03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4EYLÜL1994.SAYI441 KADIN 3 Sınırı geçen kadının romanı la olduğundan daha benzeyen bir özellik gösterdiğini anlamıştı. Aynı şey, daha temel konularda da geçerliydi: Parveen'e olan derin saygısı ve tutkusu; sittin sene Archana, Dipti ve Geeta gibilere olabileceğinin çok üzerindeydi. Suranjan'ın aklından hiçbir zaman din farkı nedeniyle arkadaşlan arasında ayrımcılık yapmak geçmemişti. Daha küçük yaşta Hindu olduğunu öğrenmişti ama bunun ne anlama geldiğini doğru dürüst anlamamıştı. Mymensingh'teki köy okulunun Uçüncü ya da dördüncü sınıfına giderken, Khaled adlı bir oğlanla kavga etmişti. Her ikisi de birbiri için ağza gelen en ağır sözleri söylemişti. Işte o zaman Khalid ona, büyük bir öfkeyle "Hindu!" diye bağırmıştı. Suranjan bu sözcüğün "köpek" demesi kadar ağır olduğundan emindi. Daha sonra, biraz daha büyüyünce Hindu sözcüğünün, dinsel bir bağlılık anlamına geldiğini öğrenmişti. Suranjan bu konularda kendine özgü bir görüş sahibi olacak yaşa gelince kendisini, önce bir insan, sonra da Bengalli olarak tanımlamaya başladı. Bengal'i hiçbir din, bağımsız bir ülke yapmamıştı ve halkı, dinsel aynlıklara aldırmadan bir arada, ahenk içinde yaşayacaktı. Ne yazık ki Suranjan'ın idealizmini destekleyecek çok sayıda insan yoktu Bangladeş'te. Birlik tcması, aynı ülkenin insanlan için değil, aynı dine bağlı olanlar için geçerliydi. Bu nedenledir ki Hindular, kendi ülkclcrinde daha düşük seviyedeki insanlar, dışardan gelenler durumunda görülüyorlardı. 8 aralık. Bütün halk grevde. Köktendincilerin ilan ettiği grevde. Islam Cemaati adlı güçlü partinin sözcüsü grevin, Babri Camisi'nin yıkılmasını kınamak için ilan edildiğini söylemişti. Suranjan ise grevin ilk iki günü tembel tembel yatağında yatmış, daha sonra sevgili kenti Dakka'da bu nedenle durumun nasıl olduğunu merak ederek ayağa kalkmıştı. Yandaki odada annesi yatıyordu ama o, ailesinin başına neler gelebıleceğini düşünmenin dehşeti içindeydi. Suranjan, babasının herhangi bir korku duyup duymadığı konusunda kararsızdı. Baba Sudhamoy'un belli ettiği tck düşüncesi, bu kez saklanma niyetinde olmadığıydı. Eğer bu, ölmcleri anlamına gcliyorsa, öyle olsundu. Eğer Müslümanlar gelip onları dograrlarsa bu, kendilerinin bileceği bir şeydi. Suranjan, babasının ne denli akılcı davrandığından emin değildi ama, kaçmama konusunda onunla aynı görüşteydi. Kızkardeşi Maya evden aynlmış, Müslüman bir ailenin yanında güven aramaya başlamıştı. Zavallı Maya; bu tür kaçışlarla kurtulacağını sanıyordu. Dclikanlı evden çıkmak üzereyken Kironmoyee derhal ona koştu ve sordu: "Nereye gidiyorsun?" "Kentte durum nasıl bir bakacağım. Grevin etkisi olmuş mu acaba?" "Gitme, Suro. Sokakta neler olabilir kimse bilemez." "Olacak neyse o olur. Günün birinde hepimiz öleceğız. Biraz toparlan yahu! bu ne telaş böyle?!" diye karşılık verdi Suranjan öfkeli bir yüzle saçını tararken. Annesi, korkudan titreyen elleriyle Suranjan'ın elindeki tarağı kaptı. "Dinle beni," dedi kadın, "Dışan çıkmak tehlikeli. Grev olduğu halde dükkânlara ve mabetlcre saldınyorlar. Evde kal. Kentte ne olduğunu öğrenmek için sokağa çıkıp kendi gözlerinle görmene gerek yok." Ne var ki Suranjan hep dikkafah bir çocuk olmuştu. Kironmoyee'nin sözlerine neden kulak asacaktı ki? Çekip gitti. Tartışmayı bir köşeden izlemekte olan Sudhamoy, oğlunun gidişinı şaşkın bakışlarla izledi ama onu durdurmak için hiçbir şey yapmadı. Dışarda akşam rüzgârı esiyordu. Sessizlik ve fırtına öncesini andıran hareketsizlik vardı. Suranjan evdeyken efelenmişti ama, sokakta durum değişmiş, belli belirsiz bir korku kendini belli etmeye başlamıştı. Bir tur atmaya kesin kararlı olduğu için, korkuya fazla kulak asmadı. Bu defasında yakın arkadaşlarından hiçbirinin onu aramaması, yanlannda saklanmasını istememesi canını sıkıyordu. Ne Bibal, ne Kemal... Hiçbiri. Aynı zamanda, onlardan biri gelip de onu götürmek isteseydi, gitmeyecekti; bunun da bilincindeydi. Neden gidecekti ki? Kentte çatışmalar olduğu her defasında ailecek pılıpırtılannı toparlayıp kaçacak değillerdi ya... Onur kıncı bir şeydi aksini yapmak. Tam tersi, diye düşündü Suranjan, geçen kez ortalık kanştığında Kemal'in çağrısını kabul ederek budalaca davranmıştı. Şimdi arkadaşlan gclsclcrdi onlara şöyle diyecekti: "Bizi hem öldürüp hem de bize nasıl acıyabilirsiniz? En iyisi memleketteki bütün Hindulan toplayın, bir infaz mangasının önüne sıralıyıp kurşuna dizin! O zaman mutlak bütün sorunlannız çözümlenecektir. Böylelikle bizleri taksitle öldürmekten kurtulmuş olacak, bazen bizi gizlice koruyarak olumlu puan almak zorunda kalmayacaksınız." Suranjan büyükçe bir sokağa geldiği zaman bir grup delikanlı bağırdı: "Yakalayın şunu, Hindu o!" Gençler komşularıydılar. Son yedi yıldır hemen hepsine günde en az bir kez rastlıyordu. tkisinı oldukça iyi tanıyordu. örneğin Alam'ı. Alam arada bir Suranjan'ın evine gelir, mahalledeki gençlerin gittiği dernek için yardım toplardı. Suranjan, demeğin düzenlediği ba/ı kültür gecelerinde şarkı söylemişti. Oğlanlardan birkaçına D L Roys ile Hemanga Bisvva'nın şarkılarını öğretmeyi düşünüyordu. Komşu olduklan için babası onlara ücretsiz bakardı. Işte bu insanlar şimdi onu dayakla tehdit ediyorlardı, Hindu olduğu için! Suranjan derhal aksi yöne döndi'ı; korktuğundan değil, utancından. Bu oğlanlardan dayak yeme kavramı bile onu utandırmaya, çaresizlik duygusuna kapılmasına yeterliydi. Kendi adına değildi utancı, çaresizliği; onlar adınaydı. Işkence gören değil, yapandır utanması gercken çünkü. Shapla Meydanı'na gitti. Orada sessiz bir gerginlik vardı. Küçük kümeler oluşturmuş olarak dikilen insanlar, birbirlerini süzmekteydi. Her yer; kiremit parçalan, yanık tahtalar ve kınk camlarla doluydu. Belli ki olaylar az önce yaşanmıştı. Bir küme genç adam bir amaçla koşarak uzaklaştı; meydanın bir köşesinde sokak köpeklcri dolaşıyordu. Sürücülerinin çaldığı çıngırak scsleriyle iki çift tekerli arabageçip gitti. Suranjan burada nasıl bir olayın yaşandığını bilmiyordu. Dinsel sınırlar tanımayan köpekler keyifle koşuşuyorlardı, başka hiçbir canlı değil. Belki de boş sokaklarda diledikleri yere gidebilme özgürlüğünün tadını çıkanyorlardı. Suranjan'ın içinden de aynı istek geçti. Her gün tıklım tıklım insan dolan alışveriş semti Matijheel şimdi bomboştu, sessizdi. Ortam Suranjan'ı çocukluk günlerine götürdü. Ne zevkliydi jambura meyvesiyle futbol oynamak ya da çitlerden söktükleri tahtalan birleştirerek kriket sopası yapmak!... Bunları düşünürken gözü, yakılmış bir binaya ilişti. lndıan Hava Yollan'nın bürosuydu gördüğü, tabelalarından, kapılarından, pencerclerinden hiçbir şey kalmamıştı. Birkaç kişi kül olmuş yığına bakarak elkol harcketleriyle gülüşüyordu. Suranjan gözlendigini duyumsadı. Yanık büronun önünden hızla uzaklaşmaya başladı. Ne işi vardı ki yanık binalannönünde?.. Komünist partinin bürosu önünde halkın toplanmış olduğunu gördü. Sokak taş doluydu. Büronun hemen bitişiğinde, Suranjan'ın zaman zaman uğradığı bir kitabevi vardı. Onu da rahat bırakmamışlardı. Yan yanmış bir kitaba bastı: Maksim Gorki'nin "Ana" adlı romanı. Bir an için Pavel Vlasov'u gördü• 1 I
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle