Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Ö Y K Ü Samim Kocagöz Baskın "Bunlar adama çok kötü bakıyorlar" diye söylendi; tuttu karısının elinden geri geri çekildi. Ayazlığa, asmanın altına geldiler. "Varem, Mehmet'i uyarayım" diye eve yürüdü, korka korka iki yakasına bakınarak Fatma. "Oğlumuz uyansa da bir faydası yok ki.. Ne yapacak? Ne yapabilir şu uğursuz kargalara?" diye karısının ardından söylendi Ali. Sonra şöyle bir kendisini yokladı Ali; ben niye korkarım, bu kargalardan neden korktum diye. 'Yaşlandım be yahu!' diye söylendi. Yüzünün çizgileri sertleşti. Bu kez 'ülen icabına bakarız be bu kargaların' diye akhndan geçirdi. Bu sırada oğlu Mehmet, don gömIek evden dışarıya fırladı: "Hani.. nerede bu kargalar!" diye bağıraraktan karaağaçların altına doğru koştu. Kuyunun başında çakıldı kaldı. Gerisin geriye döndü eve girdi. Bu kez ceket, pantolon, ayakkabılarını giyinmiş olarak bahçevanlığın içine doğru hızlı hızlı, öfkeli öfkeli yürümeye başladı. Ali, "Ne de olsa askerliğini yeni bitirdi; barut gibi bizim oğlan..." diye söylenerek kalktı, oğlunun arkasından yürüdü. Evin kapısının önüne çıkan karısına da, 'Ne var uyanır uyanmaz bizim oğlana kargaları söylecek?' diye çattı. Sınırından sınırına bahçeyi korkuyla dolaştılar. Ne ki baba oğul, korkularını birbirlerine söylemediler. Ne yeni yetişen fideler, ne boy vermiş fidanlar, ne de olgun sebzeler görünüyordu. Sanki bahçevanlıklarının üstüne kapkapa birörtü örtülmüştü. lri, kara, kapkara kargalar öylece hareketsiz çökmüşler, oturmuşlardı. Baba oğula ters ters bakıyorlar dı. Ali, "Oğlum Mehmet, şu surüyu bir ttrküt bakalım" dedi. Mehmet, iki yakasında taş arandı; bulamadı. Bahçeyi karış karış çapalamış tertemiz eımişlerdi. Şaşkınlığını üstünden atıp, "Hayda! Vardı geliyor ha!" diye bir nara atarak kendisini kargaların Ustüne kaptı koyverdi. Kargalar, şöyle bir sağa sola uçar gibi yapıp delikanlıya sanki koşacak yer açtılar. Alaylı alaylı bakmaya başladılar... "Aman baba!" diye bağırarak eve doğru koşmaya başladı Mehmet. Hem koşuyor hem söyleniyordu yüksek sesle, "bunlar bahçemizi dümduz edecek!" "Edecekler ya.. ederler ya..." diye söylenerek Ali, oğlunun arkasından yürüdü. Yürürken de dönüp dönüp kargalara bakıyordu. Evin önüne, ayazlığa geldiğinde, oğlu evden dışarı fırladı: "Bulamadım baba! Tüfeğimiz nerede?" "Ovada, vadide, kimde varsa, canım işte bütün milletin tüfeklerini toparladılar. Bizimkini de komşularınkini de aldılar..." "Nedenmiş o, neden aldılar tüfeklerimizi?" "Başka biçim bir hal varmış ülkede... Olan hal mi, olmayan hal mi? Her ne demekse..." "Ne zaman aldılar tüfeklerimizi?" "Sen askerden gelmeden birkaç ay önce..." "Demek bizi kargalara teslime niyet etmişler... Bilseydim terhis olurken komutanımdan bir tüfek isterdim." "Komutanın sana tüfek vermezdi; beyliktir o tüfekler... Hem askeriye sivil işlere karışmaz..." "Şimdi bu karga sürüleri sivil mi?" "Bre oğlum, askere benzer bir yanları var mı? "Ne yapacağız, ne olacak şimdi?" Mehmet bu soruyu babasına sorarken, iler Servar Tanllll'ye S ofra örtüsünden topladığı ekmek ufaklannı avcunun içinde sıkı sıkı tuttu. Bunlarla yetinmedi; mutfağın alacakaranlığında masanın üstündeki somundan bir dilim daha kesti. Dilimi ufaladı. Avcundan bıraktığı ekmeklere bu dilimi de karıştırdı. Yeniden iki elininin arasına aldığı ufalanmış ekmekle evinin önündeki ayazlığa çıktı. Ayazlığın Ustünü örten asmanın yeşil yaprakları arasındaki koruk salkımları Uzüme dönüşüyordu. Ağaran tan yerinin aydınhğında salkımlara bakardı her sabah. Sonra asmanın kökünün çevresini süsleyen akşamsefalanna, kadifeçiçeklerine.. Akşamsefaları daha yumulmamışü. Yürüdü, çiçeklerin önündeki beyaz taş döşenmiş, kuyuya giden yolluğa çıktı. Avcundaki ekmekleri bembeyaz bir taşın Ustüne yaydı. Dönüp ayazhktaki sedire ayaklarını uzatıp oturdu. Güneş doğmak üzereydi. Bahçevanlığın üstünde, toprağa değin inmiş ince bir sis vardı. Haziran sonu olmasına karşın sabahın ayazı ortalıkta kol geziyordu. Komşu bahçe le. evlerinin bacalarından çıkan dumanlar, yayıla yayıla yükseliyordu. Sağ yakasını göremiyordu; o yakada da herhai komşular çay, çorba kaynatıyorlardı. Yemyeşil vadi, karşıdaki ulu, göklere yükselen dağların tepesinden başını gösteren güneşle pembeye boyanıyordu. Evin kapısından karısı başını uzatıp sordu: "Bi çay daha içer misin?" "lçerim.." karşılıgını verdi, ama o da karısına sordu: "Sen bu sabah kuşların, serçelerin sesini duydun mu?" "Duymadım!" "Ya kumruların?" • "Bilmem.. kulak vermedim herhai..." Adam, uzamış sakalını kaşıdı. Gözlcrini taşın üstüne yaydığı ekmek ufaklarına dikti. Nereye gitmişti bu kumrular? Her sabah verdiği ekmek ufaklarını yemeye gelirlerdi. Her sabah, henı de sabah karanlığında 'Gugukguk... gugukguk.. nerdesin?' diye diye onu uyandırırlardı. O da; o nazlı, o kibar, o saf, güzel kumrucuklara ekmek ufalardı. Ya ser çeler? Kıyametleri koparırlardı. Ekmekleri kapmak için kumrulardan önce davranırlardı. Karısı çayını getirene dek düşündü kaldı. Çayı önüne koyduğunda, ayağa kalktı. 'Gel riele' dedi karısına. Kadın başörtüsünü düzeltip kocasının ardından yürüdü. Ayazlıktan çıkıp, kuyuya yöneldiler. Kuyunun başında ıki koca karaağaç vardı. Karaağaçların berisinde dalları evin üstüne değin uzanan bir çam, iki dut ağacı daha vardı. Adamla kadın bu ulu ağaçlann altına varıp, dallarına dikkatli dikkatli bakmaya başladılar. Kadın birdenbire korkuyla adamın koluna sanlıp bağınverdi: "Abooo! Amanın Ali, şu ağaçlann yukarı dallarına bak!" "Gördüm.. gördüm Fatma.. dur hele.. ortalığı kara bulut gibi sarmışlar..." Ali ile Fatma, ne yapacaklarını bilemediler. Yukarıdan, dallardan kara kara, kapkara kargalar, gözlerini dikmişler karı kocaya bakıyorlardı. Ali de Fatma da bir süre bu kapkara kargalara baktılar. Ali,