Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Günler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Çözüm: Koruyucu hekimlik Diş hekimleri mesleğinin bilimsel olarak başlamasının 100. yılı kutlanırken TDB Başkanı Dr. Celal Yıldırım ile sorunları ve koruyucu hekimliğin önemini konuştuk ilk diş hekimliği okulunun 1908’de kurulmasının ardından 100 yıl geçmiş... Bilimsel diş hekimliği eğitiminin “yüz yıllık” geçmişine bakıldığında; diş hekimliğinin berberlerin ve cerhanların (askeriyede diş çekenlere verilen isim) tekelinde, el yordamıyla ehliyetsiz ve eğitimsiz kişilerce yapıldığı o günlerden, bugün modern eğitim kurumlarında son teknolojik imkânların kullanıldığı, bilimsel gelişmelerin ve yeniliklerin takip edildiği çağdaş bir noktada olduğu aşikâr.. Diş hekimliği mesleğinin bugün geldiği çağdaş konum ile toplumun ağız ve diş sağlığına verdiği önem arasında ise ne yazık ki hâlâ büyük bir uçurum var. 1986 yılında kurulan Türk Dişhekimleri Birliği, 33 Dişhekimleri Odası’yla birlikte, ağız diş sağlığı hizmeti sunan yaklaşık 22 bin diş hekiminin ortak sesi. Türkiye’de toplumun ağız ve diş sağlığını, uluslararası normlara göre değerlendirecek olursanız neler söylersiniz? Ülkemizin gerek sağlık kültürü ve eğitim düzeyinin düşüklüğü ve gerekse halkın alım gücünün yetersizliği nedeniyle diş hekimliği hizmetleri kullanılamıyor. Ağız ve diş sağlığı bakımı ve diş hekimliği hizmetlerinin kullanımı ile ilgili yapılan araştırmalar bu değerlendirmemizi doğruluyor. Halkımızın % 47.11’i son bir yılda diş hekimine gitmemiştir. Yaşamı boyunca hiç diş hekimine gitmeyen nüfus oranı ise % 12.5. Ülkemizdeki kişi başına düşen diş macunu ve diş fırçası kullanım oranlarına baktığımızda Avrupa ülkeleri ile aramızda ciddi farkların olduğu görülecektir. 6 yaş grubunda süt dişi dizisinde çürük diş oranı %83’tür. 3544 yaş grubunda çürük diş oranı kırsal kesimde %95, şehirlerde %7679’dur. 2029 yaş grubunda diş çürüğü KERİM GÖKNEL Türkiye’de nedeni ile kişi başına tedavi edilmesi gereken diş sayısı %57’dir. 1213 yaşlarındaki her 100 çocuktan 84’ünün dişlerinde çürük bulunmaktadır. Türkiye, ağız ve diş sağlığı konusunda koruyucu hekimlikte nerede? Nasıl geliştirilebilir? Sağlığın temel ilkesi, bireyin hasta olmadan korunmasıdır. Bu temel anlayış ne yazık ki ne ülke yöneticilerinde ne bireylerde ne de sağlık çalışanlarında egemen değil. Egemen olan anlayış tedavi edici hekimlik. Diş hekimliği hizmetlerinde koruyu cu hekimlik anlayışı daha kötü. Meslek kurumu sorumlusu olarak benim tanıdığım Sağlık Bakanlığı’nın neredeyse tamamı (birkaç bakan hariç) diş ve dişeti hastalıklarını bir sağlık sorunu olarak görmüyor. Toplumun kendisi de bu anlayışta. Bu algılamayı kırmak ve değiştirmek için TDB ve diş hekimleri odalarımız, 1986 yılından beri yoğun çaba gösteriyorlar. Bugüne kadar milyonlarca ilköğretim çocuğuna ve yüz binlerce erişkine ağız ve diş sağlığı eğitimi verildi. Nasıl geliştirilebilir? Önce kafalarımızın değişmesi gerekir. Diş sağlığını sağlık sorunu olarak göreceğiz ve dişdiş eti hastalıklarının önlenebilir hastalık olduğu gerçeği ile gerekli adımları atacağız. Diş ve diş eti hastalıkları dünyada en yaygın ve en sık tekrarlanan hastalıkların başında gelmektedir. Sanayileşmiş ülkelerde tedavi edilecek hastalıklar arasında dördüncü en yüksek maliyete sahip hastalıktır. Düşük gelir seviyeli bir ülkede; tedavinin mümkün olması durumunda sadece çocukların diş çürükleri işlemlerinin bedeli, çocuklar için toplam sağlık bakım bütçesinin bedelini aşacak seviyededir. TDB’nin uzun süredir üzerinde çalışıp geliştirdiği “Ağız ve Diş Sağlığını Geliştiren Okullar Projesi” gelecek nesillerin sağlıklı dişe sahip olmalarını sağlayacaktır. İlköğretimin okullarında bu projenin başlamasıyla; dört yıllık uygulama sonrasında çocuklarımızda %70 oranında çürük oluşumunu engellemeyi başarabileceğiz. Bu da ileriki yıllarda yapılacak tedavi maliyetinin %70 oranında düşmesi demektir. Bu proje ile Dünya Sağlık Örgütü’nün 2010 yılı için 12 yaşındaki çocuklarda hedeflediği DMF endeksinin (çürük, dolgulu, eksik diş endeksi) (Bu hedef 1.5’tir) gelecek yıllarda ülkemizde gerçekleşmesi mümkün olabilecektir. Kültürün Pazarlanması Başlığa bakınca, kültür ürün ve hizmetlerinin pazarlanmasına dair bir yazı okuyacağınızı düşünebilirsiniz. Yanılabilirsiniz. Etrafta gördüğünüz her ürünün kendi çekirdeğinde bir kültürü barındırdığını ve bu içeriği size empoze ettiğini söylersem; inanmayabilirsiniz. İnanmamakta hakkınız da var. Belki bu da bir kültür, mevcut algınızda yaratılmış olan. Başkaları tarafından tasarlanmış ve sizi başka bir şeye dönüştürmüş olan. Art Center College of Design Başkanı Richard Koshalek şöyle diyor; “Tasarımcıların geleceğin simyacıları olduğunu düşünüyorum.” Söylemi paylaşıyorum. Tasarımcılar maddeleri çeşitli ürünlere dönüştürdükleri gibi, kullanıcılarını da dönüştürmeyi başarıyorlar yüzyıllardır. Koshalek bu ikili anlamda mi söyledi bilinmez ama, ben böyle algılıyorum bu sözün özünü... Üzerinde tasarım taşıyan her ürün, başkalaşmanıza ve arzuladığınız tasarım ve kullanım bütününe doğru uzun ve genelde zor tamamlanan bir yolda seyahat etmenize sebep olabilecek özellikler taşıyor. Satın aldığınız bir ayakkabı, yeni model bir cep telefonu, yeni bir müzik albümü, haute couture bir ceket... Estetik, teknolojik, işlevsel ve ölçek anlamında topraksızlaştırılmış kültürleri size taşıyor. Zamanla içinize siniyor. Tüketim gücünüze ve eğilimlerinize dayalı bu kültürel zenginliği(!)sürdürülebilir kılabilmek için tüketmeye ve kullandığınız ürünlerle birlikte hayatınıza sızan farklı kültürleri güncellemeye ve beslemeye devam etmeniz sağlanıyor. Aslında, pazarlamanın basit ve güncel açılımı bu cümlede yatıyor. Tüm bu duruma dışarıdan baktığınızda ise, size pazarlanmış ve tarafınızdan da satın alma süreci tamamlanmış bu akışın sizde yarattığı kültürel değişimi gözlemek oldukça mümkün. Etrafınıza bakın, tekrar teyid edeceksiniz söz konusu otogözleminizi. Ne gariptir ki, mutluluğu tasarlamayı, bu duyguyu ürünlere taşımayı ve gülen suratlarla da reklamlara sıkıştırmayı başaran entegre yaratmanlar, kullanıcılarda yarattıkları tüm kültürel tatmine rağmen dünyayı mutlu kılmayı başaramıyorlar. Pazarlama stratejilerinin kendi içindeki onulmaz çelişkilerin tüketiciye de yansımış olması hoş bir tesadüften öte değil aslında. Sürdürülebilir bir tüketim algısı yaratmayı başaran sektörün bu başarısının beraberinde, sürdürülebilir bir yaşam algısı da yaratıp, yaratmadığı ise sadece bir soru? İlgilenenlere duyurulur... 3. dünya ülkelerindeki göstergelere sahibiz Halkın ağız ve diş sağlığı göstergelerinin istenen düzeyde olmamasının nedenlerinden biri de diş hekimi yetersizliği olabilir mi?. Yeni diş hekimliği fakültelerinin açılmasını nasıl karşılıyorsunuz? 1990’lı yılların başından itibaren diş hekimliği fakültelerimizin açılışında deyim yerindeyse tam bir patlama yaşanıyor. Neredeyse her yıl bir diş hekimliği fakültesi açılıyor. AB ülkelerinde genel ortalama; 1250 kişiye bir diş hekimi düşüyor. Türkiye’de ise 3200 kişiye bir diş hekimi düşüyor. Bu oranlara bakıldığında diş hekimi açığı var diye düşünebilirsiniz. Ancak yukarıda da ifade ettiğim gibi diş hekimi hizmetlerinin kullanımına bakıldığında diş hekimine ihtiyaç olmadığı ortada. Yani hizmete talebin olmadığı bir yerde yeni diş hekimliği fakülteleri açmak ülke kaynaklarını heba etmektir. Şöyle geriye doğru bir bakalım; 1987 yılında diş ve dişeti hastalıkları ile ilgili mevcut sorunlar nedir diye bir çalışma yapıldı. 2005 yılında yapılan başka bir çalışma daha var. Her iki çalışma karşılaştırıldığında ağız ve diş sağlığı ile ilgili göstergelerde olumlu bir değişiklik yok. Yani diş hekimliği fakülteleri açarak diş ve dişeti sağlığında düzelme sağlamamız mümkün olmadı. Ayrıca mezun ettiğimiz çocuklarımıza da çalışma alanları bulamadık. Bugün meslektaşlarımız muayenehanelerinde yaklaşık %40 50 verimlilikte çalışıyorlar. Diş ve dişeti hastalıkları önlenebilir hastalıklar ise ki öyledir, o zaman yapmanız gereken iş koruyucu diş hekimliği hizmetlerinin gereğini yapmaktır. Yani halka diş sağlığına nasıl bakabileceğini öğretmektir. Ağız ve diş bakımı yapmasına rağmen sorun çıkıyorsa gerekli tedaviyi yaptırması için diş hekimine gitmesinin koşullarını yaratmanızdır. Siz devlet olarak, siyasetçi olarak tersini yapıyorsanız ve hâlâ hatanızı devam ettirmekte diretiyorsanız burada sorun var demektir.Ve sonuç olarak kaynakların verimsiz kullanımına sebep olursunuz, sürdürülebilir sağlık sistemi kuramazsınız. Vatandaşlarımız da 3. dünya ülke insanlarının ağız diş sağlığı göstergelerine sahip bir ağza sahip olurlar. İstanbul Bilgi Üniversitesi 11