Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
G Ü N L Ü K / Salâh Birsel Sait ve Muhip 17 Şubat 1988 arıkatürcü Ali Ulvı'nın Maçka'daki cvi. Kapıyı eşi Bayan Alev açıı. Salon. Kahveyi nasıl içersiniz? özür dileyince "Nes?" dedi. Ona da teşekkUr eltim. Kurabiyelerden de perhizde olduğumu söylcycrek sıyrıldım. Bu sırada salona Ali Ulvi girdi. Ev kılığım ancak değiştirmişti. Bayan Alev çekildı. Ne ki, bu kez bir tabak içinde, soyulmuş ve dilimlenmiş elmalar getiıip önüme bıraktı. Artık ses çıkarmadım. K Laf hcmcn yerini buldu. Canım parçası ve sevdiğim, gö/leri güzel kılaplar bir bir boy boyladı. Ali Ulvi gerçek bir okuma maratoncusu, Kuran'dan, Incıl'den tutun da Kate Millett'in Clnsel Politika'sına, Erik Jan Jürcher'in birkaç ay önce yayımlanan rVttlli Miıcadele'de tttlhalcılık'ına değin hcmen hemen çengel atmadığı kitap kalmamış. Gençliğınde, haftada iki kitap hatmcdcrmiş. lnce ve küçük olduğıı vakit de dört. Çalışma yönlemi de değişikmiş. Son yıllara kadar gündüz uyur, gecenin rozası altın değer sessizliğinde de kitap okurmuş. KarikatUrlerini de sabah açılmaya başladığında çizermiş. Derken laf Sait Faik'e kaydı. Onunla tanışıklığı ölümünden Uç yıl önce başlamış. Sait'in Kulis döneminde. Kendisine değer vermeye başlaması da Sait'in bir gün kahvede Gide'den açtığmda baş vermiş. ÇUnkü Gide'in bir sözünü bir türlu anımsayamıyormuş. Ali Ulvi ise o günlerde, bol kepçe Gide okuduğundan onıın bulamadığı terımi aladışappak fıslayıvermiş: "Karşılıksız eylem". Hem de bunıııı yanına terımin Fransızcasını (acte gratuit) katmayı da unutmamış. Sait'le çokluk Kulls'le buluşuyorlar, öbür arkadaşlanyla birlikte tiyatroya, sinemaya, meyhaneye gidiyorlardır. Ali Ulvi o zaman filmci Nahit Ata Hiç ummazsın, Sait çok iyi kafa vuAır, diz çıkarır ve aparküt çekerdi. Bizimkiler az sonra Taşlık'ta (Maçka), Kuzu'dadırlar. Yanlarına Ahmet Ustel'ı de almiilardır. Yani oraya ÜstePin arabasıyla gelmişlerdir. Ortadan kaybolan süzgün ve büzgün Hatun'un oraya gideceğini hesaplamışlardır. Gerçekten de ordadır. Bu kez de kütuk gibi bir adamın aıkasına sığınmıştir. Boyu Sait'tcn de Ulvi'den de (lm 93) kısadır ama yüzünün çıtçıtı bozuktur. Ulvi adama bakar bakmaz bunu sezmiş ve bir vtiyyyy çekerek: "Kulis'te dört adamın suyunu çıkardık, ister misin bu adanı da burda UçUmüzü birden pataklasın" demiştir. Adamı Sait'in gözü de tutmamıştır. Ama yiğitliğe toz kondurmamak ıçin ilerlerler. Al sana papaz, adam Ahmet Ustel'in Galatasaray'dan sıra arkadaşı çıkmasın mı? Bu durumda kavgaya ve de gönül kırmaya ne gerek! Sarma cigaralar ve tokalaşmalar olur. Süzgün ve bU/gün Hatun'la da barış imzalanır. Çıtıçıtı bozuk adam onları masalanna da buyur ederse de bizimkiler daha çok yüz vermek istemezler. Dışan çıktıklarında Ali Ulvi