Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURÎYET DERG1 Isveç'te yayımlanan Dagens Nyheter gazetesi, Humeyni'nin Salman Rüşdü için çıkarttığı ölüm fetvasının 7. yıldönümünde, Göteborg Kitap Fuan'nda bir araya gelen dört yazann söylediklerini yayımladı. Birçoklan tarafından aforoz edilen bu dört yazar, en büyük güç kaynaklarının kullandıklan dil olduğunda görüş birliğine vardılar, Hint asıllı Salman Rüşdü, Hırvat Slavenka Drakulic, Israilli David Grossman ve Türk Orhan Pamuk. rarı oluyorsa, ne iyi. Olmuyorsa, olmasın Ben "zatı âlim" için yazıyorum. O Güç dilde olunca... S djm. ALMAN RÜŞDÜ: Kitaplanm içinde politik yanı en az olarak kabul ettiğim romanım "Şeytan AyetlerT'nin böylesine büyük politik bir fırtına yaratması çok ilginç. Bazı yazarlann kendi yapıtlarını değerlendirirken nasıl yetersizkalabildiklerinınbirörneğibudurum. "Geceyarısı Çocuğu"nda Indira Gandhi'yeeleştiriyönelttim.Buna tepki gösterince hiç değilse nedenini biliyordum. "Utanç"ta Pakistan'da o sıralar iktidarda bulunan askeri diktatörlüğü eleştirdim; askeri diktatörlüğün bana tepki göstermesi beni hiç şaşırtmadı. Evet, "Şeytan Ayetleri"nde Humeyni'ye bir bakıma takılan beşaltı sayfa var; ama Iran' ın konuy la herhangi bir ilgisi olduğu aklımın ucundan geçmemişti. O gündenbugüne böyledurumlarlanasıl uğraşılacağını öğrendim. Tepkimi göstermek için için savaş bölgelerine girmek zorunda kaldım. Rakiplerimin tartışmayı yönlendirmesine izin vermemek için büyük çaba harcaKitap hakkında "dini rencide edici" vs. gibi sıfatlarkullanankişiler.lran'ınçıkarttığı şoke edici fetvanın dilini kullanıyorlardı. Ancakdilinbu çerçeveye sokulmasıylabirliktesavunmadageriyeçekilmişti.Buyüzden, dili yeniden adım adım ele geçirmek çok önemliydi. Halk ateş olmadan duman çıkmaz diye düşünür. Bana yöneltilen dehşetli tehditin, dehşetli birnedeni olmalıydı. Demek ki ilk büyük kötülük, romanın kendisiydi. Bu konuda ilginç bir durum gözüme çarptı: Yöneltilen saldınlann şakası yoktu; öyleyse romammın da şakası olmamalıydı. Yapıtıma yapılan saldırı banal olduğu için, kitabımın da banal olması gerekiyordu. Saldırı tekyönlüolduğunagöre, romanın daaynı derecede bilgıden uzak yazılmış olacağı varsayılıyordu. Mademki saldırı teolojikti,o zaman romammın dabiraz olsun teolojik olmal ıydı. Çok garip bir düşünce zınciri; ne y azıkki,benimsendi. egemen olan görüştür: gerçeğe, bilgiye bilgilenmeye olan saftarozca inanış. Eğer gerçek bilinirse,onaulaşılır,düşüncesi. Muhaliflik geleneğinden kaynaklanan anlayışta sözcüğün gücüne güvenmişizdir. Amaherkes,eskiYugoslavya'danelerolduğunu daha başından biliyordu. Günbegün CNN, politik suçluları ve onlann vahşetini gösterdi. Ve aydınların ahlakı, söyledikleri laflarlaçatıştı.Yugoslavya'nınyıkılmasında yazarlann oynadığı yıkıcı rolü hepimiz iyi biliyoruz. Suçlulannbazıları, hükümet üyesiyadadüpedüzdevletbaşkanı.Hepsi,akıl almaz bir biçimde iktidar delisi. Hırvatistan'da ancak çok az kişi akıntıya kapılma mış, durumu alkışlamamıştır başkanın söylevini, ulusu ve ordunun zaferlerini göklere çıkaran marşlan vs. "Balkan Expresi" gibi politik bir kitabın uluslararası başarısına karşın, politik yazarlığın, kişinin kendisinden başkası için bir önem taşımadığı görüşüne vardım. Yazdığım hiçbir şeyin, çatışmalan en küçük bir şekilde etkilemediğini gördüm. Bu nedenle, savaş konusunda yazmayı bıraktım. Yazdıklanmın hiçbir anlamı yoktu. Sözcüklerin gücüne inanan geleneksel anlayışıma uyarak yazıyordum önceleri. (...) Bu benim yaşama biçimimdi, çevremde olup bitenleri anlama şeklim. EğeryazdıkJanmın birbaşkasınaya S LAVENKA DRAKULİC: RHAN PAMUK: Türkiye'yı yurt dışından izleyenler, düşünce öz gürlüğü mücadelesi ile köktendin ciliğe karşı verilen savaşın elele yü rüdüğünü sanırlar. Ne denli gari] gelirse gelsin, gerçek böyle değil Biri, aslaötekıni gereklı kılmıyor Salman' ın durumu bütün dünyada tartışı lırken,ben de kitaba Türkiye'de destek olm; gereğıni duydum Türk kamuoyunda bu ko nu pek ilgi toplamadığı halde. Sansasyoı basınında kafirlikten başka bir şeyin sö?ı edilmiyordu. Sorunun her yeni yön alışında kitabı savunmak için bir şeyler yazmam is tendi. Bendeöyleyaptım.defalarca. Çünki ülkemdeki köktendinciliğe karşı verilen uğ raşın birparçası olarak görüyordum yaptığı mı. AzizNesingazetesinde "Şeytan Ayetle ri"ndenbirbölümüyayımladığı için saldırı ya uğrayınca, onu savundum. Ne var ki zamanla, görüş belirtme özgür lüğü için verilen bu uğraşm, köktendincile rin ekmeğine yağ sürdüğünü anladım. Dur madan.oytoplamakiçinyararlanıyorlardı Içimde, birbiriyle asla uzlaşamayan iki dü şüncenin ve duygunun varhğının bilincinı vardım. Biri, köktendincılere elden gelen her de mokratik yöntemle karşı çıkmaya dayanar politik düşünce. Makaleler yazma, politH tartışmalara katılma gibi... Ilkiyle hiçbir ilgi si olmayan ikinci düşünce şekli ise, görüş be lirtmcözgürlüğününmutlakasavunulmas gerektiğiydi. Böyle bırdurumda, uğraşınpo litik açıdan doğacak sonuçlanna aldırmaya caktım. Bunlan söylerken biraz provokasyon ya pıyorum ama, kişi seçim ve parti politikas olan, yoksul vatandaşların çoğunluğunuı hangı partinin ülkeyi yöneteceğine kara verdiği yarı demokratiİc bir ülkede yaşıyo olmanın bir gereği bu ikilem. Düşünce be lirtme özgürlüğüyle ilgili bir sorun, kökten dinciler tarafından Tann'nınbuyruğunay; da ulusun çıkarlanna karşı çıkma gibi göste rilebilir. Bu da, halkın tepkisini doğurur. Ay dınlar, büyük bir zevkle bu gibi durumlard; şöyle diyebiliyorlar: "Hiç kuşkusuz, görü' belirtme özgürlüğünü savunuyoruz ama Salman Rüşdü'nün kitabı da sınırları aşı yor". Ya da, "Hiç kuşkusuz görüş belirtmı özgürlüğünden yanayım ama, Kürtler'i des teklemekde biraz bardağı taşınyor". Biryazarolarak Salman'ın kitabını savun mam, gayet olağan bir şeydi. Çünkü aynı za manda, kendi geleceğimi de savunuyordum Ama bir insan olarak köktendincilerin geliş mesinden korkarken ve bunu ciddi bir tehlı ke olarak görürken nası 1 davranmam gereki yordu? Belki yanılıyorum; ya da uzun erim de sorun aynı sorun. Ama kısa erimde er önemli uğraşın hangisi olduğunu bulup, onı seçmek zorundayım. Ne var ki durum kafc kanştınyor. Çünkü politik açıdan biri, ötekinı geçersizkılıyor. Bu ikilem konusunda bu yorum yaparsanız çok sevineceğim. AVID GROSSMAN: Ben yazann benmerkezcıliği konusunda Slavenka'ya katılıyorum. "Huzursu2 günlerde yazmak" konulu tartışmaya çağnldığımda şaşırmıştım. O zaman, biraz daha polemik bir soru yöneltildi:" Yazarken bir asker gibi mısin?". Bu konu üzerinde birkaç gün düşündüm ve sonunda şu sonuca vardım: Yazarken asker olmadı ğım bir yana, bir vatandaş olduğumdan bile emin değilım. Bilındıği gibi ülkem son otuz yıldır çıkmaz durumda ki, benim görüşüme göre ortada tarihsel bıryanlışvar. Hepimizin kendi irademizdışında katıldığımız "altı gün savaşı"ndan sonra kendimiz konusunda bildiğimiz, ya da bilmek istedığimizşeylerleçatışanbirdurumlakarşılaştık. Bunu tanımlamak için yeterli bir sözcük bulamıyorduk. O zaman ortaya, aramızdaki 1992'de "Balkan Expresi" adlı kitabımı yayımladım. "Ulusun Ayak Kelepçelerı"adlıdiziminparçasıydı. O zaman beni gerçek anlamıyla horlamaya ve bana tehdit yöneltmeyebaşladılar. Bugün Hırvatistan'da yeniden gazetecılik yapmak ıstesem, büyük bir olasıl ıkla bana bunu yaptırmazlar. Yazarlığıma savaş bölgesinisokmamın benim için bir dönüm noktası olduğu sanılabilir. Ama ben, Salman'dan çok daha farklı birtavırdan yanayım. Ikimizçokayrı koşullaraltındayız. Ben, yazarların ve sanatçıların, savaşa tepki gösterme zorunluluğu olduğuna, hatta, herhangi bir şeye tepki gösterme zorunluluğu taşıdıklarına inanmıyorum. Savaş içindeki bir ülkenın yazarı olarak şunubiliyorum:iki türlü önyargı vardır. Birincisi, yazarların "üstün ahlak sahibi" olduklarına inanır ve öteki, tarihsel nedenlerle Doğu Avrupa'da onlan, "olağan" insanlardan çok farklı görür. D Tiirkiye'yiyurt dışmdan izleyenler, ifade özgürlüğü mücadelesi ile köktendinciliğe karşı verilen savaşın elele yürüdüğiinü sanırlar. Ne kadar garip gelse de, gerçek böyle değiL