Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
İki yiizii keskin bir bıçak: Onanm hşap yeşil zemin üzerine oyma tekniğiyle işlenmiş üzüm salkımları ve asma yaprakları, Edirne ahşap oymacılığının belirgin bir özelliğidir. Ahşap sedirler, kutu ve çekmeceler ve de kavukluklar Edirne işçiliğinin belirli unsurlarıdır. Biliyoruz ki Edirne'de çok uzun yıllardan beri ahşap oymacılığı son derece gelişmiştir. 19. yüzyıl ortalarına kadar Batılı tarzda yaşantı, Osmanlı topraklarına uygun değildi. Yani bizi ilgilendiren tarafından göz atarsak, şunu görürüz: 19. yüzyılın ortalarından itibaren, Dolmabahçe Sarayı'nın döşenmesinden sonra, Batı tarzı eşya, saraylarımızdan konak ve yalılara, ardından da büyük evlerimize girmişti. Artık bizimde koltuklarımız, masa ve iskemlelerimiz, yatak odası takımlarımız vardı. Ama Batı'nın sanat hayatımıza girmesi, yüzyıl öncesine rastlar. 18. yüzyılın ortalarından itibaren özellikle tezyinatlarda, süslemelerde Batı tarzı ortaya çıkar. Giyim kuşam, yaşam bunlar birbirine bağlı ve iç içe kavramlardır. Sandalyede oturma, çatal bıçak kullanma gibi kavramlar, kendiliğinden yeni sanat eserlerinin doğmasına sebep olurlar. Şimdi yani başımda duran Edirne sehpayı seyrettiğimde, bu düşünceler kafamda birbirini izledi. Edirne sehpanın zemini geleneksel yeşil renkte, üzüm salkımları ve yapraklan yaldızlı. Dikkatlice bakılınca, bir 'elden gectiği' belli oluyor. Ne demek 'elden gecmek' yani bir zamanlar tamir görmüş demek. Işte işin püf noktası burası. Dile kolay, 100150 yılın ötesinden gelen eserler, hem de ne zorluklarla bugüne ulaşmışlar. Hoyratça kullanılmışlar, miras paylaşmalarında belki kadir bilmezlerin eline düşmüşler; ama herhalde en önemlisi de yangınlardan kurtulmuşlardır. Yangınlar yalnızca evleri yakmıyordu o günlerde, mahalleler yanıyordu, bir yandan da eserler... A de bize o günleri iyice aktarabilirler mi? Konuyu açmak için şu önümdeki Edirne sehpayı biraz daha inceleyelim. Bu arada, tanıdığım, bende iz bırakrruş daha önceki Edirne eşyalan da belleğimden geçiriyorum... Evet, şu bizim Edirne işi sehpaya dikkatle göz attığımızda ilk göze çarpan, yapılan tamirin 'eskilerde' yapılmış olması. Ama kullanılan malzeme, ya paradan kesildiği için ya ustanın yetersizliğinden, bilgisizliğinden bambaşka bir hal almış. Yaldızlı kısımlar, altın varakla yaldızla nacağına "bronzina" tabir edilen bakırı bol, yapımı kolay bir şekilde yaldızlanmış. Yaldızlanmış da ne olmuş! O görkemli 'şıkır şıkır' altın varak yerine sönük, pısırık, feri gitmiş, soba borusu yaldızı gibi bir renk kalmış. Halbuki 4050 yıl civarındaki altın varağın alacağı patineyi eskimeyi, oksidasyonu da düşünürsek, 'tam keyifli' bir Edirne parçayı seyredebilirdik. Daha önemlisi, yapıldığı zamanın özelliklerini aynen yansıtırdı söz konusu restorasyon. İşte, özgün, 'parçalar' döneminin özelliklerini kaybetmeden onarılırdı. Tabii ki, bizim konumuzun biraz dışında kalan bina restorasyonları için de bu durum geçerlidir. Aslına uygun yapılmayan bir onarım bizde bambaşka imajlar, duygular uyandırır. Konuya dönersek, şunu görüyoruz: Sadece gunümüzde değil; bundan 4050 yıl öncesinde de yanlış yapılmış olabilir restorasyonlar. Biz; bugünün kuşağı, çok dikkatli olmahyız: Eserlerin azaldığı, eski ustaların iyice seyrekleşip yerlerine kendilerine denk başkalarını yetiştirmeden çekip gittikleri bu ortamda, onarım, zor iş! Elimizdeki 'babadan kalma' bir eşya yı ya da bit pazarlarından, eskicilerden satın aldığımız bir mobilyayı onarıma verirken iyice hassas, iyice dikkatli olmahyız. Neyi tamire verdiğimizi, bu eşyanın neresinin nasıl onarılacağını bilmemiz gcrekir. Yoksa eldeki eşyaya bambaşka bir kimlik getiren ya da onu kimliksiz kılan restorasyon eşyayı korumaz, olsa olsa bozar. Osmanlı Sarayları'ndaki, büyük konaklardaki, evimizdeki 'babadan, dededen kalma' eşyalar... Onları gerçekten dünü anlatan bir biçimde gelecek kuşaklara aktarmak istiyorsak, görevimiz büyüktür. iyice araştırıp yapıldığı günün tarzında, meraklı için, dikkatli gözler için, sırıtmayacak bir onarım yaptırmalıyız. Tabii bu öneri, yalnız mobilya için değil; hat, tablo, porselen gibi eserler için de geçerlidir. Eskiye ilginin arttığı gunümüzde, korumacılığı, restorasyonu, doğru yaparsak, denetlersek, yarınki kuşaklara hem keyifli, 'tadında' hem de otantik özelliklerini koruyan eserler bırakmış oluruz. Antikacı, koleksiyoncu, sanatçı ve tabii ki ustalara düşen çok önemli bir görevdir bu. Konuya, Önümüzdeki sayılarda tekrar dönmek Uzere. < Düşünun, bu badireleri atlatmış eserler hoyratça onarılsa ne olur! Hemen söyleyeyim; devrinin özelliklerini kaybederler. Kültür mirasımızın özelliklerini yansıtmayan eserlere, bilmem artık sanat eseri, eski bir eser denir mi? Haydi eser dense C U M H U R I Y E T D E R G İ 14 N I S A N 1 9 9 1 S A Y I •Edirnekâri1 bir kavukluk onarılıyor: Kuledibi esnafı arasında "Yaldızcı Aziz" diye tanınan Aziz Dönmez, eski Asmalımesçit'ten yetişme 2 6 6 21