tuhaf bir görünUmle karşılaşır. Sait, daha önce nereden alınışsa almış, cebinden küçüklU, büyüklü bir sürü taşı çıkarıp yere atıyordur. Yahu bunlar ne? Kavgaya geldik ya. Ali Ulvi'nin Ahmet Muhip'le de tatlı bir ahbaplığı olmuştur. Onunla tanışması 1947 yılındadır. Ali Ulvi o vakitler Ankara'da. Ve de tırıl mı tınl. Gece gUndtlz iş arıyordur. Bir ara Konya Tad Aşevi'nde bulaşıkçılık yapar ama bu onu hiç açmaz. Bir gün kendi kendine der ki: Yahu ben resim yapıyorum. Karikatür yapıyorum. Kendime göre bir iş bulmalıyım. Ankara'da iki dergi çıkıyordur: Çocuk ve Türk Kariını. Çıkaran da Çocuk Esirgeme Kurumu. lçinde çok voyvo resimler vardır. A, ben bunlara resim çizeyim. Dergiye resim gönderecektir, ama Yazı Işleri Müdürü (Ahmet Muhip Dranas) üzerinc bir araştırma yapar. Hani yok mu, ne tür resimden hoşlanıyor? O sıralar ortalarda Kâmuran Bozkır vardır. Şair ve sporcu. Boyuna bisikletle gezer. Fethi Giray'la bir iki cilasun da çevrededir. Onlardan Muhip'ın resimlerden çok, kadınlara değer verdiğini öğrenir. Ben işi garantiye alayım. Oturur "Altın Saçlı Dev" adında, çocukluğunda dinlediği bir masalı yazar. Resimler. Çini murekkep filaıı. Bir de tek renk atar. Ycşil, sadece yeşil. Dergide tek renk kullanılıyordur. Ona dikkat etmiştır. Altına da imza olarak bir ki7 adı yazar: Atiye. Gönderir Üç gün, bej gün. Tak bir mektup Ç.E.K. başlığı. İmza: Ahmet Muhip Dranas. Aldı Ali Ulvi: Mektubu aynen okuyorum: "Görüşmek üzere filaıı gün, lıları saattc II ldare Kurulu'na gelmenizı rıca ederım." tl fdarc Kurulu mu? O da nerden çıktı? Haa dergınin yönetım yeri olacak. GünU gcldi. Kalktım giltim. Ç.E.K.'ya girdim. Bir kal çıkıyorsunu/ böyle. Sağa doğru bir yol. Bir de sola doğru. Soldan iki kat mı çıktım ne. Neresi? Gösterdiler. lçcri girdim. Geniş bir oda. Solda bir ma sa. Masada, gö/ünü bir k&ğıda yaklaştırmış, okumaya çalısan bir adam: Muhip. ilk kez göruyorum onu. Başını şöylc eğdirmiş. Hiç doğrultmadan döndürdü. "Evet" dedi. Ben yanıldım, Atiye'yi unuttum. Kendı adımı söyledim: "Ben Ali Ulvi Ersoy". Evet ne istiyorsunuz? O zaman uyandım ki benım öteki imzayı söylemem gerek. Efendim ben Atıye Hanım'ın kardeşiyim. Size masal göndermiştik. Evet, kendisi nerde? Kendisi tstanbul'da. Eniştemle mahkemeleştiler. Ayrılacaklar. Kocasından ayrılan bir kadının daha çckici ola Eşi Munire Hanım ve kızı ile birlikte, şair Ahmet Muhip Dıranas (19081980), Ankara'da 1950'li yıllarda, Çocuk Esirgeme Kurumu Başkanı olduğu günlerde cagını düşünmüştüm. "Onun için Istanbul'a gitti" dedım. Muhip çok rahat bir nefes aldı. Hoşuma gitti bu. Buyrun efendim, buyurmaz mısınız? Neyse ben buyurdum. Oturdum oraya. Dedi ki: Bizçok beğendik o resimleri, bayıldık. öyle resim yapan yok hiç. Efendim resimleri ben yapıyorum. Eee, Atiye Hanım'ın imzası var. Masalı o yazdı. Resimleri de ben çizdim. Sonra onlara kendi imzasını attı. Hallahallah, çok begcnmistik onları. Peki kendisi ne zaman gelecek? tşte mahkemenin sonucunu alır almaz. Bu yakınlarda gelir herhalde. Peki, siz bize resim yapar mısınız? Ben elden kaçırmak istemiyor, diye dUşündum. Yaparım elbct. Bana birtakım öyküler verdi. Resimlerini istedi. TeşekkUr ettim, çıktım. Artık belirli günlerde oraya gidiyordum. Resimleri götüruyorum. Muhip alıyor. Resimler dergilerde çıkmaya başladı. Türk Kadım'na kapak da yapıyorum. Muhip'le, giderek samimi olduk. Onun çok yakın davranışlarını öğrendim. Söz gelişi onun telefon çapkınlıkları vardır. Açar, konuşur, konuşur. Sesinedegenizden hafif bir ton verir. Arada bir de beni çağırır, dinletir bana. İki ay gecti, Uç ay geçti. İyi de para alıyorum ordan. Geçim sıkıntısı yok artık. Evimin kırasını veriyorum. Doğru dürüst yemek yiyorum. Bir gün evde yaptığım rcsimlerin dışında, orda çizmek üzere birkaç vinyet verdi. Oturdum, yapıyorum. Çizerken birden böyle rahatsız oldum. Bana bakıldıgını sezerim ben. Bakmadan sezerim. Başımı kaldırdım ki Ahmet Muhip'in gözlerı üstümde: Senm bu kızkardeş hikâyesi palavraydı, drğil mi? Ben çok sakin. Hiç bozmadan "Evet" dedim. Neyse iyi oldu. İyi bir ressam kazandık. Ali Ulvi o günden sonra Muhip'le daha güllüm, kallım olur. Muhip ona şiirlcrini okuyor. Kinıi akşam da birlikte çıkıyorlardır. Bir gün ona Gölgeler'i de verir. Okuması için. Oyun üç yıl önce lstanbul Şchir Tiyatrosu'nda oynanmıj, büyük alkışlar almıştır. Dört perdedir. Ulvi okuyup bitirdikten sonra der ki: Yahu hoca, bu dördüncü perde gereksiz. Oyun üçüncü perdede bitiyor. Ordaki son bölümü üçüncü perdeye aktarsanız, dördüncü perdeye gerek kalmaz. Muhip onun yüzüne uzun uzun bakar. Sonra: Doğru be! Gerçekte Çocuk Esirgeme Kurumu minik bir akademidir. Çalışma dışında sohbetler gırla gidiyordur. Ulvi de laf üretmeye, şakşışefeye bayılır. Baki Süha geliyor. RUştü Şardağ geliyor. Çetin Altan geliyordur. Ulvi, Çetin'i orda tanımıştır. Bir gün Yaşar Nabi dedüşer. Muhip de ona keskin bir solcu söylevi çeker: Bir sanatçı işçidcn, emekçiden yana olmalı. Fildişi kulesinde oturup da böyle kişisel sorunlarını dile getirmesi yanhştır. Bunlar Muhip'in şiirinde yapmadığı şeyler. Ali Ulvi o gün bu sözlerden pek tedirgin olur. Hele Yaşar Nabi gittikten sonra Muhip'in: "Eee, tabii böyle konuşmak gerek" demesini pek yadırgar. Ali Ulvi, Muhip'le ilgili bir anısını da şöyle anlattı: Bir gün yine Ç.E.K.'dan çıkük. Sus Sineması'nın altına geçtik. Sağda bir kapı var. Merdivenle diklemesine aşağı ınilir. Orda da bir sahaf. Eski kitaplar satar. Dükkânın önüne geldik. Muhip şöyle bir kitaplara bakü. Ben de hep bakarım. Ve kendi kitabını gördü: Gölgeler. Mavi bir kapak. Aldı kitabı eline. Rahatsız olmuştu, kitabının ucuzcuda bulunmasından. Şöyle açtı ki kitapta kendi imzası: "Sayın Bedrettin Tuncel'e hürmetlerimle. Ahmet Muhip Dranas." Tarihi de var. Nasıl bozuldu anlatamam. Bana gösterdi. Parasını verdi aldı. Kalemini çıkardı. Başladı gulmcye. "Bak, bak" dedi. Ben de bakıyorum. Kitaba, eskı ya/dığının allına şunları ekledi: "Sayın Bedrettin Tuncel'e ve bu kitabı sahaflardan satın alacak mcçhul okuyucuya hUrmetlcrimle. Ahmet Muhip Dranas." Bir tarih daha attı. O günün tarihi. Eve gidecekti. Evi mevi unuttu. Bir yerden kağıt aldı. Kitabı içine koyup sardı. Sonra postaneye yürüdük. Kitabı postaya verdikten sonra dinginleşti. 27 mayıstan iki, Uç ay sonra Ali Ulvi ona bir kez daha rastlamıştır. 1948 yılından ben ilk kez görüyordur onu. Rölöve şapka. Beyaz saçlar. Eller paltonun cebinde. Karşı kaldırıma geçmek Uzeredir. Ali Ulvi ona doğru yürür: Mcrhaba Muhip abe. Ben Ali Ulvi. Muhip'e .sarıldı, sarılacaktır. tlişkileri öyledir. Ama Muhip kendisine bu/. gibi bakışlarla bakar. ellerini cebinden çıkarmadan da: " ranıdım" der. Sonra da: Beğendin mi yaptığınızı? İyi mi oldu? Yürür karşıya geçer. Bu, Ulvi'nin Muhıp'i son görüşudür. Saıt Faık Abasıyanık (19061954). man ve Ahmet Ustel'le Cihangir'de bir evde oturuyordur. Ev kulüpgibidir. Bir üs, karikatürcülerın çoğu lannnın gilnü ordadır. Herkes karikatürunü orda çiziyor, bir yerlere gidilecekse orda karuı altına alınıyordur. Orada zaman zaman özdemir Asal'la Sait de görünür. AJı Ulvi bir gun Saiıle yanyana bir kavga da çevırır. Yınc Istiklal Caddesi'nde, Atlas Sineması içindeki Kulis'tedirler. Birden üslerine dört delikanlının geldiğini görürler. Fıntı, fınh, fınh, burunlarından soluyorlardır. Bunlan az biraz önce tartıştıkları süzgıln ve buzgün bir bayan gönder. mıştir. Nedır, Sait'le Ulvi, o dört genci öyle bir paspasıan geçirirler ki zavallılar "kaçmak gürbüz bılımdir" süzme sözüne uymaktan başka çıkar yol bulamazlar. Ali Ulvi: 20 Şubat 1988 Muhip'in Gölgeler'ini 45 yıl önce Istanbul Şehir Tiyatrosu'nda seyretmiştim. Belleğimde aksırıklı, tıksırıklı bir tortudan başka bir şey kalmadığı için dün bütün gün, bugün de saat 13.00'e değin onu okudum. Oyunculardan biri (Oğul) bir aralık şöyle diyor: tnsanoğlunun mutsuzluktan kurtulamadığı bir dünyada, insanca bir düşUnüş, gerçek bir değer, ölmez bir güzellik vardır denemez zaten. Insanlar sürünsün, aç, tutsak, acılı, onursuz; sonra büyük dUşüncclerden, yenilmezgüzelliklerden, bilmem ne değerlerden dem vurulsurı. Laf. Insana ilkin insanca yaşamak gerekli. Gölgeler'den önce Çıkmaz adındaki öbür oyunıınu da okudum. O da 1947 yılında lstanbul'da O Böyle Isteme/di adıyla oynanmıştı. Okuduktan sonra bile, hemen hemen hiçbir yerini anımsayamadım. Oysa onu da görmüştüm. D 18