Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Günler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
27 Ağustos 2011 Cumartesi 5 Şimdi de plastik ayak izi... arbon ayak izi” denilen bir kavram (yani “Kişi, firma, fabrika vb. olarak ne kadar ton gaz karbonik üretiyoruz?” endişesi) giderek günlük yaşamda kullanılan bir deyim olmaya başladı. Şimdi bir de “plastik ayak izi” çıktı ortaya. Önümüzdeki Ekim ayında değişik ülkelerdeki birçok şirkete bir anket ulaşacak. Bunda ne kadar plastiği, nasıl kullandıkları, geri kazanma amaçlı ne yaptıkları, daha da az plastik kullanmak için ne gibi önlemler aldıkları ve çözünür plastiğe geçiş politikaları sorulacak. Bu girişimi Hong Kong’lu bir girişimci yürütüyor: Doug Woodring. Doug, amacının sorumsuzca plastik kullanımını azaltmak ve tüketicide, şirketlerde, fabrikalarda, hastanelerde, üniversitelerde, Alevilik ve Sürdürülebilirlik 16 Ağustos’ta Hacı Bektaş Veli Anma Günü kutlandı. Biz de bu ay Alevilikde sürdürülebilirliğe bakacağız. Dört kapı kırk makam ve iktisat Hacı Bektaş Veli, Aleviliği dizgeselleştirirken, geliştirirken dört kapı, kırk makam kavramlarını kullanmıştır. Her birinde ayrı ayrı on makam bulunan bu dört kapı sırasıyla şeriat, tarikat, marifet, hakikat kapılarıdır. Bu makamlara sürdürülebilirlik açısından bakalım. Örneğin, Şeriat kapısında, altıncı makam: helal yemek ve giymek, dokuzuncu makam: haksız kazançtan sakınmak; Tarikat kapısında üçüncü makam: tutum ve davranışlarda ölçülü olmak; beşinci makam: nefsle savaşmak; Marifet kapısında ikinci makam: başkalarının hakkını yemek ve adaletsizlik gibi işlerden korkmak; üçüncü makam: tok gönüllü olmak, altıncı makam: cömert olmak; Hakikat kapısındaki üçüncü makam: yiyecek ve içeceğini başkalarıyla paylaşmak, dördüncü makam: nefsi tümüyle yok etmek, beşinci makam: yaratılmışların hiçbirine zarar vermemek. Alevilikte doğa kültleri Asya ve Ari dinlerden kök alan Aleviliğe verilen bir sıfat da ‘doğa dini’ nitelemesidir Nejat Birdoğan’a göre Aleviliğin kökenini oluşturan Zerdüşt, Buddha ve özellikle Şaman kültlerinin temelinde yatan panteist (vahdeti vücut, özbirliği) yaklaşıma göre, her şey O’dur, O’ndan bir parçadır (O=Tanrı). Şimdi kültlere sırayla bakalım. Su/Yer kültü Göktürklerin Orhun Yazıtlarında Kutsal Yer/Su olarak anılan şey hem koruyucu ruh, hem de vatan demekti. Tonyukuk yazıtına göre Göktürkler vatanlarına saldıran düşmandan Tanrı Umay ve yer/su ruhlarının yardımıyla kurtulmuşlardır. Bugüne bakarsak: Munzur suyunun gözesindeki Doç. Dr. balıklara dokunulmaması ve kutlu sayılması, Tahtacı Türkmenlerinin her yıl 5 MaMEL H yıs’da köye yakın kutlu saydıkları akarsuBAŞ lardan yıkanmaları vb. Gerek Şamanlıkta gerek Budizmde dinsel törenlerde içilen içkilerin son damlaları yağız yerin hakkı olarak toprağa (yağız yere) dökülür. Tahtacı Türkmenlerde günahlı ölülerin başı, mezarlarında toprakla buluşup, onu kirletmesin diye bir taş üzerine konur. Aleviler pirlerinden söz ederken, pirlerinin makamının güllerden oluştuğunu söylerler, diğer dinlerdeki pirler mermer saraylarda tasvir edilirken! Fethiye Tahtacılarının meskeninin adı da Güllük! Dağ Kültü Hunların kutsal tanıdıkları dağlar, kurbanların adak yerleriydi. Eski Oğuzlarda her boyun bir kutsal dağı vardı: Kutdağ. Göktürklerin kutsal dağı ve ormanı Ötüken dağı ve ormanıdır. Yine Altay dağları da kutsaldır, topluluğun geçimini sağlar. Şamanlıkta ve Zerdüştlükte dağ ruhlarına olan inanç, Anadolu Aleviliğinde de yaşayagelmektedir. Tunceli’de Munzur dağı, Türkiye’de birçok yerdeki Hıdırlık tepeleri, Ağrı dağı, Sarıkamış’taki Allahüekber dağları ve Çanakkale’deki Kaz Dağlarına atfedilen önemler kökenini Şamanlıktan, Zerdüştlükten alıyor. Özellikle Ağustos ayının son haftasında Kaz Dağları ziyareti Tahtacılar için bir nevi hacdır. Pir Sultan Abdal’ın Horasan’dan getirdiği söylenilen Banaz köyündeki kayanın kutsallığını anımsayalım. Ağaç ve Orman Kültü Ötüken ormanının Göktürkler ve Uygurlarda kutsal sayıldığını biliyoruz. Hacı Bektaşi Veli’nin düşmandan saklandığı ardıç ağacının da kutsal sayılmasını anımsayalım, hatta Tahtacıların tarihteki adlarının Ağaç Eri olduğunu vurgulayalım. Bugün bile yaş ağacı kesmek, ağaçlara kirli çamaşır asmak Tahtacılarda yasaktır. Ağaçlara renkli bez bağlayıp dilekte bulunmak, ağaca el sürüp sonra da eli yüze sürmek hep eski Asyagil davranışlardır. Kaz Dağlarındaki Tahtacılar için oradaki ulu ağaçlar ‘devletli koca ağaçlar’dır Sonsöz: 1417’de Enel Hak (Ben Tanrıyım) deyince öldürülen madettin Nesimi ne demiş bakın: Ben Mevlamı yerde buldum, ne isterem gökyüzünden / Benim yüzüm yerde gerek, bana rahmet yerden yağar. Bu yaklaşımı Haçlı irtica ideolojisiyle beslenen ve Kaz Dağları’nda altın madenciliğine girişen cemaat işletmecilerinin anlayabilmesi olanaksızdır. Onlar gülü gül ile tartamazlar! Hu dost. Okumalık: AlevilikBektaşilikte Çevre, Nukret Endirçe, Can Yay.,1998. “K spor kulüplerinde bilinç yaratmak olduğunu söylüyor. Nasıl ki, günümüzde 60 ülkedeki 3 bini aşan firma ve kuruluş bıraktıkları “karbon ayak izi”ni irdeleyip kontrol altında tutmaya çalışıyor ve durumlarını belli merkezlere rapor ediyorlarsa, “plastik ayak izi”nin de böyle bir konuma gelmesi isteniyor. Çünkü plastik kirliliğinin kabul edilemez bir düzeye vardığı belirtiliyor. Örneğin AB’nin Denizcilik ve Balıkçılık Komiseri Maria Damanaki Akdeniz’deki kirliliğin telaş edilmesi gereken bir sınıra vardığını söylüyor. Yılda 300 milyon ton plastik üretiliyor. Bunun ancak %10’u geri kazanılıyor. Ve 7 milyon ton da denizlere ulaşıyor. Plastik deniz ortamında çok küçük parçalara ayrılıyor. En ufak parçaları da balıklar yiyip yutuyorlar. Bir araştırma, Kuzey Pasifik Okyanus’unda her yıl 24 bin ton plastiğin balıklar tarafından yutulduğunu saptadı. [Bettina Wassener, The New York Times, 14.8.2011] indistan hükümeti, Monsanto şirketini gerekli izni almadan ve genetik değişiklik yaparak yeni bir tür patlıcan oluşturup bunu pazarlama hazırlıklarında olmakla suçladı ve yargıya sevk etmeye karar verdi. Bu girişimde iki ayrı boyut var. Biri, patlıcanın Hindistan için önemli bir besin maddesi olması, hatta bazı dini gruplar için kutsal anlam taşıması. Öteki ise, özel izin almadan bitkilerin genetiklerine müdahalede bulunmanın kesin olarak yasak olması. İzin süreci çok da basit değil. Örneğin, yerel üreticilere danışılması, gelecek değişimin parasal kazancından onlara da pay verilmesi ve benzeri koşullar var. Ancak, anlaşılan Monsanto böyle zorunlulukları umursamıyor. Öte yandan gözlemciler, şirketin Haziran ayında genetiği değiştirilmiş soğan çalışması izni için başvurduğunu belirtiyorlar. Canlı türleri bakımından çok zengin olan Hindistan kendine özgü bitkilerin, tohumların, hayvanların ya da böceklerin ülke dışına kaçırılması ya da bunlarla oynanması konusunda son derecede duyarlı. Örneğin 1997’de bir Amerikan şirketi “basmati” ile oynayıp “kasmati” adını taktığı bir pirinci piyasaya sürmüştü ve büyük tepki almıştı. [Julien Bouissou, Le Monde, 18.8.2011 Hindistan GDO’lu patlıcana karşı mücadelede H AB’den yeni bir enerji yönergesi enerji etAvrupa Komisyonu2020 yılına kenliği konusunda bir direktif hazırladı. Amaç kadar Avrupa Birliği’nin enerji tüketimini 1990’a göre %20 azaltmak. Direktif ülkelere genel bir çerçeve sunuyor. Yeşiller bunun yeterli olmadığını, mecburiyetlerin tanımlanmasının gerektiğini ileri sürüyorlar. Bununla birlikte direktifte bazı zorlayıcı unsurlar var. Örneğin, ülkelerden kamuya ait binalarda her yıl %3’lük ısı tasarrufu sağlayıcı önlemler almaları isteniyor. Başka önlemler de söz konusu: Tüketimi talebe göre ayarlayan “zeki” elektrik saatlerinin kullanımı gibi... KOBİ’lerin (küçük ve orta büyüklükteki işletmelerin) enerji tasarrufu girişimlerine parasal destek gibi... Büyük işletmelerde enerji incelemelerinin yapılması gibi... [Hervé Kempf, Le Monde, 23.6.2011]