04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

gitmişti kaldırımda. Arkasındaki genç kızın uyansını duymadı. Daha geriden biri: 'Heyyy, torbalı!' diye seslendi. 'Kopardın kuyruğu, yürü!' Irkildi Numan Bey yürüdü. Sonra, özür diler gibi baktı arkasındaki kıza. Kız, laf olsun gibisinden gülümseyiverdi. Numan Bey özür diler gibi baktnış olduğu için pişmanlığa benzer bir duyguya belendi. Hani, insanın ağzına midesinden ekşi bir su gelir ya bazen; işte böyle bir duyguydu Numan Bey'in pişmanlığı. Peş peşe gelip diziliveren üç otomobilden sonuncusuna bindiler. Numan Bey, şoförün, kız da Numan Bey'in yanına oturdu. Numan Bey, şemsiyesini dizlerinin arasına sıkıştırdı, naylon torbayı da kucağına aldı. 'Akar kokar bir şey yoktur inşallah torbanın içinde?' dedi şoför. 'Yok' dedi Numan Bey. Ârka kanepede oturanlardan biri, Numan Bey'in yanağının dibinden uzattı boynunu, torbaya baktı. Yanındaki kız da torbaya bakıyordu. Kız kaldırıverince gözünü, gözgöze geldiler. Numan Bey, bir söz gerektiğini sandı o an. Torbayı göstererek: 'Emekliye ayrıldım da bugün..' dedi. 'Efendim?' dedi şoför. 'Ben size değil, bayana söyluyordum...' Şoför, kıza baktı, kız pencereden dışanya. tkisi de bir şey demediler. Arka sıradakiler fısıldaştılar. O ekşi suyu, birazcık daha duydu Numan Bey ağzının içinde. Once camın silgileri, sağa sola varıp dönüyor, yol yol inen yağmur suyunu savuruyordu. Yağmur hızlanmış mıydı? Dışarda yol boyu, vitrinlerin ışıkları geri geri akmaktaydı. Şoför, çok mu hızlı sürüyordu otomobilini? Ne sigarasıydı içtiği böyle; dumanı ağdalı, kokusu ağır? Yün atkısının altında, tüm boynunu ter basmıştı Numan Bey'in. Avuçlarının içinde, ıslak ve soğuk, can çekişen bir yük gibi büyümedeydi torba. Numan Bey, 'Ben galiba pek iyi değilim' diye düşünüyor, kendini pek sevmiyordu. Kız, birdenbire: 'Ayyy!' diye bir ses çıkardı, yana çekti kendini. Ojeli işaret parmağıyla torbayı gösteriyordu. Şoför, arkadakiler, Numan Bey; döndüler, uzandılar, abandılar; torbaya baktılar. Torbanın naylonunda kırmızı ve yapışkan bir leke yayılmaktaydı. Numan Bey, öksürük şurubu şişesinin kırıldığını ya da kapağının açıldığını anladı. 'Nedir bu torbanın içindeki, yahu?' dedi Şoför. Sesi, kaba ve korkutucuydu. 'Eteğime bulaşacaktı...' dedi kız. Arkadaki, snıf snıf, burnunu çekti: 'Ne kötü bu koku böyle!' dedi, 'torbadan mı geliyor?' Numan Bey'i, garip ama gerçek aldı mı bir gülme; haydi bakalım, durum büsbütün bulandı. Şoför bastı frene, durdurdu otomobili. ' Size soruyoruz!' dedi, 'ne var bunun içinde?' Numan Bey, öksürük şurubunu filan anlatmaya kalkışsa, püüüh; bir şeylerin büsbütün yavanlaşacagını biliyordu. 'Ineyim ben.' dedi. Kız, hemen açıp kapıyı dışarıya çıktı, Numan Bey'e yol verdi. Bizimki, otomobildekilerin kuşkulu ve hiç de dost olmayan bakışları altında, çabucak dolmuş Ucretini çıkardı, şoföre uzattı. Torbası ve şemsiyesiyle, otomobilden indi. Kız, torbaya deymemeye dikkat ederek, yeniden girdi içeriye. Numan Bey, kapıyı kapatacakken, eğildi otomobilin içıne doğru, tane tane konuştu: 'Bu torbanın içinde ölü bir köpek var!' Hepsi, ağızları bir karış açık, gözleri bir bira şişesinin kıçı kadar kocaman, Numan Bey'e bakıyorlardı. Şoför uzandı, çaat diye çekti kapıyı, bastı gaza; otomobil uçtu gitti. Bir mobilya mağazasının camı önünde, elinde torbası, öylece kaldı Numan Bey. Camdaki görüntüsüne, boyuna bosuna baktı baktı: 'Evet, efendim...' diye söylendi kendi kendine; 'İçinde ölü bir köpek, eskimiş bir torba!' D GÜNLUK Naim Tirali Yaşaltmışıgeçende... Bebek; 30 Ocak 1986 ünler ve yıllatjje denli birbirine benzese de beş yıl, on yıl, yirmi beş yıl, elli yıl, yüz yıl diye, yaşamımızda önemli olan kilometre taşlarının varlığı yadsınamaz. Bunlar içinde de insan ömrünün daha belirgin dönemlerini vurguladığından, onlu yılların baskın bir özelliği olduğu ortadadır. Onuncu yaş, yirmincı yaş, otuzuncu yaş, kırkıncı, ellinci, altmışıncı yaşlar gibi.. llki çocukluğun bitimidir, ikincisi delikanlılığın, üçüncüsü gençlik yıllannın. Kırkla elli olgunluk döncmidir. Elliyle altmış arası deneyimlerden yararlanma çağıdır. Altmıştan sonrası ise sağlık durumuna göre verimliliğin yine sürebildiği ya da artık anılarda yaşamanın ağır bastığı yıllardır. Ama hiç kuşkusuz, değeri her gün biraz daha artan yıllar. Hele birtakım ciddi hastalıklar da yakanıza yapışmışsa, ömrünüzün bu son yılları, kendi kendinizle bir tür hesaplaşma biçiminde geçecektir. Belki hesaplaşma da, tam deyimi değil. Çünkü daha çok, geçmiş yanılgılarımıza bağışlatıcı nedenler bulma çabasıdır yapabildiğimiz. G Son iki yılda iki kez kalp ameliyatı geçirdiğimden, sağlığımın ne denli iyi olduğuna kendimi inandırmaya çalışsam da ölümle her gün burunburuna yaşamanın gerginliğinden kurtulmak olası değil. Belki biraz yeğnikleştiririm diye, bol bol okuyor, fırsat buldukça yazıyor ya da eski gazete ve dergi koleksiyonlarında unutulmuş kimi yazılarımı derlemeye çalışıyorum. Tıpta "Rehabilitasyon" dedikleri, iyiletim yöntemine benzer bir şey, anlayacağınız. Hastalıkla ilgili perhiz, ilaç ve kısıtlamaları unutsam, altmış yaşın nice güzel olabileceğini düşunmekten alıkoyamayacağım kendimi. Çünkü bunca perhize; tatsız, tuzsuz, yağsız yiyeceklerle yetinmeye; düzenli ve kısıilı yaşama zorunluluğuna karşın, rahat soluk alabilmek, çevredeki güzellikleri seyredebilmek, dostlar ve sevilenlerle bir arada olmak, okuyup yazabilnıek, koşamasan bile uygun havada dilediğince yürüyebilmek, başhbaşına bir ergi. 1983 ağustosunda, kırkıncı yazarlık yılımla ilgili, kimi gazete ve dergilerde çıkan röportajlarda da belirttiğim gibi, politika ve daha çok da gazetecilik, otuz yıla yakın bir süre, beni hikâyeden uzak düşürdü. Şimdi arayı kapatma çabası içindeyim. Biliyorum, kolay değil. Ama yürekten isteğim bu. Kısıtlı yaşam koşullarım içinde de olsa, çok şükur okuyup yazabiliyorum. Bu olanağı yerinde kullanabilmekten başka bir düşüncem yok şimdilik. Yine de günlük yaşamın kaygılarından sıyrılıp, insanın kendini tümden yazıp çizmeye verebilmesi, sanıldığı kadar kolay değil. Bunu istediğim ölçüde sağlayabildiğim gün, kendimi daha mutlu sayacağım elbet. Böylece birçok özlemimi, hiç değilse yazma yoluyla giderebİleceğim. Galiba Paul Leautaud'nun bir sözü vardı bu konuda. "Başımdan geçenleri yazarken, bir kez yaşıyorum. Hem de tadına vararak" gibi bir şey. Kendi başımdan geçen kimi olayların öyküsünü yazarken, o olaylan yeniden, hem de zamanında hiç de ayrımına varamadığım ince ayrıntılarıyla yaşamanın küçümsenir bir mutluluk olnıadığını söylemeliyim. Şu da var ki, ne yaşanan her olay öykuye dönüştürülcbiliyor, ne de öykünün kuralları, her zaman gerçeği aynen yansıtmaya uygun duşüyor. O yüzden altmış yaşın eşiğine gelince altmışın cı yılımda, uzunca bir ozyaşanı oykusu yayımlamayı düşündüm. Bir "Altmış Yaş Kitabı" hazırlamak için önümde bir yıldan az vakit kaldı. Üstelik bir tür anılar toplamı olacak böyle bir kitabı yazmak, fazla zaman da almazdı. Hele el altında bazı belgeler de bulunduktan sonra. Ama yine de iş kendini, masa başına oturmadan göstermeyecekti. Nitekim, aradan iki yıldan fazla geçtiği halde, başlayamadım bir türlü. Bu arada, günlakleri de altmış yaş öncesi ve sonrası, aralıksız sayılabilecek bir biçimde sürdürdüğümden, "Altmış Yaş Kitabı" adının, anılardan çok, 1984, 85, 86 yıllannı kapsayacak günlüklere uygun düşeceğini düşündüm. öyle ya bir yıl öncesi ve bir yıl sonrasıyla, söz konusu üç yıl, yoğun biçimde altmış yaşı yaşadığım yıllar olarak, o yıllarda yazılmış günlüklere adını verebilirdi. Altmış yaşıma kadarki yaşamöykümü içerecek kitaba da aşağı yukarı sekiz on yaştan sonraki elli yılın özeti olacağı için "Yarım Yüzyıl" demek, daha da yaraşacaktı. Nesin Vakfı Yıllığı'nda, ellinci yaşım için bir röportaj yayımlanmıştı. Perihan Tok'un sorularını, Vatan Gazetesi yönetim yerinde, gürültü patırtı içinde yanıtlamıştım. Baktım da "Yeniden yazmaya başlamakta en güç olan, ilk hikâyeyi yazabilmek. Onu yazsam, diğerleri kolay gelecek." demişim İ975'te. "Vatan"ı Numan Esin'e devredince, hikâye yazmaya başlarım artık sanıyordum. Ama Ankara'da yeni bir gazete denemesi, "lkti sat ve Ticaret" beş yıl daha oyalddı benı. Ancak gazeteciliğe paydos dedikten sonra, 1982 martında başlayabildim yeniden yazmaya. O da koroner yetersizliğimin artması ve doktorların, bir süre kesin ev dinlenmesini salık vermeleri üzerine. O tarihten beri, araya hastane ve ameliyat günleri de girdiğinden, dördüncü öykü kitabım "Piraziz Nere, Berlin Nere?", ancak 1985 başında yayımlanabildi. Sağlıklı olunca, insan altmış yaşa da yetmiş yaşa da pek önem vermez. Ama bir hastalığın baskısı altında geçen günler, ister istemez zamana karşı bir yarış havasına bürünüyor. Bir şeyler bırakabilmek, bir hoş seda, bir güzel anı... Hepsi de ölümlü insanın, çaresizlik içinde, kendini oyalamaya yönelik çırpınışlan aslında. Belki de bir aldatmaca. Ama kimseye bir zararı yok. Bir yazarın, uzun yıllar görevini savsaklamış olmanın pişmanlığıyla, gecikmelerini kapatabilmek için, sel önünden kütük kaparcasına bir telaşla, kaleme sarılması... Yaşam boyu görüp duyduklarını, kendisiyle •götürmemek, yararlanılabilir örnekler olarak, anlayışlı ve meraklı okurlarıyla paylaşabilmek isteği. Bu içten istek, ister sevilen yazarlara öykünmekten kaynaklansın, ister bağlılığına güvenilen okurlara bir minnet borcu ödeme davranışı diye görülsün, her halde düzeysel bir sanatçı kapılgısı olarak değil, insana özgü bir tutum olarak yorumlanmak gerekir. D
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle