Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Ö Y K Ü Dinçer Sümeıi Torba lişan Efendi, elinde kullanılmış bir naylon torba, 'tahakkuk'a girdi. 'Bunu bulabildim' dedi. Üzgün gibiydi. ölü sarı, yoz bir rengi vardı torbanın. 'Sağol' dedi Numan Bey, torbayı aldı. Odacı sessizce döndü, kapıyı çekti, çıktı. Numan Bey çekmecelerini, masasının orta gözünü, dolap diplerini boşaJtırken; ötekiler, pek de ilgilenmediler. Oysa Numan Bey'in yüreği yağmayangındı. Su bardağını, plastik sabun kutusunu, el havlusunu, bir kâğıt külah içinde biriktirdiği içtiği çaylardan artmış kesme şekerlerini, yıllar öncesinden kalmış iki romanı, panaljin tüpünü, öksürük şurubunu, eski mektuplan, bir lastik iple sanlmış kartvizit destesini, adıyla soyadı kazmmış pirinç masa isimliğini, sağlık karnesini, taksit kartlarını, taa işe başladığı yıl karısının armağan ettiği çini küllüğü torbaya doldurdu. Kocaman, hantal bir şey oldu torba. 'Sizi özleyeceğiz' dedi Handan Hanım, daktilosunu tıkırdatırken. öteki memurlar da bu söze benzer bir şeyler mırıldandılar. Numan Bey, ezik, gülümsedi arkadaşlarına. Sonra çevirdi gözlerini, pencereye yürüdü. Birazcık duygulandı rru içi pır pır eder, söz bulamazdı. Camın dışında; güz. Kötülemiş, yorgun, sızılı bir eman gibi, günboyu çilemişti yağmur. tsli gök, bulvarı iyice basmıştı. Ağaçlar yaşlı ve griydi. Bakanlıklardan inen cadde kalabalıktı. Memurların dağılma saatiydi. Daktilonun sesi durdu. Numan Bey, Handan Hanım'ın; 'Bir hayır sahibi, yakıvcrse ya şu ışığı...' dediğini duydu. Biri yürudü üç adım; çıt, yandı servisin floresanı. Handan Hanım, yeniden vurmaya başladı daktilonun tuşlanna. Biraz sonra bu odadan çıktığında, bir şeylerin temelli biteceğini düşünüyordu Numan Bey. lşte bu ayrılış sırasında, iki satırcık da olsa, arkadaşlarına hoş bir şeyler söyleyebilmeyi; dostluk, sevgi, eh birazcık da hüzünle belki ellerini sıkarak vedalaşmayı; bir yanıyla da 'helallaşma' anlamına gelebilecek küçücük bir töreni özlüyordu. 'Allah biliyor ya; dürüst ve onurlu kalmaya, görevimi eksiksiz yapabilmeye, lekesiz sicilimi korumaya, hiç kimseyi kırmamaya çahştım. Ama bilmeyerek bir kusur işlemişsem, incittiysem, içinizden birinizd...' Evet, böyle başlayabilirdi söze. Tam pencereden dönecekti ki, Allah kahretsin; gözlerinin doludoluverdiğini duydu. Yooo, buna izin vermemeliydi! Ellerinin tersiyle sildi yanaklanna akanı. Güçltt ve güleryuzlü olmalı, kekelemeden konuşmalı, sonra da şemsiyesini ve naylon torbasını alıp, şu kapıdan dimdik çıkmalrydı. Bir an bekledi, yokladı kendini; iyiycfeDöndü. Şaşırdı. Bir Handan Hanım, bir de Ethem Bey vardı odada. 'Şey...' dedi. 'Ercümend Bey'le, Fuat... Macide Hanım da... Pencereden bakıyordum.. Arkam dönüktü...' Ethem Bey, masasını üfledi, sümenini düzeltti: 'Gitti onlar' dedi, kalkarken. ;Ben de kaçıyorum. Devletin işini ben bitiremem ya. Saat, altıyaonvar.' 'Eveeet...' dedi, sustu kaldı Numan Bey. Ethem Bey, kapının arkasına asılı pardesüsüne giderken, dönüp Numan Bey'in yanına geldi. 'Numan Bey, siz aynlıyorsunuz bugün...' O an, bir umutcuk yanıp sondu Numan Bey'in yüreğinde. lşte; Ethem Bey'le, içlerinde yalnız onunla da olsa, tokalaşıp... 'Çekmecelerinizin anahtannı, diyecek A Dinçer Şümer, 1938 yılında İzmir'de doğdu. Öğrenim yıllarında gazetecilik yaptı, çeşitli tiyatrolarda çalıştı, sinemada oynadı, edebiyata şiir ve öyküleriyle girdi. Ankara Devlet Konservatuvarı Tiyatro Yüksek Bölümünü bitirdi, Polonya, İngiltere ve Amerika'da incelemeler yaptı. 1961 yılından beri Devlet Tiyatrolarında oyuncu, yönetmen ve Edebi Kurul üyesi olarak görev yapan Sümer, Anadolu Üniversitesi'nde dramaturgi dersleri verdi, Tiyatro Yazarları Derneği yönetim kurulunda bulundu. Birçok tiyatro oyununun yanı sıra radyo ve televizyon için de dramalar yazdı, bazı eserleri yabancı dillere çevrildi. Türk Dil Kurumu, Nasrettin Hoca, Enka, Tobav, Abdi Ipekçi Barış ve Dostluk, TBMM sanat ve kültür yarışmalarında birçok ödüle değer görüldü. tim... Sizin masanızda ben oturacağım da bundan sonra...' Sanki bir yerlerde bir çeşmibülbül çıt dedi, çatladı. 'Anahtar...' dedi Numan Bey. 'Kilidin üstünde...' Ethem Bey, eğildi, baktı: 'Ah, evet... Gördüm...' Gitti, pardesüsünü aldı, çıktı. Çıkarken de gülücük yaptı. Yazı makinesininkinden başka ses kalmadı odada. Numan Bey ağır ağır paltosunu giydi, fotr şapkasını geçirdi başına, atkısını boynuna sardı sıkıca, şemsiyesiyle torbasını aldı, durdu. 'Allahısmarladık, Handan Hanım.' Handan Hanım kaldırdı başını daktilodan, çok şaşmış gibi: 'Aaaa, ben sizi de gittiniz sanıyordum' dedi. 'Gidiyordum, evet...' 'O torba ne öyle, elinizdeki?' 'Şey... Ivırzıvırım işte...' Kadın, Numan Bey'in yanıtını pek açıkseçik anlayamamış gibi, gözlerini kırpıştıra kırpıştıra torbaya bakıyordu. Sonra, birdenbire: 'Ay, Numan Bey, öyle ya... Siz bugün...' dedi, gülümsedi. Numan Bey de gülümsedi. Ve Handan Hanım'ın 'iyi' bir kadın olduğunu düşündü. Bu düsünce, sevinç verdi Numan Bey'e. 'Hay Allah, nasıl da unutuvermişim; biraz önce akhmdaydı. Arkadaşlarla konuşayım da; Numan Bey'i pastayla, çayla uğurlayahm diye düşünüyordum. Siz demin masanızı topluyordunuz hani, işte o sıra. TUh, tüh, tüh... Dalıvermişim şu yazıya...' 'Güzel' bir kadındı Handan Hanım. Ona dul diye, pembeler kırmızılar giyiniyor diye, telefonla çok aranıyor diye bok atanlar bok yesinlerdi! Apak tenini, mavi gözlerini kıskamyorlardı. 'Ama gene gelirsiniz, değil mi? Uğrarsınız ara sıra, değil mi?' . 'Uğrarım tabii, uğramaz rruyım hiç?' Lisede kız okutuyor, sayfası elli liradan daktilo işi alıp dışardan didiniyor, öğlenleri bir sosisli sandviçle idare ediyor. Numan Bey, inşallah bir 'helal süt emmiş'e rastlar da evleniverir diye duaetti içinden. Boşandığı kocası gazeteciymiş. Serserinin, ayyaşın biriydi mutlaka. Böyle bir kadına sahip olmasını beceremeyen eşek... 'Eh, gülegüle size... lyilikler, mutluluklar dilerim bundan sonrası için de...' Handan Hanım, eiini uzatmış, tatlı tatlı bakıyordu. Numan Bey, torbasını bırakıverdi yere, koşup tokalaştı kadınla. Şöyle kuvvetlice ve gözgöze el sıkıştılar. Evet; küçücük ve güzel bir veda töreniydi bu. Numan Bey, sevindi mi tam sevinirdi. 'Sağolun, Handan Hanım... Ben de size iyilikler, mutluluklar, güzellikler dilerim.' Kadının elini bıraktı, döndü, dimdik çıkıyordu kapıdan. 'Torbanız...' dedi kadın. 'Unutuyorsunuz.' Sarı torba, aptal ve anlamsız bir yığındı yerde. Numan Bey, aldı torbayı, çıktı. Zemin kata inen merdivenlerde, geniş girişte kimsecikler yoktu. 'Müracaat'ın cemakânı önünde, bir iskemleye oturmuş, boynu eğik Alişan'ı gördü. 'lşte, bir de bu Alişan Efendi' diye düşündü Numan Bey; 'Bir de bu adam anlıyor beni. Bir Handan Hanım, bir de Alişan Efendi. Bu dairedeki son günumUn benim için ne ölçüde önemli ve buruk ve...'. Alişan Efendi, Numan Bey'i görünce ayağa kalktı, el bağladı, boyun bUktü. 'İyi akşamlar, efendim' dedi. Kırık kırıkti sesi. Numan Bey, 'lşte, minicik ama çok değerli bir ayrılma töreni daha!' diye mutlanarak, Alişan Efendi'nin önünde durdu. 'Bak Alişan Efendi..., dedi. 'Üzülme kardeşim.' 'Yooo, çok üzUlüyorum' dedi Alişan. 'Üzülme...' 'Nasıl Uzülmem, beyim? Bugün ayın yirmiüçü; hâlâ fazla mesailerimi ödemediler. Kimse, kimsenin derdinden anlamıyor burada.' Bir çeşmibülbül daha düşüp parçalandı bir yerlerde. Numan Bey'in içi buz gibi oldu. 'Haa... Evet...' dedi. 'Sen bu işi Ethem Bey'le bir konuş, yarın sabah. Benim yerime o bakacak artık.' 'Konuşacağım, bakahm... Ethem Bey de Ayaşhymış, öyle duydum. Eğer hemşerilik de öldüyse memlekette; canı sağ olsun, ne yapalım...' 'Allahısmarladık' dedi Numan Bey, çıktı döner kapıdan. Mermer merdivenlerden caddeye inerken, şöyle bir başını çevirip, tam Otuziki yıl çaJıştığı binaya baktı. Üst katlarda tek bir ışık yanıyordu; tahakkukta, Handan Hanım'ın ışığı. Yağmazdinmez yağmurun altında, açtı şemsiyesini Numan Bey, saldı kendini, yürüdü. Memurların, işçilerin, taşralı öğrencilerin, yalnızların, yabancıların kalabalığı içinde; kent yorgunlarmın o akşam ormanmda bir bit gibi duyuyordu kendini. Mutsuzdu. Şemsiyesinin altında, uzun dolmuş kuyruğuna girdi. Beklerken beklerken, birdenbire, Handan Hanım'ın beyaz ve yumuşacık elini düşünürken yakaladı kendini. Utandı, hoşlandı, şaşırdı, heyecanlandı... 'Beyamca!' önündekiler yürümüş, Numan Bey dalıp