15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

18MAYIS ! W . SAY15H2 15 PAZARIN PENCERESINDEN Pazar, 16 Temmuz 1905 RICHARD STRAVSS 'A »» Sevgili Dostum, Basından söyleyeyim, ben şair degilim (şair olmadığını gibi, eleştirmen de degilim, öğretmen de), ne olmak istiyorsam, oyum yalnızca, Romain Rolland 'ım. Bendeki < şairlik, ancak size yardımcı olabilecek kadar. Bir de, size nusıl hir yanıt vermem gerektigini bir tiirlii kestiremiyonım. Size söyleyecegiın pek çok şey var, var olmasına da. hu söyleveceklerimin fnzlaca sert kaçması olasılıgı beni duraksatıyor. Arkadaşça bir şey söyleyeyim mi size. Siz Almanlar gerçekten de hayret edilecek insanlarsınız. Bizim şiirimizi hiç mi hiç anlamazsınız; sonnı da kalkıp, sanki bövle birşey hiç söz konıısu degilmişcesine, şaşmaz bir sogııkkanlılıkla bu konuda ahkâm kesersiniz. "Fransa'dasizler de avnı şeyi yaparsınız " demeyin bana, sakın. Biz sizin sairleriniz üzerinde akıl yürütmeye kalkmayız, şuirlerinizi bilmeyiz biz. Bilmemek, hilmedigi hulde hildigini sannıaktan iyidir gene de. Bana, "Fransızlar niye konuştuklarından çok jarklı hir hiçimde şarkı söylüyorlar" diye soruyorsunuz. lyi de, hangi Fransızlar? Fransa 'nın hangi bölgesindekiler? Bir de, siz Fransızca derken aeııha neyi anlıyorsunuz? Sizin hildiginiz hangi Fransızca? Almanya 'da sizler Fransızca diye ya Isviçre Fransızcusının (?) söylemini ya da Monmartre söylemini bilirsiniz. Oysa bu ikisi de argodan başka bir şey degil. lledeFrance 'taki Laon 'a, Noyon 'a, Coıty 'ye, Fransız ulusunun tam orta yerine gidin, orada size edebi ve yapaymış gibi gelecek, oysa Gerçek Fransızca 'nın ta kendisi olan Fransızcayı, Fransa daki bütiin öteki ırklurı bileginin hakkıyla fethetmiş ırkın Fransızcasını, hani bizim o, her tiirlii jargona karşı suvunageldigimiz söyletni, katıksız Fransızcayı duyarsınız. Bizim en güzel sanat eserimiz, Fransızcadır. Sizse, kalkıp bizim onu kendi elimizle berhat ettigimizi mi söylüyorsunuz? Fransa da bizler son derece sanatçı kisilerizdir. Dilimiz de ancak biz kendimiz öldügümüzde ölecektir. Peki ama, ya sizler, tıpkı konuştugunuz gibi mi yazar, konuştugunuz gihi mi şarkı söylersiniz? Hele, ya şu sizin seçmiş oldugunuz Wilde'ın elinden çıkan o metne ne diyelim? Bu, hukikisinden uzaklaşahilecegi kadar uzaklaşmış hir edebi jargon degil mi? Yoksa, sizin amacmız, dekadan hir İngilizBelçikuh'nın (*) şiirine, Monmartre argosunun gerçekçi deyişini mi kutmak? Mantıkh olun. Monmartre agzıyla hir şeyler çiziştirmek zorunlulugunu duydugunuz zaman kullanırsınız hu Monmartre aksanını. Sahnede Savoylu ya da Auvergne 7/ bir köylüyü canlandırıyorsanız, Savoyya da Auvergne aksanını kullanırsınız. Oysa, edebiyat yaratısı olun bir kişiyi betimliyorsanız eget; yani Prenses Salome 'yi (ya da Melisande ı) hetimliyorsanız, edehi aksanları kullanmanız gerekir. Edebi Fransızcamız konusunda sizin hiçbir Jîkrinizin olmadığını görüyorum. Siz bu Fransızcanın, tıpatıp sizin kendi dilinize henzedigini sanıyorsunuz. Oysa bizim dilimizin, sizinkiyle uzakyakm en uf'ak hir henzerligi yoktur. Sizin çok belirgin olan vurgularınız. "" ile "U " arasında, kuvvetli hece ile zayıfheee arasında çok giiçlii ve daima geçerli olan karşıtlıklarınız vardır. Sizde her keresinde va biri ya da öbürü olur. Bizim şiirimiz ise tam da ""yi "U"denf'yi (kuvvetliyi)pden (hajiften) ayıran aralıgın içinde yer alır. Bizde yarım tonun içinde, sonsuz sayıda daha küçük ton ayırtılan, sizinkinden daha az vurgulu ama çok daha çeşitlenmiş daha eğitip bükülebilir, daha esnek olan aksanlar vardır. Sizin deklamasyon konusundaki "kayttsızlık " olarak nitelediginiz şey, egilip bükülebilirlik ve psikolojik doğruluktur. Bizler hir sözcügü sürgit her keresinde aynı hiçimde vurgulumayız; sözcükler tümcenin anlamına göre konuşan kişinin karakterine göre vurgulamr. (•••) Promotheus'ları çoğaltmalıyız! SELÇLK EREZ bür dünya neye benzer? Öldükten sonra ne olur? Insanlar bunun cevabın arayıp durmuşlar. Rahmetli Belkıs Mutlu, "Efsanelerin Izınde" (M.E. Basımevi Ist. 1968) adlı kitabında Paleolitik Çağ'da yaşamışların, mezarlarında süs eşyalarından başka ... kullanmaları için bırakılmış alet ve yiyecek bolluğuna dikkati çekerek, bu davranışları, "buradaki ihtıyaçların öbür dünyada da varolduğuna inandıklarını gösterir" demiştir. Eski Mısırlılar?» Belkıs Mutlu, Firavunların bu konudaki inançlarını da tanımlamıştır: "Diriler ve ölüler ülkesi arasındaki korku ülkesini geçince, büyük Yargıcın huzuruna, Anubis ya da Horus tarafından getirilen ölünün, eşiğini öperek girdiği "Çifte Adalet Salonu", Osiris'in dünyadan geien oğlunu beklediğı yerdi.Gerçek ve Adalet Tanrıçası Maat, ortadaki büyük terazide ölünün ruhunu tartardı. Yırtıcı arslan Amamet, su aygırı ve timsah da, suçluları cezalandırmak için burada bulunurlardı. Osiris'in sağında ve solunda yer alan ellerinde keskin kılıçlı kimi insan, kimi hayvan başlı kırk iki kişi Mısır'ın değişik illerini temsil ederlerdi. ölü, bu yargıçlann tümüne ayrı ayrı hitap ederek kendini savunmak zorundaydı. Savunmadan sonra, ölünün ruhu tartılır, iki kefe dengede durursa olumlu yargıya varılmış olur ve ölü, Osiris'in ülkesinde rnutlu bir yaşam sürerdi. Isa'dan altı yüzyıl önce yaşamış Iranlılar'ın Tanrısı olan Mazda'ya inananların "ahreti" de ilginçti: İnsan öldükten dört gün sonra ruhu, Cinvat köprüsünden geçer; bu ara, iblislerin saldırısına uğrar. önceden tartılmış olan ruh, köprüyü geçebilirse ölünün yaptığı iyilikleri temsil eden güzel bir kız çıkar ve Cennetten esen güzel kokulu bir rüzgârın üstünde sonsuz mutluluğun egemen olduğu ışıklı bir yere doğru yolculuğa başlardı. Günahkâr ruhlar uçuruma yuvarlanır, iblisler onlara işkence yapar.... Cehenneme giderken de karşılanna kendi günahlarını simgeleyen korkunç bir cadı çıkardı. Ölünün vicdanını simgeleyen bu kötü ruha Iranlılar "den" derlerdi. (Dilbilimciler "din" kelimesinin bundan türediğıne inanmaktadırlar...) Insanlar, yeryüzünde ilk belirdikleri günlerden bu yana ölümden korkmuşlar ve korkularını bastırmak için mitolojik ve dini anlatılara inanmayı yeğlemışlerdir. Dinlerin tanımladıkları tartışılmaz, doğru kabul edilir ve inanılırsa bu korku giderilmiş, en azından hafitletilmiş olur. Ancak Sokrat'tan önce yaşamış olan Yunan filozofları, dini anlatıları daha çok, dinlenilip kıssadan hisse çıkarılacak mitolojik öyküler olarak algılarlardı. Eflatun'un da aynı düşünceye sahip olduğu bilinir. Bu açıdan bakıldığında bize Aeschylus'un aktardığı Promotheus mit'i çok ilgintir: Bir Titanoğlu olduğu halde Titanlarla Olympus Dağı'nda oturan tanrılar arasındaki savaşta tanrıları tutmuş ve bu nedenle kutsanmış olan Promotheus, çağında mağaralarda yarı aç yarı tok yaşayan insanlara acıyan bir yarı tanrıydı. Promotheus, Zeus'un oğlu olan Ateş Tanrısı Hephaestos'tan çaldığı ateşi insanlara verip onların ısınmasını, yemeklerini pişirip yemelerini ve madenlerden alet üretebilmelerini sağladı. Bu davranışına çok kızan Baştanrı Zeus, onu bir kayaya zincirledi; her gün kocaman bir kartal gelip karaciğerini gagalamakta, Promotheus'a azap çektirmekteydi. Aeschylus'un "Zincire vurulmuş Promotheus" oyununda insanoğlunu kayırmış bu yarı tanrı şöyle der: Şu kaya parçasına zincirlenmış bir esir olmak, Zeus'un güvendiği bir haberci olmaktan yeğdir! Promotheus'un öyküsü burada bitmez ama bu öykü şuraya dek Olimpos Tanrısı'nın buyruğuna, aslında buyrukların her türlüsüne körükörüne boyun eğmemeyi, buna karşı insanoğlunu, fakir fukarayı kayırmayı yeğleyen, insana hizmeti, tanrıya hizmetten üstün tutan birinı tanımlamaktadır. Promotheus'un, bu nitelikleriyle, kalıplara, buyruklara değil aklıselime, sağduyuya inanan, 'en gerçek yolgöstericinin bilim' oldugunu bilen insanların öncüsü olduğu birçok sanatçı ve düşünür tarafından vurgulanmıştır. Böyle düşünebilen biri ölümünün de kaçınılmazlığını bilir, kafasını devekuşları gibi kuma gömmez, her gerçek gibi bunu da kabullenir ve bu kaçınılmazdan korkup şu ya da bu mitolojik yaratığa adaklar adamak, kurbanlar kesmek yolunu tutmaz. Yüzde kaçımız bunu becerebiliriz? Bilmiyorum! Birçok türdeşimiz için, bu dayanılması güç gerçekleri yalayıp yutmanın yolu, bazı inanılması güç öykülere Herhalde kalkıp bana böyle hir vurgulama hiçiminin keyfİ oldugunu söyleyeceksiniz. Hiç de degil. Sözcüklehn degerine ilişkin genel kurallar vardır; ama bunlar, her dehanın ritm ve vurgu üzerine kendi dumgasını vurmastna olanak verecck kudar kapsamlıdır ve Fransız üsluplarımn tümüne ilgi çekici *""==hir deger kazandıran da işte hu tür bireysel dehadır. Görüyorsunuz, ben düşiindüklerimi tam hir açık yüreklilikle anlattım. Size hesledigim derin muhahhet, her şeyi bagışlatmalı. Saygıtar ROMAİN ROLLAND (*) Pelleuas et Melisande 'ın librettosunuyazan Maurice Maeterlinck 'ten söz ediliyor. Ed. K Richaıd Strauss, Münih Saray Orkestrası'nın korocusu olan babasınm ctkisiyle müziğc çok küçük yaijta ilgi duydu. Dört yasjindamiizikderslcrialmayaba!jladı,6ya^ında ilkbesteleriniyaptı.ilksenfonisi vcilkyaylı çalgılar dörtlüsünü 16 yaşında yazdi. (,'ok yctenckli birmüzikçiydi. Ayrıca, kendi ülkcsi kadar, öbürülkelcrin yazar vedüşünürlcrini de yakindan izlcycn, ilgileri derin vckapsamlı olan düşünür bir sanatçıydı da. Gelenckscl olaı ak Alman sanatına alcrjisi olan bir iilkcnin budcnli clkili veönemlibirkişiden destck görmcsi, Slrauss'un sanat ya^amını çokolumluetkiliyordu. Almanyadışmdaki Avrupasanat çevrelerininkapılan ona açıl mıştı. UudurumStrauss'ucokduygulandırıyordu. Yctis,meortamlan,öğı\;nimleri ve görüşleri farklıydı. Gerçek birdostluğun üstüneiıiijaedilebileccğipekazşcyleribirortaktemeldepaylaşıyorlardı;birşcyindı:jinda. Onları birlcştiren, biri yaratıcılık, ötcki eleştirı alanmda ayrı ayrı dü/lemlcrdc de olsa, müziğc duyduklan çok biiy ük sevgiydi. Birbirinden çok t'arklı olan bu iki insan arasindakifikiralışverişininiki küçük örnegini oluşturan as,ağıdaki mektuplar"Richard Straus& Romain Roland,Correspondent:e, Diar& Essays, lid. RolloMYFRS, l.ondon, l%8"tenalındı.(Mektuplardakiçokteknik olan bazı bir iki ufakayrıntıçikarıldı.).^ inanmaktır. Promotheus'ların, kendileri gibi davranmayan bu kalabalık arasında yerlerı, yararları nedir? Yukandaki tanımlamaya bakarak Şekspir'in, Goethe'nin, Marx'ın, Darvin'in, Sartre'ın, Freud'un, Takıyettin Efendi'nin, nihayet Atatürk'ün, Mahmut Makal'ın birer Promotheus olduklarını kavrarsak "lyi ki aramızda bulunmuşlar!" diye yanıtlarız bu soruyu. Bunlar gelip geçmeseler, aramızda yaşamasalar dünyamız bu kadar ilerlemez, insanoğlu bugünkü yaşam düzeyine ulaşamızdı! Öyleyse, okullarımızı, Zeus'lara boyun eğenleri, kulköle olanları çoğaltacak fabrikalar olarak mı tasarlayalım, yoksa önyargısız, bağımsız ve hür düşünen, en hakiki mürşidin ilim oldugunu bilen, muhtaç olduğu düşünceleh beyninin asil hücrelerinin yardımıyla şekillendireceğine inanan, kendi aklına, insan beynıne güvenen gençler mi yetiştirmeye çalışalım? Bu memleketi, vatanınızı seviyorsanız, onun yarın ayakları üstünde desteksiz, dayanıksız duran, gelişmiş, insanlarını neye inanırlarsa inansınlar mutlu yaşatan bir ülke olmasını diliyorsanız Promotheus'ları çoğaltmanın yolunu tutarsınız... ^
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle