Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Cumhuriyet Ankara 326/1 EKİM 2010 Yerelyönetimuyuyormu? ? Alper ŞİRVAN rtaokuldaydım ve yaşım on beşti; unutmuyorum. Spastik engelli olduğum için yürüyemiyor ve sağ elimi kullanamıyorum. Aynı okulda resim öğretmeni olan babam, ek dalının sanat tarihi ve bu konuda ehil bir insan olmasından dolayı, okulun gezi kolunu yönetirdi. İstanbul’a tedavi amacıyla defalarca gitmemize karşın o güne kadar pek gezme fırsatımız olmadığı için o İstanbul gezisine ben de katıldım. Eyüp Sultan Camisi’nde gezerken tekerlekli sandalyeme yaklaşan yaşlı bir amca, istemsiz olarak açılıp kapanan sağ elimi tuttu; ardından da hızla uzaklaştı. O an elimde bir şey hissettim. Tepkisel olarak kapanan elimi açtıktan sonra avucumda bozuk bir parayla karşılaştım. Şoke olmuştum; kısa bir süre olayı tam kavrayamadım ama sonra parayı hırsla alıp kimse görmeden fırlattım. O alpersivan@gmail.com ‘Sakat eşittir dilenci’ anlayışı Hayatımda ilk defa, toplumun “sakat (!) eşittir dilenci” önyargısı ile yüz yüze gelmek beni çok üzmüştü. Üzerindeki kıyafet, yanındaki insanlar önem siz detaylardı. Tekerlekli sandalyedeyseniz siz, mutlaka “dilenci” yani “daima yardım edilesi bir varlık” olmalıydınız. Cahil bir vatandaşın densiz bir hareketi olarak görebilirdim bunu ama “ya öyle değilse” diye düşündüm. Çünkü zaman geçtikçe o amcanınkinden çok daha sert ve anlamsız önyargılarla karşılaştım. Hadi o cahil, bir ayağı çukurda ihtiyardı o an benim gözümde; ya sonra karşılaştıklarım? Lisedeyken, okul çıkışında karşılaştığımız ve babama benim için zaman zaman “zekâsı nasıl” diye soran; okurken, işe girerken, çalışırken zorluk çıkartan insanların bu amcadan tek farklarının “diploma” olması daha da acı... Her şeye rağmen son yirmi yılda önemli mesafeler kat edildiği kanaatindeyim. Artık, “engelli çocuğunuzu toplumdan kaçırmayın, onu sosyal hayatın içine katın” mesajlarının daha az verilmesi kadar, sokaktaki problemlerin, sosyal hayatın devamını sağlayacak unsurların en azından tartışılıyor olması bir adım... Bütün bunlarla beraber, engelliye birtakım fazladan imkânlar vererek yaşadığı toplumdan soyutlama anlayışına da temelde karşıyım. Engelliler tatil köyü, engelliler otobüsü, engelliler parkı ne kadar itici ve farklılaştırıcı yani ötekileştirici değil mi? Ben, prensip olarak “herkes gibi, herkesle beraber” bir hayatı tercih ediyorum. İbret verici sözler Yıllar önce yaşadığım ilçenin, Bursa’nın Yıldırım ilçesi, o zamanki belediye başkanını evime çok yakın olan parktaki bir etkinlikte yakalamış, o parktaki birçok bölüme rampa olmadığı için giremediğimi söylemiş, en azından belli yerlere rampa yapılmasını istemiştim. Başkanın bana söylediği gerçekten ibret vericiydi: “Mesken’de engelliler parkı yaptık, oraya gidin.” Dediği yer, oturduğum yerden en az 5 kilometre uzaktaydı... Kaldı ki, ona “Keyfimin kâhyası mısın kardeşim? Ben bu parka gitmek istiyorum” demek vardı ama acı acı gülümseyip ayrıldım yanından... Yerel yönetimlere, yapmaları kanunen zorunlu hale getirilmiş şeyleri hatırlatmak zorunda mıyız? Yedi yıl süre konmuştu hatırlarsanız… Yoksa yine birçok konuda olduğu gibi bu konuda da “yumurtanın kapıya dayanması mı” beklenecek? Bu yazı Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği (AFSAD) tarafından hazırlanmıştır. (Engelsiz Yaşam konusunda görüşlerinizi paylaşmak için: http://www.facebook.com/pages/EngelsizYasam) Sessiz ve temiz soğutucu ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Ankara Üniversitesi’nin yürüttüğü “Öğrenci Odaklı Proje” kapsamında Fizik Mühendisliği Bölümü 3. sınıf öğrencisi Oğuz Başer, Manyetik Malzemeler Araştırma Grubu üyesi Prof. Dr. Yalçın Elerman ile birlikte sessiz ve çevre dostu teknolojiye sahip bir manyetik soğutucu üretecekler. Ankara Üniversitesi Fizik Mühendisliği 3. sınıf öğrencisi Oğuz Başer, yapmayı planladığı manyetik soğutucu prototipinin Türkiye’de ilk kez yapıldığını söyledi. Manyetik soğutucunun piyasadaki klimalardan her alanda daha avantajlı olduğunu belirten Başer, şanları söyledi: “Normal klimalarda ya da buzdolaplarında buhar sıkıştırmalı teknoloji kullanılıyor. Bunların içinde, hidroklorokarbon gibi zararlı gazlar var. Ozon delinmesi ve küresel ısınmanın temel nedeni de zaten bu gazlar. Biz, manyetik soğutucu da bu gazların hiçbirisini kullanmadığımız için çevreye hiçbir zararı olmayan bir soğutucu üretiyoruz. Aynı zamanda da sessiz bir teknoloji. Türkiye’de ilk defa böyle bir teknoloji üretilecek.” Fizik mühendisliği 3. sınıfta, hocasıyla çalışıyor ‘8 ay sonra hazır’ Başer, Ankara Üniversitesi’nden 1 yıllık bir proje süresi aldıklarını ve buna göre 2011 Ağustos’unda bitirmeleri gerektiğini söyledi. Başer, “Şu anda malzemeleri toplama aşamasındayız. Manyetik soğutucunun malzemelerinin neredeyse tamamını yurt dışından getiriyoruz. Malzemelerin yüzde 70’ini tamamladık. Yaklaşık 78 ay sonra bitirmiş olacağız. Proje süresi 1 yıl. Ama biz daha erken bitirmek istiyoruz” diye konuştu. 7