14 Haziran 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 Eskişehir denilince N Oktay EKİNCİ e zaman “Eskişehir” dense, o anda aklıma gelen ve herkesle paylaşmaya can attığım bir anımdan şimdi de söz etmeliyim... Gerçi kimbilir kaç kez yazmış söylemişimdir; ama İlhan Selçuk bir gün biz “acemi”lere demişti ki; “çocuklar, gazete yazılarınızda çok önemsediğiniz anılarınızı ikinci,üçüncü kez yazmaktan çekinmeyin. Kitap başka, günlük makale başka.. Yeri geldiğinde tekrarın faydası bile vardır..” Bu nedenle şimdi de yeri geldiğine inanarak 1990’lıların ortalarına gidiyorum... Mimarlar Odası’nda günlük postayı ayıklıyorum. Dergi, gazete, mektup yığını içinden bir de kitapçık çıktı; “Bir Kentin Çığlığı”... Adının ve grafiğinin çekiciliği ile hepimizi heyecanlıdıran kitapçık, Eskişehir’deki Meslek kuruluşları ile STK’ların oluşturduklerı “Demokrasi Platformu”nun yayınıydı.. Platform, o yıllarda Türkiye’deki ilk sivil demokratik dayanışma örneğiydi. Kentin çığlık atmasının nedenleri arasında en önemlisi, “eski kiremit fabrikaları alanının konut sitelerine açılması”, böylece Eskişehir’in yegane nefes alacak yerinin de betonlaşmasıydı. Demorkasi Platformunun sözcüsü Ahmet Ataç önsöz yazısında özetle diyordu ki; “Eskişehir’e büyük kazanımı olan ve halkın rekreasyon ihtiyacı için eşsiz olanak sağayan bölgenin rant uğruna yapılaşmaya açılması dayanımaz acı veriyor..” Aradan bir dönem geçti; duyduk ki aynı çığlığı atanlardan Ahmet Ataç kentin iki ilçesinden biri olan Tepebaşı’na belediye başkanı seçilmiş. Yine aynı çığlığa akademik katkılarını esirgemeyen Anadolu Üniversitesi rektörü Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen de Büyükşehir Belediye Başkanı.... Şimdi o eski farikalar bölgesindeki kültür mirası olarak koruma altına alınmış hizmet binaları, özgün bacalarıyla birlikte “sanayi mirası”nın ülkemizdeki özgün örneklerini gelecek kuşaklara aktarıyor. Bunların çoğu en güzel restorasyonarla kentin en çekici kültür ve sanat merkezlerine dönüştüler. 90’ların sonlarındaki moloz yığını bir bölge, günümüz Eskişehirinin gurur duyduğu alanlarından biri oldu.. GECEYARISI “GAR”INDA Daha geriye gidersem, çocukluğumda ve ilk gençliğimde Eskişehir demek kuşkusuz “tren yolculuğu” demekti. Her yaz başlangıcında İstanbul’dan Kars’a, güzün de Kars’tan İstabula 2 buçuk gün süren ailece yolculuklarımızda, kuşkusuz en heyecan verici an Haydarpaşa’dan kalkışdı. Babam hareket saatinden çok önce gelir, perona yanaşan Doğu Ekspresi’ndeki kuşetli kompartumanımıza Kars’a kadar yerlerinden kıpırdatılmayacak eşyaları bir güzel istif ederdi. Hareket memuru düdüğünü çaldığı an İlhan Selçuk’da bir Eskişehir sevdalısıydı tekerlekler yavaş yavaş döndüğünde ise bizim 1961’de Eskişehir’de gerçekleşti. Bu büyük başarının, için Kars sanki Haydarpaşa’dan başlardı. ilk Türk otomobilinde de yinelenebileceği umudu ve İkinci unutulmaz istasyon ise hiç kuşkusuz “azmi” de aynı atölyelerde ve aynı yıl da (1961) ilk Türk Eskişehir’di. Geceyarısını geçen bir saatte Eskişehir’de otomobii Devrim’in yapılmasına neden oldu. Eskişehir durduğumuzda, başta “haşhaşlı çörek” ve “çiğbörek” atelyelerindeki bu çoşkulu sürecin ilerleyen yıllarda olmak üzere nefis yerel yiyeceklerle buluşmak, şişelere da sürerek ilk “F16 jet motoru” üretimine de imza mataralara da çeşmeden bedava “kalabak suyu” atılması, kentteki ulusal sanayi bilincin yüksekliğini doldurmak kadar keyifli ne olabilirdi. Ne varki en çok gösteriyor.. merak ettiğimiz, modern gar binasının arkasındaki Eskişehir’di. Ama vakit sınırlı olduğundan hiçbir zaman gardan çıkıp kente şöyle bir bakamadık... ..VE BUGÜNLERE İlerleyen yıllardaki Eskişehir gezilerimizde aynı garın kente bakan yüzünü neden doya doya seyrettiğimi, işte Günümüzde Eskişehir’e baktığımızda ise hiç o o geceyarısı meraklarıma bağlarım... tartışmasız en büyük kazanım, ketin ortasından geçen Son biriki yıldır İstanbul’dan Eskişehir’e trenle Porsuk Çayı’nın farkına varılmış olmasıdır. uygarca seyahat etme olanağımızı da elimizden aldılar. Yakın geçmişe kadar sıradan bir akaru sanılan ve Neymiş, “yüksek hızlı tren”in İstanbul’a da bağlanması kentin başlıbaşına zenginliği yerine adeta pisliklerini için sürdürülen alt yapı inşaatı yüzündenmiş. Ama bu taşıyan kirli bir deresi kabul edilen Porsuk, çevre inşaat için tren yolunu senelerce kapatmaktan başka düzenemesinden kayıklarına, hatta “gondol”larına kadar çareler olmalıydı. Böylesine “demiryolu ruhu”yla akarsu taşıtlarıyla kentin artık gözbebeği. O kadar ki yaşayan bir kenti karayolu ulaşımına tutsak etmek, “plaj”ıyla da kent yaşamında uygar konunumuya yer tanımlanamaz bir vefasızlık değil mi? alıyor ve içinden su geçen diğer kentlerimiz için “darısı O kadar ki ülkemizin ilk yerli yapım okomotifi olan başlarına” dedirtiyor... “Karakurt”un 1958’de kurulan İktisadi ve Ticari İlimler üretimi de Akademisi’nin 1982’de Anadolu Üniversitesine dönüştürülmesiyle gerçekleşen “kentle bütünleşmiş ilk büyük kampüs üniversitesi”nin bilimsel katkıları ile fakültelerinin kuruluşu 1970’e dayanan ve 1993’de eğitime başlayan Osmangazi Üniversitesi’nin giderek gelişen akademik etkinliği, Eskişehir’in bir “öğrenci kenti” olarak tanımlanmasına neden oluyorsa da, kent halkının kültür ve sanat yaşamına giderek daha yoğun katılması, gerçekçi tanımın “çağdaş kent” olabileceği savını güçlendiryor. Buna özellikle Odunpazarı ilçesindeki tarihi doku ile sivil mimarık örneklerinin yaşatılarak korunması çabaları eklendiğinde, aynı tanımın “çağdaş ve kimliki kent” olması yönündeki istemlere de eşsiz katkıda bulunuyor... Eskişehir’de bir yandan Odunpazarı evlerinin Bilim gelecek kuşaklara aktarılması çabaları, bir yandan Parkı’nın da Tepebaşı’ndaki örneğin “Barlar Sokağı” gibi eski ve yeni uygulamalarla modern yaşamla buluşulması, kentin görünümleri “kimlikli çağdaşlık” hedefine güçlü katkılarda bulunuyorlar...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle