27 Aralık 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

13 Ocak 2012 Cuma 393 15 ELEŞTİRİ Eren AYSAN Almanya’nın‘gastarbeiter‘larıSoğukBirBerlinGecesi’nde “Savaş ve Barış” bugünün romanı olduğu kadar bugünün oyunudur... Ötekileştirilenlerin öyküsü A SELDA GÜNEYSU NKARA Küçük Tiyatro’nun sahnesinde her yanı fotoğraflarla süslü bir dekor. Sahnenin tam ortasında yer alan fotoğraf, bir oyuncak tavşana ait. Bu ve sahnedeki her bir fotoğraf aslında oyunun baş karakteri Tarık üzerinden, “uygar” diye tanımlanan bir ülkede, “dili, kültürü farklı olduğu için ötekileştirilen, Almanların diliyle ‘gastarbeiter’ların, misafirlerin, hazin öyküsünü” anlatıyor. Ankara Devlet Tiyatrosu’nun sahneye taşıdığı “Soğuk Bir Berlin Gecesi”, bir süre Berlin’de kalan oyuncu ve yönetmen Barış Eren’in tanık olduklarından kaleme alıp yönettiği bir oyun. Oyunda, “Tarık’ın, Almanya’da, Alman bir kıza duyduğu aşk ekseninde, dili ve kültürü nedeniyle farklı olduğu için ötekileştirilmesi” anlatılıyor. Ödüllüoyunyenidensahnede 2 saat 15 dakika kadar süren oyun, aslında ilk kez geçen sezon izleyici ile buluşmuştu. Ankaralı izleyiciden olumlu tepki alınca Ankara DT, oyunu bu sezona da taşıdı. Sanat Kurumu 20102011 sanat sezonunda, başroldeki iki oyuncudan Katerine’i canlandıran Fulya Koçak’ı “En İyi Kadın Oyuncu”, Tarık’ı canlandıran Olcay Kavuzlu’yu ise “En İyi Erkek Oyuncu” ödüllerine değer gördü. Oyunda, Koçak ve Kavuzlu’nun yanı sıra Ferahnur Barut, Eray Eserol, Adnan Erbaş ve Mahmut Işık rol alıyor. Oyunda ırkçı göndermeler Tarık oyunda sık sık kendisini sürekli “Siz böylesiniz işte” diye başlayan cümlelerle eleştiren Alman arkadaşlarına ve sevgilisi Katrine’nin yakınlarına şu soruyu yöneltiyor: “Neyi seversiniz siz? Arabalarınızı, köpeklerinizi... Ha bir de biralarınızı yudumlamayı...” Oyunun başında dikkat çeken oyuncak tavşan, Tarık’ın çevre baskısına karşı onu kanatları altına alan sevgilisi Katrine’le arasındaki sorunları çözmek amacıyla kullandığı bir metafor haline dönüşüyor. Yine oyunda kadına yönelik son yıllarda artan sözlü ya da fiziksel şiddet de yeriliyor. TOLSTOY’UN yaratıcılığını Volkof, Büyülü Koro isimli yapıtında ifade eder: Tolstoy baştan aşağı çelişkilerle dokunmuş, ‘çoklukları’ kendi içinde barındıran biriydi. Aynı anda hem inançlı bir arkaist hem doğal bir yenilikçiydi hem yaşamda, hem yazarlıkta, hem de kendi tutkulu dinsel ve politik vaazlarında, tam bir anarşizmle çevrelenmişti. Bir yazarın çelişkiler yumağı olarak nitelendirilmesinden doğal ne var ki. Napolyon’un Rusya’yı işgal etmek için giriştiği savaş dönemini, Çarlık dönemi sosyetesinin yaşam tarzıyla iç içe, beş aristokrat ailenin gözünden anlatılması olarak göreceğimiz yapıt, başta altı cilt olarak yayımlanıp, daha sonra dört cilt halinde düzenlenmiştir. Yazım serüveninde de Tolstoy’un kahramanları aracılığıyla iç hesaplaşmasını, hatta çelişkilerini sürdürdüğü söylenebilir. Romanda olduğu gibi Piscator tarafından uyarlanan oyunda da, belirli bölümler Nataşa’nın bakış açısıyla sunulur. Nataşa romana Rostov ailesinin güzel, başarılı bir genç kızı olarak başlar. Onu tanımlananlardan güzel olarak algılamazsanız bile, akıllı, muzip, sevecen, eğlenceli hatta çocuksu olarak nitelendirebilirsiniz. Karmaşık karakter olan Nataşa’nın bir yandan kadınsılığına değinilirken, neredeyse bir oğlan çocuğu gibi çevik, kıvrak ve özgüvenli olduğunu da düşünmek gerek… Özellikle 19. yy bakış açısını düşündüğümüzde, kadınların çoğunlukla erkeklerin yanındaki odada, arka planda kalıp sessizce oturmak ve dikiş dikmek için kendine gerekli zamanı yaratmak zorunda kalma güdüsünün dışındadır. Kendi bakış açısı daha nettir, ama o yılların savunusuna göre “ahlak – dışı”dır. Pierre’in aslında ilk bakışta bize hoş gelen, becerileriyle alımlayıcıyı etkileyebilen özellikleri yoktur. Hatta zayıf iradeli kişiler tarafından rahatlıkla nakavt edilebilir. Pierre, Tolstoy’un hayatının belirgin dönemecinde Shopenhauer’dan etkilenen naif duruşunu sunar. Özellikle Napolyon’un Rus işgalinde sırasında Pierre’nin çıkışları, öznel bir kişilik olarak ne kadar çıkmaza uğruyorsa, en az nesnel gerçeklik kadar suçlu sayılmaktadır. İnsanı düş kırıklığına uğratan yaşam eğer bu denli ruhsuz ise, düş kırıklığına uğrayan kahraman da ruhunu denetleyemeyen, fazla şiirsel ve ütopyacı bir kişiliğe sahip demektir. Eğer birisi düş görmesini sevenlere hoşgörü göstermiyorsa, diğeri de gerçeklik duygusundan yoksundur. O, çağımıza yönelik kaybedenlerin başındadır. Romanın sonunda mutlu bir evliliğe adım atması, bu gerçeği değiştirmez. Peki o zaman kahramanlığa soyunan Andrey’in ailesinden gelen kırgınlığı, eline silahı aldığı anda savaşta yenik düşmesini, aşığı tarafından aldatılmasını nereye koyacağız? Aslında Pierre de, Andrey de hatta Nataşa’da olanca karmaşık dünyada, savaşın ortasında hiçlikte salınır. Bu nedenle Savaş ve Barış sahnelenmesi gereken bir eserdir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle