23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

‘Yönetişim kuralları uygulanmalı’ REC Türkiye Direktörü Dr. Eralp, duyarlılığın artırılması için yapılması gerekenleri anlattı B ölgesel Çevre Merkezi (REC), çevre ile ilgili sorunların çözümüne yardımcı olma amacını taşıyan bağımsız ve kâr amacı gütmeyen uluslararası bir kuruluş. REC Türkiye ise 2004 yılından beri faaliyet gösteriyor. Son dönemde yaptığınız çalışmalar hakkında bilgi alabilir miyiz? REC, Türkiye’nin de dahil olduğu toplam 28 ülkenin ve Avrupa Komisyonu’nun üyesi olduğu, merkezi Budapeşte’de bulunan uluslararası bir çevre kuruluşu. REC, Türkiye’de (Bölgesel Çevre Merkezi REC Türkiye olarak) yaklaşık dört yıldır faaliyet gösteriyor. Sürdürülebilir kalkınma ve Türkiye’nin AB uyum sürecinde çevre başlığı altında yürüttüğü çalışmaları desteklemek, öne çıkan çalışmalarımız arasında. Başta Çevre ve Orman Bakanlığı olmak üzere diğer kamu kurumlarına kapasite geliştirici programlarımız ile hizmet sağlıyoruz. Çevre sektöründe faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarının ise kurumsal kapasitelerinin ve sürdürülebilirliklerinin sağlanması için teknik ve mali destek veriyoruz. Ayrıca, özel sektörün katılımına açık programlar geliştirdik. Son olarak, Yeşil Kutu adındaki bir projemiz ile, başta Milli Eğitim Bakanlığı’nın desteği sayesinde, ilkokullarda öğretmenlere çevre eğitimi sağlayıp kendilerini özel geliştilmiş bir disiplinler arası multimedya seti kullanmaları konusunda eğitiyoruz. Sürdürdüğünüz projelerin maliyetini kim karşılıyor? REC Türkiye proje finansmanı ile faaliyetlerini yürüten bir uluslararası kuruluş. Gelirimiz uluslararası donör kuruluşlar ve hükümet fonlarından projeler çerçevesinde karşılanmakta. Ayrıca, özel sektör ile gerçekleştirdiğimiz projeler de gelirlerimize belirli oranda katkı yapıyor. Sürdürülebilir kalkınma konusunda da çalışmalarınız bulunuyor? Bunlar neler? İlk dört yılda öncelikli hedefimiz, konunun ülkemizde nasıl anlaşıldığını görebilmek, ihtiyaçları belirleyebilmek ve tüm taraflara bu çerçevede bir destek sunabilmekti. Sürdürülebilir kalkınma konusunda kamuyu, özel sektörü ve sivil toplum kuruluşlarını biraraya getirerek diyalog toplantılar düzenledik. Bu toplantılarda öne çıkan ihtiyaçlar çerçevesinde bir destek programı oluşturduk. Bu program kapsamında, Boğaziçi Üniversitesi ile birlikte ülkemizde sürdürülebilir bir kalkınmanın sağlanması için üzerine önemli görevler düşen özel sektörün katılımına açık bir “Sürdürülebilir Kalkınma Sertifika Programı” düzenliyoruz. Program, 28 Mart’ta İstanbul’da başlıyor. Toplam iki ay sürecek programda ulusal ve uluslararası çok değerli eğitmenler ve akademisyenler ile özel sektör katılımcılarını buluşturuyoruz. Program ile ilgilenenler www.sdcertificate.info adresinden ayrıntılara ulaşabilirler. Diğer yandan konu ile ilgili sadece Türkiye’de değil, Karadeniz Bölgesi’nde de programlarımızı yürütüyoruz. Türkiye sürdürülebilir kalkınma ve çevre konusunda, geçen son 4 yılda nasıl bir gelişim gösterdi? Daha farklı neler yapılabilir? Bugün, Türkiye’de Avrupa Birliği’ne tam üyelik çerçevesinde gerçekleştirilen ekonomik, sosyal ve çevresel reformlar, global düzeyde belirlenmiş sürdürülebilir kal ‘YEŞİL KİTAP’ UYGULANMALI Sürdürülebilir kalkınma ve çevre konularında duyarlılığın arttırılması için 4 paydaşın hükümet, yerel yönetimler, özel sektör ve sivil toplum kuruluşlarının ortak hareket etmesi ve ortak projelerde yer alması şart sanıyorum. Bunu bir genelleme olarak alır ve Türkiye ile benzeri konumdaki ülkelerle bir kıyaslama yapacak olursak.. hatta bu konuda karne düzenleyecek olursak neler söylersiniz? Kimlere nasıl not verirsiniz? Sürdürülebilirlik ancak yönetişim kurallarının tam anlamı ile uygulanması ile sağlanabilir. Yönetişim, tüm paydaşların ortak bir platformda fikirlerini kanun koyucu ile paylaşması ve karar alma sürecine etkin katılım sağlaması ile gerçekleşebilir. Burada, tek tek ülke örneklerini almak yerine sadece Avrupa Komisyonu’nun “yeşil kitap” çerçevesinde bir yönetişim uygulamasını belirtmek yeterli olacaktır. Avrupa Komisyonu, herhangi bir mevzuat çıkarmadan önce o mevzuatın taslak metninin yer aldığı ve tüm tarafların katkı ve görüşlerine gayet şeffaf bir şekilde açtığı ve ismine “yeşil kitap” dediği bir belge yayımlıyor. Bu belge daha sonra taraflardan gelen görüş ve öneriler ile yeniden şekillendiriliyor ve taslak metne son hali veriliyor. Karar alma süreçlerinde uygulanmasını arzu ettiğimiz bu tip bir işbirliğinin aslında uygulamada da karşımıza çıktığını ve tüm tarafların görevlerini yerine getirdiğinde çok daha verimli sonuçlar almanın mümkün olduğunu görebiliyoruz. Örnek olarak kamu ihalelerine çevreci bir yaklaşım getirilmesi; alınacak tüm mal ve hizmetlerin sürdürülebilir ve çevre ile dost olmasının ihale şartnamelerine konulması ve özel sektörün de bu çerçevede iş süreçlerini yeniden yapılandırması, sürdürülebilirlik için çok önemli karşılıklı bir işbirliği getirecektir. Sivil toplum kuruluşlarını da bu süreçleri denetleyen bağımsız bir yapı olarak düşündüğümüzde, aslında her konunun ortak bir çalışma ve uzlaşma sağlayarak etkin sonuçlar getirmesi mümkün gözüküyor. Sürdürülebilir kalkınma hâlâ soyut bir kavramdan öteye geçmeyen bir yapıda tartışılıyor. Bu genel anlayış, sürdürülebilir kalkınmanın “herkes için daha iyi kalitede bir yaşam” ya da “günümüzün kalkınma ve büyüme ihtiyacı, gelecek nesillerin ihtiyaçlarını tehlikeye atmamalı” gibi benzer onlarca tanımlama kapsamında değerlendiriliyor. Bu sürecin nasıl ve hangi araçlar ile desteklenmesi ve bu kapsamda ne gibi ulusal ya da yerel uygulamaların hayata geçirilmesinin gerektiği henüz somut bir tartışma alanı maalesef bulamıyor. kınma hedeflerine ulaşmak için elimizdeki en önemli uygulama araçlarından birisi olarak kabul edilebilir. Burada en önemli görevlerden birisinin özel sektör tarafından üstlenilmesinin gerekli olduğunu gösteriyor, ancak bu çalışmalar “yasa çıkar ve denetle” kapsamından daha çok, şirketlerin gönüllü çevresel çalışmalarının desteklenmesi ve bir teşvik sisteminin getirilmesi ile çok daha destekleyici ve etkili olacaktır. Mesela, çevresel yatırımları için faiz oranlarının belirli oranlarda düşük tutulması vb. gibi ya da çevre yönetim sistemi kurmak ve bunu belgelemek isteyen kuruluşlara kamunun belirli oranda destek olması ve maliyetlerin belirli oranda vergiden düşürülmesi... Diğer yandan mutlaka ekonomik araçların (çevre vergisi, karbon vergisi ve ilgili harçlar) devreye sokulması gerekiyor. Bununla birlikte piyasa bazlı mekanizmaların uygulanması büyük önem taşıyor. Çünkü şirketlerin çevreyi korurken kâr elde etmesini sağlamak, sürdürülebilirlik için en önemli önceliklerden birisi olarak karşımıza çıkıyor. Genelde ileriyi fazla görmeyen, günlük sorunlar üzerine yoğunlaşan bir toplum yapımız var. Bu durum sürdürülebilir kalkınma kavramının algılanmasında ve doğru uygulamalar yapılmasında bir engel teşkil ediyor mu? Sürdürülebilir kalkınma, son yıllarda Türkiye’de çok tartışılan fakat genelde belirli bir çerçevede ele alınan ve hâlâ soyut bir kavramdan öteye geçmeyen bir yapıda tartışılıyor. Bu genel anlayış, sürdürülebilir kalkınmanın “herkes için daha iyi kalitede bir yaşam” ya da “günümüzün kalkınma ve büyüme ihtiyacı, gelecek nesillerin ihtiyaçlarını tehlikeye atmamalı” gibi benzer onlarca tanımlama kapsamında değerlendiriliyor. Bu sürecin nasıl ve hangi araçlar ile desteklenmesi ve bu kapsamda ne gibi ulusal ya da yerel uygulamaların hayata geçirilmesinin gerektiği, henüz somut bir tartışma alanı maalesef bulamıyor. Bu da sürdürülebilirliğin tam olarak anlaşılamamasını doğuruyor. Aslında, sürdürülebilirliği daha çok uygulama araçları üzerinden konuşsak konunun somut olarak daha net bir şekilde anlaşılabilmesini sağlayabiliriz. Burada, konunun iletişim boyutunun da çok önemi var. Bazı olumlu çalışmalar yapılıyor ancak bunu sürdürülebilirlik çerçevesinde tanımlamadığınızda kavramı somut bir çerçeveye maalesef oturtamıyoruz. Yaptığınız sunumlarda “özel sektörün ilgi eksikliği’’nden sıklıkla yakınıyorsunuz? Sizce bu neden kaynaklanıyor? Nasıl aşılabilir? Gerçekten konu özel sektörde yeteri ilgiyi bulamıyor. Bunun en önemli sebeplerinden birisi olarak, aslında sürdürülebilir üretim ve tüketim anlayışının henüz ülkemizde tam olarak yerleşmemiş olması ve şirketlerin rekabet avantajı sağlamak için üzerlerinde çevreden kaynaklanan herhangi bir pazar baskısını hissetmiyor olmasını gösterebiliriz. Diğer yandan tüketici bilincinin de yeterli düzeyde olmaması, şirketler üzerinde tüketicilerden gelen baskıyı hissetmemelerine yol açıyor. Çözüm için ise aslında yukarıda belirtilen eksikliklerin tamamlanması, sürdürülebilir bir üretim ve tüketim anlayışının benimsenmesi ve aynı zamanda kamunun kanun koyucu ve denetleyici olarak ekonomik araçları, piyasa bazlı mekanizmaları ve teşvik sistemini bir an önce devreye sokması ile sağlanabilir. 15
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle