Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
25 Mart 2014 Salı 5 gibi güçlü bir küresel markanın doğması hiç de şaşırtıcı olmaz. Peki bunu nasıl yapıyor Finliler? Öncelikle hükümetin oluşturduğu politikalar ile öncü rolü oynadığını söylemeliyim. Özel sektör ile yoğun işbirliği ve destekleme mekanizmaları oluşturuyor. Örneğin; Cleantech Finland. Finlandiya’nın çevre ve enerji şirketlerini aynı çatı altında toplayan bir kurum. Bünyesinde hem büyük hem orta ölçekli hem de küçük şirketler var. Hem Finlandiya’da yenilenebilir enerji sektörünün gelişmesi için çalışmalar yapıyor hem de 40’ı aşkın ülkede açtığı ofislerle bu şirketleri yurt dışı pazarlara açıyor. Devletin Arge’ye ayırdığı fonların yüzde 40’ı enerji ve çevre sektörüne gidiyor. Kurumun yöneticilerinden Kaisa Hernberg’in verdiği bilgiye göre küresel cleantech pazarının büyüklüğü yaklaşık 20 milyar dolar 2025 yılına kadar pazarın 2 misli büyümesi öngörülüyor. Zaten amaç gelişmekte olan ülkelere bu teknolojileri pazarlayabilmek. Bir diğer önemli kurum, bağımsız bir think tank kuruluşu olan Demos Helsinki. Sürdürülebilir Yaşam tarzlarına ilişkin 2050 yılına kadar olası senaryolar üzerinden hareket ederek yeni fikirleri ve girişimcileri hem yönlendiriyor hem destekliyor. Kurumun Sürdürülebilir Ekonomi Yöneticisi Maria Ritola “temiz teknolojiler diye tanımladığımız cleantech büyük bir hızla dijital dünyaya eklemleniyor. Yakın gelecekte hemen her endüstrinin içinde hem cleantech hem ICT (bilişim teknolojileri) olacak” diye anlatıyor. Günümüzde doğal kaynakların yüzde 80’ni gıda, konut ve ulaşıma harcanıyor diyen Ritola cleantech’in en fazla yoğunlaşacağı 3 alanın da bunlar olduğunu vurguluyor. Ve örnekler veriyor: “Akıllı termostat ve duman dedektörü üreten Nest adlı firmayı kısa bir süre önce 3.2 milyar dolar ödeyerek Google satın aldı. Bu dev satın alma nesnelerin interneti adı verilen olgunun nasıl yaşamlarımızın içine gireceğine en iyi örnek. Bir diğeri kişisel karbon ayak izini ölçümleyen bir alet üreten Finli Ecompter firması.. Hindistan’da bir otel zinciri bu uygulamayı satın almış, müşteri ne kadar az enerji kullanıyorsa o kadar az para ödüyor... Tabii bu noktada biraz da Tekes’den bahsetmem gerekiyor. Tekes Ekonomi Bakanlığı bünyesinde kurulan bir kurum. Finli ve yabancı şirketler ve araştırmacılar bilim insanları arasında bir ağ konumunda. Kar amacı gütmüyor. Yıllık bütçesi 600 milyon Avro. ABD, Hindistan, Çin, Brezilya, Brüksel ve Rusya’da ofisleri var. Örneğin 2012 yılında toplum 570 milyon Avro vererek 1640 projeyi fonlamış. Yeni girişimcileri, yeni inovatif projeleri destekliyor; ve tabii temiz teknolojiler ile çok yakından ilgileniyor: Dalgadan enerji elde etmek ya da Tanzanya gibi yoksul ülkelerde çocuklara güneş enerjisi ile çalışan tabletlerle bir eğitim ortamı yaratmak gibi. Dünyanın Durumu 2013 Raporu Worldwatch (Dünyayı İzleme) Enstitüsü’nün her yıl yayınladığı Dünyanın Durumu Serisi’nin Aralık 2011Kasım 2012 dönemine ait olan sonuncusu da dilimize çevrilmiş haliyle Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından geçen ay yayınlandı. TEMA Vakfı işbirliğiyle yayınlanan ve çevreekoloji okuryazarlığı özelliğine sahip dostlar için önemli bir seri bu. Kimi dostlar tümünü saklıyorlar, çünkü her yıl bir ana tema esas alınıyor. Örnekse 2010 yıllığı Kültürleri Dönüştürmek Tüketicilikten Sürdürülebilirliğe kapak teması ile yayınlanmıştı. Çok önemli bir temaydı, okurlarımız da katılır sanırım, ekinsel (kültürel) dönüşüm olmadan hiçbir şey olmuyor. Bu yılki kapak teması Sürdürülebilirlik hâlâ mümkün mü? Dünyayı İzleme Enstitüsü’nün başkanı Robert Engelman ki, gazetecilik yüksek lisansı yapmış eski bir gazetecidir, bu kitaba yazdığı kısmın başlığını şöyle koymuş: Sürdürülebilirlik sakızının ötesi. Engelman’a göre, ‘sürdürülebilirliğin sakız olduğu bir çağda yaşıyoruz. Bu sözcük belirsiz ve ölçülemez olan yeşil büyüme ve yeşil işler gibi tanımlanmamış çevresel değerlere işaret eden bazı kavramlarda kullanılan yeşil sıfatıyla eşanlamlı hale geldi. Bugün sözcük daha çok yeşil badanalama olarak adlandırılan kurumsal davranış biçimlerine atfen kullanılıyor. Havayolu şirketlerinden biri kullandığı kartonların sürdürülebilir malzemeden yapıldığını beyan ederken, bir diğeri 2011 yılında üç yeni uçak inşa edecek kadar alüminyum tasarruf ettiklerini haber veriyor. Fakat hiçbiri havayollarının genel operasyonlarının ya da günümüzdeki boyutuyla sivil havacılığın uzun süre sürdürülüp sürdürülemeyeceğine ışık tutmuyor.’ Doç. Dr. Yukarıda yaptığımız alıntı, kitapta neye dikkat MELİH çekilmek istendiğini çok güzel biçimde vurguluyor BAŞ sanki. Aşırı, yanlış ve uygun olmayan kullanım sonucunda sürdürülebilir ve sürdürülebilirlik kavramlarının anlam ve etki yitimine uğradığı açık biçimde gözlenebiliyor. Engelman’ın başyazı niteliği taşıyan yazısında çevresel sürdürülebilirlik ve toplumsal sürdürülebilirliğin birlikte ele alınması gerekliliği bağlamında bir yandan YeniMalthusgil bir yaklaşımla aşırı nüfusa dikkat çekilirken tüketimi yüksek toplumların sorumluluğuna da vurgu yapılıyor. Raporda ana soru olarak ‘sürdürülebilirlik mümkün mü?’ diye sorulurken, başka sorular da rapora dahil edilmiş. Örnekse, ‘Sürdürülebilirliğin Ölçütü’ başlıklı ilk bölümde ölçülebilir ve anlamlı bir sürdürülebilirlik tanımının neleri içermesi gerektiği üzerinde durulmuş. Gerçek sürdürülebilirliğe ulaşmak başlığını taşıyan ikinci bölümde, gerçek sürdürülebilir gelecekle mevcut gerçeklikler arasındaki boşlukların keşfedilmesine çalışılmış. Rapor üç bölümden oluşuyor. İlk bölümde ele alınan konular arasında gezegen eşiklerine saygı göstermek, insanlık için güvenli ve adil bir alan tanımlanması, tatlı sular, balıkçılık, enerji ve yenilenebilir ve yenilenemez enerji kaynakları yer alıyor. İkinci bölümde yer alan konular ise şöyle: Sürdürülebilir bir uygarlık yaratmak için kültürleri inşa etmek, sürdürülebilir ve arzulanan bir ‘doğa içindetoplum içinde’ ekonomi inşa etmek, şirketlerde dışsallık, sürdürülebilirlik ve kurumsal raporlama, fosil yakıtlar meselesi, enerji verimliliği, tarım ve gıda hatta özellikle yerel gıda, yerli halkların değerini bilme, küresel uzlaşı konusu, siyasal stratejiler, bireysel değişimden toplumsal değişime sıçrama. Üçüncü bölüm biraz özel bir bölüm. Kimi özgün başlıklar var: Etkin kriz yönetişiminden iklim değişikliği nedeniyle ortaya çıkan çevre göçmenlerine, Küba örneğinden jeomühendisliğin vaatleri ve tehlikelerine dek. Kitapta ‘ekolojik ayak izi nedir?’, ‘tasarruf ve verimliliğin rolü’, ‘sürdürülebilirlik kültürü’, ‘ABD bankacılık sisteminin toplumsal maliyeti’ gibi bilgilendirici kutular da yer alıyor. Kitabı okuduğunuzda insanda bu işin pek kolay olmayacağı hissi uyanıyor. O yüzden insanın usuna Bülent Ortaçgil’den ‘Bu iş zor, çok zor Yonca’ parçasını dinlemek geliyor. Yapın bence. Finlandiya’nın kullandığı bölgesel ısıtmasoğutma sistemine neden Türkiye ilgisiz? İlla doğalgaza bağımlı değiliz Türkiye’de başta büyük kentler olmak üzere hemen hemen her şehir devasa bir şantiyeye dönüşmüş durumda. Bir yandan kentsel dönüşüm öte yandan siteler, AVM’ler, hastahane, Helsinki’de Uspenski Katedrali’nin okul ve benzeri altındaki 2. Dünya Savaşı’ndan kalma yapılar... Ancak sığınağa kurulan Data Merkezi’nde Termal hiçbirinde çevre Enerji Isıya dönüştürülerek kentteki 500 dostu teknolojilerle evin ısınma ihtiyacını karşılıyor. enerji ihtiyacının karşılanması gündemde bile değil. Kışın doğal gaza yaz aylarında ise klimalarla elektriğe giden onlarca para... Finlandiya mantığını ve stratejisini bütünüyle çözüm odaklılık ve sürdürülebilirlilik üzerine oturtmuş olduğu için enerji ihtiyacını da bu doğrultuda karşılıyor. Üstelik uzun vadede çok daha düşük maliyetlerle.. Finlandiya’nın ün büyük enerji şirketi Helsingin Energia, bölgesel ısıtma ve soğutma sistemi ile 400 bin müşteriye hizmet veriyor. Helsinki’nin ısıtma ve soğutma gereksiniminin yüzde 90’ını bu şirket karşılıyor. Nasıl mı? Öncelikle deniz suyunu kullanarak. Bir veya birçok enerji kaynağında üretilen ısı (ki burada katı atıktan tutun jeotermal ve güneş enerjisine kadar...) önyalıtımlı borular ile kentin altından ısı kullanıcılarına (endüstri tesisleri, toplu konut uygulamaları, mahalle ve şehir vb.) taşınarak ısınma ve sıcak su ihtiyaçları karşılanıyor.