Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
YUNUS NADİ ÖDÜLLERİ 100] ROMAN Talip Apaydın, Ahmet Cemal, Konur Ertop, Muzaffer Uyguner, Prof. Tahsin Yücel. Seçici kurul roman dalında ödfilii iki kişi arasında paylaştırdı. HASAN ALÎ TOPTAŞ 1958 yılında Denizli 'nin Çal ilçesinde doğdu. 1976'da UşakMeslek Yüksek Okulu 'nuyarıda bırakıp bir kamu kuruluşunda çalışmaya başladı. Uzun süre çeşitli dergilerde yayımlanan öykülerini 1987 'de "Bir Gülüşün Kimliği" adıyla yayımladı. Ikinci kitabı, "YoklarFısıltısı" (öyküler) 1990 'dayayımlandı. 1992 'de Kültür Bakanlığı 'nca düzenlenen bir yarışmada "Sonsuzluğa Nokta " adlı yayımlanmamış romanıyla mansiyon aldı. Aynıyıl Çankaya Belediyesi ve Damar Edebiyat Dergisi 'nin düzenlediği yarışmada birincilik aldı. Bir de şiir kitabı var. Adı "Yalnızlıklar". Seçici K u r u l : k l a r a bakarkcn bulunduğu yerde midir?" Bu soru, Hasan Ali Toptaş'ın usuna öyle bir lakıldı ki, günlerce haftalarca, aylarca düşündü durdu. Sonunda oturdu bir roman yazdı. Adını da "Gölgesizler" koydu. Gölgesizler, "Yunus Nadi Armağanı 1994" yanşmasında roman dalında birinciliği Serdar Rıfat'ın "Parodi Yaşamlar"ıyla paylaştı. Toptaş romanı, "Alabildiğine karmaşık ve büyülü bir laboratuvar. Bilinçdışına Freud'dan, sınıf bilincine Marx'tan öncc cl atan bir labaratuvar" diye tanımlıyor. Kendindcn sözetmek yerine, düşlediklerini ve işlediği "düşsel cinayetleri" anlatmayı daha çok seviyor Toptaş. Yaşamını kazanması gerckincc okulunu yanda bırakıp devlet memuru olmuş, icra memuru hem de. 1976 yılında başladığı öykü çalışmalannı da mcmurluğa koşut sürdürmüş. Yazarlık ve devlet memurluğu, iki düşman ucun bileşkesi gibi. Memurluğundan konuşmayı da sevmiyor, Toptaş. "Gölgesizler"i yazarken, öncelikli amacınn "bir roman yazmak" olduğunu belirtcn Toptaş, asıl amaçladığı şeyi, romanının söyleyeceğini vurguluyor: "Çünkii bir yapıt her zaman, bizim o»söylclmek istediğimizin dışında başka ^cyler dc söyler. Ben öncelikle bir roman yazmayı amaçladım. Bu yolla insanı bulup onu deşmeyi ve dönüştürmcyi... Zaten insanın ötesindc neyi amaçlayabiliriz? 'İnsanın ötesi' dc insan dcğil mi? Roman tekniğindeki amacıma gclince, "Gölgesizler"le çok uğraştım. Bclki yedi, sckiz kez dolmakalemle silbaştan yazdım. Zamanıyla, mekânı, kişilcri vc kurgusuyla epeyce oynadım. En keyiflisi dc kendimlc oynamaktı Sonuçta, cinlerimi kovdum, rahatladım." "Gölgesizler"i, "kayboluşların romanı" diye tanımlayan yazar, "Roman, bir berberin ansızın durup uzaklara bakışıyla başlıyor denebilir" diyor. Çünkü, Toptaş'a göre, okurların birçoğu "Gölgesizler"i okuyup bitirdiğinde başka bir noktadan başlatacaktır, o yüzden "denebilir" sözcüğünü seçtiğini anlatıyor. Hasan Ali Toptaş: Berberin sustuğu bir roman bu İ 111 n s a n uza ve konumlan gereği çok konuşurlar. Hele küçük yerleşim birimlerinde, neredeyse yaşam onların dilinden gelip geçer. "Gölgcsiz'Merdeki berberse, mesleğine ihanet ederccsine suskundur. Roman, onun konuşmadığı şeylerden oluşur sanki. Başka bir ifadeyle, "bu berber bir romanı susmaktadır." Bir de uzak köy var romanda. Düş denizinde bir batıp bir kayboluyor bu köy. Eski söylencelerden, Keloğlan masallanndan fırlayıp geliveren bir köy. Unutmak olanaksızlaşıyor. Durup durup "kendi kaynağı" oluyor yazann. " O köyü başka başka adlarla, gece yanlanna dck kömür ütüsüylc çalışan kasaba tcrzilcrinin, çocukluğumda bana süslü harflerle 'Bayram Tıraşı Peşindir' duyurusunu yazdırarak, bunları aynalanna asan bcrberlerin anlattığı 'aslı yok öyküler' de gördüm ben. Babaannemin sesinde ve sessizliğinde gördüm. Sonra da, bclleğimde kalan yıkıntılannın ortasına oturup kendi dilimdc yeniden kurdum. Her şey gibi, kendi kaynağıma aktım yani... Hcmcn hcrşey berberin çevresinde olup bitiyor. Aslında berberin kcndisi de, olup bitenlerin içinde başka bir olup bitendir. Hatta, anlatıcının bile zaman zaman kayboldu ğu bu romanda, o da kayıptır. Nerede olduğu, kim olduğu bulanıktır. Kentteki dükkanının içinde kaybolmuştur da oradan köyü mü düşünmektedir, yoksa zatcn köydcdir dc içindeki kentte mi yaşamaktadır, bilinmez. Yani bir bakışım söz konusu. İnsanın, baktığı şeyden yansıyarak kendine bakması, kendisiyle göz göze gclmesi. Belki de bu roman, 'İnsan uzaklara bakarkcn bulunduğu yerde midir' sorusuyla aklıma düştü." Toptaş'ın romanı, ben'lerin sonsuz olabilirliklerine doğru, deneysel ben'terle yapılan uzun bir yolculuk. Ya da, "alabildiğine karmaşık ve büyülü bir labaratuvar. Romanın, bilinçdışına Freud'dan, sınıf bilincine dc Marx'tan önce el attığını da vurgulayarak, romana ilişkingörüşlerinişöyleözetliyor: "Burada insan durumlannın özüne inmeye çalışmak korkunç bir uğraş, aynı zaman da da keyifli... Yazarken, belli bir anlayışı bütünüyle koruyabilmek, yapıtı ille de onun kalıplanna oturtmak bana olanaksız görünüyor. Hatta önceden belirlenen 'olmazsa olmaz' bir amacın bile, bir ölçüdc anlatıyı zedeleyeceğini düşünüyorum." Anlatıasldir Zatcn anlatı ilcrledikçe bazı hesaplar şaşar. Güçlü görüncn bazı kurallar kan kaybeder. Anlatı, bir yerden sonra asidir çünkü. Kendi iç kurallarını oluşturur ve onlarla işler. Bir bakıma, çoğu kez kendi buyruğu altındadır." Toptaş, şimdilerde, henüz adını koymadığı bir roman üzcrinde çalışıyor. O bitince, "Gülü Geçmiş Aşklar" adlı yarım kalmış romanı üzerinde çalışacak. Sonrası? Eh o da 'csin perilcri'nin bilcceği iş... ^ kapılarını ve duvarlan iki yanından akıyor gördü. Muhtarın evine geldiğinde bütün köylü oradaydı. Avluyu ağzına dek tıkabasa doldurdukları gibi bazısı da komşu damların tepesıne çıkmıştı. Köpekler bile gelmişti hatta, dıllerini tıtrete titrete kalabalığın içinde gezinip arada bir durarak sessizliği dinliyorlardı. Ortalık pek de sessız sayılmazdı gerçi. Avludaki uğultu muhtarın bedeninden yayılan kokuyla birlikte ince ince tüterken, evden yeri göğü yıkan acı çığlıklar yükseliyordu. Muhtarın karısı içerdeydi; kocasını görmemesini söylemişlerse de inat edip bakmış kocası yerine kurtçukların yuvalandığı mor bir et yığınıyla karşılaşınca da hemen bayılmıştı. Yuzüne testıler dolusu su serpiyorlardı şimdi, bırbirine kenetlenen dişlerini tahta kaşıkların sapıyla açıp burnunun dibinde sarmısak eziyor ya da ıslak yanaklarını hafıf hafif tokatlıyoriardı. Derken, kendine gelip gözlerini açtı kadın; ama imamın kocasını yıkamak istemediğini duyunca, muhtar ikinci kez ölmüş gibi yeniden bayıldı. O sırada imam hala diretiyordu avluda, kalabalığın ortasına dikilmiş, bagışlanmayı dileyen ılık bir sesle, intihar eden kişinin asla yıkanamayacağını, dinin buna cevaz vermediğini söylüyordu. Ona göre, muhtarın yurdu cehennemdi artık; sevabı ne denli çok olursa olsun, kendi canına kıydığı için oraya gitmekten kurtulamayacaktı. "Gölgesizler" önümüzdekl günlerde yayımlanacak. G Ö L G E S İ Z L E R ... Muhtarı ipin ucundan berber indirmişti. Onun incelmiş boynunu, göbeğine doğru sarkan dilini ve belermiş gözlerini görür görmez kapının önüne çöküp kalan bekçi hiç kıpırdamıyor, konuşmuyor, hatta yüzünü çevirip bakmaya bile cesaret edemiyordu. Sonunda, kim aldıysa aldı, onu ayak altından, kollarına girip bayrak direğinin yanına götürdüler. Bu sıralar muhtar, berberin Cıngıl Nuri'nin ve Reşit'in ayakları dibinde upuzun yatıyordu. Onun, ne zamandan beri muhtarlık odasında olduğunu bilen yoktu. Çenesinın altına sıyrılmış boyun derisine, dışan sarkan diline ve kütük gibi şişen bedenine bakılırsa ipi boğazına takışının üstünden uzunca bir süre geçmiş olmalıydı. Ama bunu berberden başka kimse düşünmüyordu o anda, herkes itişe kakışa içeri dolmuş, sessizce bakıyordu. Dışarıda kalan köylüler de kapıya, pencereye üşüşmüştü tabii... Hepsi, Cennet'in oğluna duydukları öfkeyi unutmuşlardı sanki, kapıntn sağında hala bilekleri bağlı oturmasına karşın hiç kimse onu görmüyordu. Gene de bekçi, köylüler muhtarı bir kilimin üstüne uzatıp götürdükten sonra, Cennet'in oğlunu muhtarlık odasına sokup kapıyı kılitlemeyı ıhmal etmemişti. Bunu yapması gerekir miydi, daha doğrusu ne yaptıgının farkında bile değildi; 432 Kahramanıberber Berber, romanın anahtar kişisi. Hiç adı anılmıyor berberin romanda. Salt onun mu? Birçok kahramanın da...Bir de bu berber, bilinen bcrbcrlcrin aksine hiç konuşmuyor. "Bu berber bir romanı susmaktadır" diyor Toptaş. Roman susmak? Anlatıyor: "Bilirsiniz berberler geveze olur genellikle. Bu geveze sözcüğüne sevecen bakıyorum. lşleri C U M H U R İ Y E T DERGİ 3T E M M J Z tıpkı bir uyur gezer gibi ayakları kendilığınden bir yere sürüklüyordu onu. Elleri kendiliğinden hareket edip bedeni kendiliğinden eğiliyor ya da eğileceğim derken doğrularak başka bir yöne doğru kayıyordu. Sonunda bekçi, köy alanını acele acele geçiyor gördü kendini, avlu 1 9 9 4 S A Y I 11