Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Teknede Karadeniz •x ^ n o M i N L A R D A N B U Y A N A K A P I İrfan Unutmaz/ZONGULDAK şıklan ve renkleriyle, Karadeniz kıyılan tüm Türkiyc sahillerinden çok farklı bir görünüm içindedir... Yeşiller, sanlar sanki daha koyu burada. Insanlar, cvler, tepeler ve ormanlar, çok değişik. Ince, narin ve hızlj. Bir Karadeniz tarn bu. Ve bu tarz, Karadeniz'in büytlk balıkçı teknelerine, "gırgır"lanna da hâkim. Zonguldak'tan itibaren, kıyı boyunca, tersaneler başlıyor. Kurucaşik kasabası ve özellikle Kapısuyu köyü, Karadeniz'in en büyük tekne yapım yeri... S Kestane ağacına biçim vererek en iyi tekneleri yapabilmek için, yalnızca sıradan marangoz al ustaları, "Ağaç bu, metal değil ki kalıba girsin" diyorlar. I Fatih devrinden önce Kurucaşile ve Kapısuyu birbirlerine çok yakın. Aralarında 4 km ya var ya yok. Kapısuyu, Kurucaşile'ye bağlı bir köy. Bu denli yakın olmaJan, iş açısından da aralarında bir etkileşime neden olmuş ve tekne yapımcılığı, Kurucaşile'de de oldukça gelişmiş. Sahilde olsun, sahilden az ötede olsun, evlerin altında ve önünde, tekneler kızaklar üzerine yerleşmiş bitirilmeyi bekliyorlar. Yörede teknecilik, bir aile mesleği durumunda. Aile reisi baba, evinin altındaki atölyede malzeme hazırhğını yapıp, hemen dışarda duran tekneye çocuklarıyla gidip, başlıyor çalışmaya. Burada gördUğümüz tekneler, genellikle balıkçı tekneleriydi ve göreceli olarak, "ufak" kabul ediliyorlar. Kurucaşile'deki bütün ustalar agız birliği etmişcesine Kapısuyu'ndan söz edince, daha fazli beklemeden biz de Kapısuyu'na geçtik. Köy, derin ve uzun bir vadinin hemen dibine yerleşmiş. Tepeler ve vadi ağaçlarla tamamen kaplı olduğundan, Kapısuyu'nun evlerini ilk bakışta fark etmek oldukça gilç. Buna karşılık, uzun kıyı şeridi boyunca sıralanmış tekneciler hemen dikkatleri çekiyor. İyi korunmuş doğal kumsaün gerisine yirmiden fazla tekne yapımcısı dizilmişler ve her birinin atölyesinin önünde, en az bir iki tekne bulunuyor. Bunlann boyutlan Kurucaşile'dekilerle ölçülemeyecek kadar büyük. Her teknenin başında bir veya iki usta bulunuyor. Ellerinde keser, testere ve zımpara gibi oldukça basit aletler var. Büyük bir tekne iskeletinin yanında duruyoruz. Yaklaşık iki metre dışardan yüksek ağaç çıtalarla yapılmış hangarımsı koruganın üstü naylonla örtülmüş, içinde de teknenin iskeleti. Garip bir görünüşü var, sanki.örümcek yuvası gibi. Başımız yukarda bir süre içerdeki renk cümbüşünü seyrederken, yakınımızda bir ses, "Yagmura karşı böyle yapük" dedi yavaşça, "Çok yagar buraya miibarek, Diin gece de yagdı zaten." En fazla altmışında gösteren adam, elinde keseri ve çivileriyle yanımıza yaklaştı. Burasının sahibiymiş Hayrettin Sevim, kendisine babasından kalmış atölye ve şimdi kendisi de çocuklarıyla çahşıyor. Teknecilik son zamanlarda gittikçe güç bir iş olduğundan, oğullarının bu işi sürdürüp sürdürmeyecekleri konusunda kuşkulu. Sorunları an arda sıralayan Hayrettin Sevim'e, köyün bu işe nasıl başladıgını merak ettiğimizi söyleyince, gülüyor: "Bunu bilmek imkflnsız" diyor. "Dedelerimizden, atalanmızdan beri buradayu. Babadan dededen ögrendik bu sanatı. Hem bütün Karadeniz kıyısı böyle." Etrafımıza biriken küçük kalabalıktan birisi itiraz ediyor, "Hayır" diyor, "Ben biliyorum!" adının Ahmei Eren olduğunu söyleyen sarışın, mavi gözlü, gençten birisi bu... "Bize dedclerimiz anlatırdı" diye giriyor konuşmasına: "Bizler Fatih devrinden daha eskilerc gidiyormuşuz. Kalyon zamanından da eskilere. Duyduklanmıza göre, denizlerde korsanlann gezdigi devlrlerde, burada, bi/im atalanmız, korsanlara gemiler yaparmış. Hatta bazı korsanlar köye dü$man olduklanndan, köy bugiın bile sahilde degildir. Dikkat ederseniz, evler vadinin dibindedirler. Çünkü, hem gemiler yanaşamaz hem de gözükmez." "Evet, dogru" diye onaylıyor diğerleri: "Hatta Ruslar blle, tkinci Diınya Savaşı'nda buraiannı hep bombaladJar. Fakat gel gör ki, şimdilerde oldukça kötii dunımdayız." "Neden? Gemi yaptıran mı yok?" "Pek sayılmaz, gerçi ticari özelligi olan tekneleri sigorta etmek istemediklerinden, şimdilerde daha çok, yat, yelkenli ve balıkçı tekneleri yapıyoruz. Bizim asıl sonınurauz ağaç, eger bu sorunu çözemezsek binlerce yılhk sanat yakında ölür gider. Kimsenin de haberi bile olmaz. Agaç bizim için çok önemli. Biz kestane ve meşe gibi 'yapraklı' dedifiimiz agaç türlerini kullanıru. Bunlar suya çok dayanıklıdır. Akdeniz* Kapısuyu atölyelerinde. 1617 metrelik bir tekneyl, her şeyini kendisi yapmak koşuluyla bir usta, bir yılda bitirfyor. Kapısuyu'nda tonajı 500'ü bulan yatlar, tekı de, Bodrumda yapılan teknelerse, 'ibreli' dedigimiz çam, köknar cinsi ağacı kullanılırlar. Bunlar bizim kullandıklanmız kadar dayanıklı olmazlar. Şimdi devletin lahsisi var, ama çam türii agaçlannuz kadar dayunıklı olmazlar. Şimdi devletin tahsisi var, ama çam türii agaçlardan, bu da bize uymuyor." Birlikte tekneleri ve köyü geziyoruz. Yöre inanılmayacak kadar güzel. Henüz "turistik" bir yapıya ulaşılmadığı için, her yan vahşi ve el değmemiş. Vadi ve tepelerde agaçlardan bir karış bile toprak görülmüyor. Yaklaşık bir kilometrelik kumsal ve deniz, aiışık olmadıgımız ölçüde berrak ve pınl pırıl. Fakat en güzeli, iskelet halinde veya bitmek üzere olan teknelerin çevreyle oluşturduğu renk uyumu. Mavinin, yeşilin arasında, turuncu boyalı iskelet gövdeler, nefıs bir görüntü oluşturuyorlar. Elimizde olmadan, "ağaç" gibi çözümü basit bir sorundan dolayı Kapısuyu'nun yitirilmesi tehlikesini düşünüp, irkiliyoruz. "Acaba çam kullansanız da, Kapısuyu tekneciügi ölmese, olmaz mı?" diye bir soru yöneltecek oluyoruz: Hiç olur mu?" diye itirazlar yükseliyor. "Bizim çalışma teknigimiz farklı" diyor Ali Büyükböcek Usta: "Kestane kendinden kıvnmlı bir agaçtır. Biz omurgadan başlayarak teknenin bütün egik yerlerini dUşünerek ağacı öyle seçeriz, yani düz dalı suya koyarak, ıslatarak bükmeyiz. Teknenin neresi yapılacaksa, ona göre kıvnmlı bir dal arar buluruz. Bizim çalışmamız böyle. Atanuzdan böyle ögrendik. Çok kıymetlidir böylesi. Onun için kestane bizler için altın gibidir." İdarecilerin yürek yakıcılığı Teknecilerin bu konuda, kendi deyişleriyle, "yüreklerini yakan" yön, devletin onlara danışmadan karar almış olması. Çünkü, idareciler iki metrelik kestane ağaçlannı bile, "oduna uygundur" diyerek, yakacak odun şeklinde satıyorlarmış. özellikle elindeki iki, üç tekne iskeleti üzerinde calışan Hayrettin Tok, olayın ekonomik yönüne değiniyor, "Metre küpü en az 5060 bin Ura olan kestane, egik yerinden kesilip odun yapdınca, bu kez 1015 bin liraya düsüyor. Orman idaresine bunu bir türlü anlatamadık." Daha sonra teknelere dönüp, çeşitli bilgiler alıyoruz. Anlatılanlara göre, ustalar genellikle plansız projesiz yaparlarmış tekneleri. "Nasd olur?" demeye kalmadan, biri hemen basıyor kahkahayı, "Eskiden plan proje mi vardı? Balıkçının biri gelir bize, şöyle şöyle bir tekne istiyorum der, giderdi. Süresi neyse, altı ay, bir sene sonra gelir teknesini alırdı." "Evet evet" diyorlar, "Bir planı varsa ona göre yaparız. Ama yoksa, gene fark etmez. Bir parçayı takanz sonra iki adım geriye gidip, gözümiizle uyup uymadıgını kontrol ederiz. O kadar." U Kapısu 16