir! Uyarılar başlamış bulunuyor. Ancak önümüzü, ardımızı gördüğümüz söylenebilir mi? Karamsarhğımdan hoşlanmayan okurlarım da kusura bakmasın ama gerçek bu. Olaylar da kanıtlıyor bu düşüncemi.#
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle