Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Cumhuriyet Ankara 326/1 EKİM 2010 GÖRÜNÜM A.CELALBİNZET SANATIMIZINSONBAHARI VEBENWİLLİKENS ahar sözcüğüne “son” önekini getirdiğinizde insanı coşkuyla kucaklayan mevsim yerine daha durgun, daha içe dönük hüzünlü bir yaşamı akla getirdiğine kimler inanmaz ki? Yazın o kendine özgü uçarı ve yeleken havasından sonra bilinen kent yaşamının ortasındaki yerini almak her zaman ağır gelmiştir bireye. Galerilerin açılması demek, sanatçısı, yapıtı ve izleyicinin aynı ortamda buluşmasıdır aynı zamanda. Doğrusu, yaşananlara bakıldığında bu buluşmaların artık bir karakoncolos gölgesinde geçmeyeceğinin garantisi yok gibi. Bu kez çocuklara değil ama büyüklere yönelik ve uydurma olmayan bir gölge var ortalarda. Son hafta içinde yansıyan haberlere bakıldığında kentin en işlek alanlarında yer alan iki heykelin çalınması karamsar olunması için yeterli sayılmaz mı yoksa! Atatürk Bulvarı üzerindeki Zübeyde Hanım Kız Meslek Lisesi önündeki Zübeyde B Hanım büstü ile Turan Güneş Bulvarı‘ndaki Grup Sanat Galerisi önünde yer alan Cem Sağbil‘e ait Hemera heykelinin yerlerinden sökülerek götürülmesi oldukça düşündürücü. Salt heykel olmalarının dışında ikisinin de ana tema olarak kadını ele almasının başlarına gelen bu olaydaki payı nedir diye düşünmemek elde değil. Yoksa belli çevrelerin heykel sanatına karşı sürdürdükleri geleneksel düşmanlığın hiçbir zaman yok olmadığı unutulmuş değil. Mevsimin havasından kaynaklanan iç burkucu duygularla, heykel sanatına karşı başlatılan eylemlerin yarattığı bunaltıcı havayı örtüştüren bir sergi sürüyor şu anda. Kuşku yok, bu örtüşme sanatçının geçmişinde kalan döneme damgasını vuran savaşın kirli yüzüyle benzerliğinden ileri geliyor. Gözle görünür bir savaş yok orta yerde ama sinsi havanın benzerlikleri gözden kaçırılamaz. Galeri Artist, mevsimin ilk sergisinde Alman sanatçı Ben Willikens’in re simlerini buluşturuyor Ankara’lılarla. 1939’da Leipzig’de doğan sanatçı, 195962 yılları arasında Hamburg’da felsefe ve edebiyat eğitimi aldıktan sonra bu süreci 196267 döneminde Stuttgart’taki resim eğitimiyle tamamlıyor. Resimlerine egemen olan boşluk ve yalnızlık duygusunun bizdeki bunaltıcı ortamla örtüştüğü sözüne bu noktada açıklık getirmek gerekiyor. Çünkü, Willikens’in yaşadığı kent Leipzig bombalandığında o henüz dört yaşındadır. Çocuk bilincinin derinliklerine kazınan o darmadağınık kent görünümü bir daha asla kaybolmayacaktır. Yıkık duvarlar, dağılan evler, yaralı ve ölü binlerce insanın bir arada olduğu bir toplama kampına dönmüş Leipzig Willikens’i yaşamı boyunca izleyecektir hep. İşte bu nedenle sanatçının resimlerinde gri rengin egemen olduğu dikkatlerden kaçmaz. Savaşın kirli yüzünü yansıtacak bundan başka renk yoktur gibi. Bir de, içinde yaşadığı o düzensizliklere inat kesin bir denge ve geometriyi hedefler resminde. Hesaplarla ortaya konmuş boş mekânları kendi öykülerini anlatsınlar diye resmetmiş sanatçı. Bir anlamda, büyük boşlukların ortasında bırakıyor izleyiciyi. Bu dönem, sanatçının Floransa ve Roma’da yaşadığı yıllara değin sürüyor. Burada gördüğü Leonardo da Vinci resimlerinin etkisiyle, bunalımlı anlatım biçeminden vazgeçerek daha aydınlık mekânların anlatımına yöneltiyor kendini. “Yer ler” konulu küçük ölçekli guaj ve akrilik çalışmalarındaki “küçük kara kapı” vurgulamaları, kaderci birey yaşamından çıkışı simgeleyen “ümit kapıları”na dönüşmüştür artık. Sergide bu örneğe karşılık olmak üzere birkaç çalışmanın yer aldığını görmek güzel. Sanatçının 1970’li yılların Floransa izlenimleri doğrultusunda Leonardo’nun “Son Akşam Yemeği”nden esinlenerek gerçekleştirdiği aynı adı taşıyan resmini Ankara’da görememek ise üzücü. 197679 yılları arasında tamamlanan bu yapıt büyük boyutları nedeniyle (300X600 cm.) buraya getirilemedi. Rönesans’ın büyük ustasının düzenlemesini boşluk kavramını koruyarak anlatma konusunda büyük başarı sağlayan Ben Willikens, klasik bir yapıtı çağdaş anlatım kalıpları içinde büyük bir başarıyla yorumlamıştır. Büyük boyutlu tuval üzerinde Leonardo’nun olmayan figürlerini görmüş gibi oluyoruz. Ancak hemen söylemek gerekir ki, burada sergilenen yapıtları da en az sözü edilen resmindeki kadar etkileyici güce sahipler. Ankara’da hareketlenmeye başlayan sanat mevsimi için, yeni açılmaya başlananları unutmadan Ben Willikens sergisini kaçırmamak gerekiyor. En azından, sanatçının yaratma güdüsünü etkileyen toplumsal olayları irdelemenin ne denli kaçınılmaz olduğunun ayırdına varabilmek için. 5