Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
E N N U R S E Z E R ALMANYA'NIN KADINLARI Berlinli Krüger vinin kapısından giren her Türk bir an duraksardı. Girişteki ayna yüzünden değil, aynanın .üzerine iliştirilmiş fotoğraflar yüzünden. Hemen hemen her ülkeden görüntülerin ortasında esmer, gözlcriylc gülen bir erkek yüzü, Türkçe bir "merhaba" gibiydi. Yılmaz Güney. Beni de etkileyen o oldu. Güney'in yüzü. Bir Alman evinde. Sonra, evi gezdirirken Bayan Krüger'in yaptığı açıklamalar: "Mutfaktaki bu musluk bozuk. Suyu banyodan almak gerek. Mutfaktaki bu bölmenin dc ışığı bo/ıık. Banyu kiivctinin bu kenarı su sızdırıyor..." Sonra evdeki bozuk ampüllerin, çalışmaz düğmelerin E daha estetik açıklamalan geldi. "Salonu abajurlarla aydınlatmak daha iyi. Afişin altında kalmış elektrik düğmesi, şu lambanın fişîni takalım.." Evi sanki Berlin'in özetiydi. Kitaplığı tıklım tıklım dolu, halıları tozsuz., altyapısı bozuk. Üstelik her köşesinde Türkiye'yle ilgili küçük bir şey göze çarpıyor. Televizyonun üstündeki oyalı yemeni, kitaplıktaki bir yol haritası... Ve Krüger'in arada sırada sözlüğe göz atsa da Türkçe konuşmaya uğraşışı. Türkiye'den gelecek konuklar için bir odası olduğunu önceden belirtmişti Türk arkadaşlarına. Bu arkadaşlan yazardı, öğretim üyesiydi. öğrencilerin den bazılan Türktü. Türkiye'ye duyduğu yakınlık buradan mı geliyordu. Tarih ve felsefe öğretmeni oluşundan mı? Yoksa Berlin'in ünlü Türk mahallesi Kruzberg'in hemen yakınında yaşamaktan mı? Bilmiyorum. Ama davranışlan içtendi. Uzun boyluydu demek gerekir mi? Kısa boylu çok az Alman gördüm sanki. Yaşını belli etmeyen kadınlardandı. Büyümüş, olgunlaşmış ve o yaşta kalmış. Otuzlarda. Dünya yazarlanndan bildiğiniz her adı kitaplığında görebilirdiniz. Kimi kitapların birinci ikinci baskılannı da. Uzun ayaklı şarap kadehleri Çin malı fincanlarla yan yanaydı dolabında. Mutfağındaki şaraplann çeşidi ot çaylannın çeşidine eşittı. Sonra peynirler: "Ekstra Alman". Ama onun gözdesi "rose şarap" ve "Türk bakkaldan alınan sarmısaklı, otlu bir peynir"di. Sevinci, Alman öğrencilerini Türk öğrencileriyle bırlikte götüreceği Türkiye ge/isi ıçin bulacağı para desteğı. Bu konuda bir Fıirk ga/etesindeki üç satırlık haber. Türk yazarlarını Almanca çevirılerinden tanıyordu. "Çok a/." Türkıye'yi güneşinden. Bcrlın Duvan'nın hemen berisinde yaşamıştı. Bir komşusu Arap. "Çok güzel ut çalıyor." Bızim için arayıp bulduğu DTI (DutchTürkei 1) kanalında akşamları Türkiye'yle ilgili haberleri bizimle izlıyordu. Haberlerin fımlerin kenannda görünen, arasına bir gölgelemeyle örtülmeye çalışılan kanal simgelerinc, bı/imlc gülerek. Ve her akşam oynatılan Hint fimlerini bizden daha çok ilgiyle i/lıyordu: "Melodram happyende ulaştı mı?" Ona evlenmemiş gençkızlann çağrıldığı "Frolayn" dıye seslendiğimde, arkadaşlanm hemen düzcltlıler. Ncden bilmiyorum. Ben Cermen söylencelerinin "ebedi bakircsini" görmüştüm onda, ciddı ama iyımser, kültürlü ve becerikli. Üstelik görünümü güven verici. Ne güzel diyebilirdını/ ne de çirkin. Ama kesinlikle sıradan değil. Cîünter Grass, Anna Scghers, Bertolt Brccht üstüne konuşmaya başladık mı ortaya sözlük çıkıyordu ister istemez. Türkçe sözler Almancaya, Almanca sözcükler, kavramlar Türkçeye çevriliyordu. "Kültürce"ydı konuşmalanmız. Türk yazarlanndan çevrilenlerin çoğu vardı. Yine de adlan, kitaplann yaklaşık adlannı, antolojilcrın ha/.ırlayıcılannı not ediyordu: "Kütüphanedcn bulunım." Krüger'e bir tek soruyu hiç sormadım. Soramadım. Kütüphanenın bir köşesindeki fotoğrafı. Fotoğraf bir evde çekilmişti. Bellıydı. Aralarında ancak bir yaş olan iki küçük çocuk makineye değil foloğrafı çckcne bakıyorlardı. Bir akraba çocuğu muydular? Peki, yakınlan nerdeydi? Nedense ona geçmişini sormadım. O da yalnızca gelecekten söz ediyordu öğrencileriyle bu bahar yapacağı geziden. Aynlırken, birden boynuna sanldım. lçtendim. "Annalisee" dedim. "Bana Almanları sen sevdirdin." Güldü. tçtendı. "Ben tipik Alman değilim ki..." Değil miydi? Peki tipik Alman nasıl olurdu ki?. < OERGİ 3 1 O C A K 1 9 9 3 S A Y I 358 10 C U M H U R İ Y E T