Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Ö NCE S AĞLIK Cumhuriyet Ankara 218 / 5 Eylül 2008 İskeletlerin Dansı Ç ? Dr. Cem SUNGUR İç Hastalıkları Profesörü Nefrolog ocukluk çağımızda, çizgi filmleri evlerimizde değil de sinema salonlarında izlediğimiz dönemlerde, aklımızda en çok kalan çizgi filmlerden birisi, bir buçuk dakika süreyle, hem büyüleyen hem de ürperten “İskeletlerin Dansı”adlı yapıttı. 1929 yılında ilk kez gösterime giren bu filmin yaratıcısı Walt Disney’di. Bu kısa süre içinde; dolunay ışığında, köpek ulumaları ve yarasa uçuşmaları arasında, dört iskelet el ele tutuşup dans ediyorlardı. Müzik Sibelius’un, İskandinav efsanelerindeki mağaralarda yaşayan ve olağandışı güçlere sahip olan cücelerden (Troll) esinlenerek bestelediği “Troller’in Yürüyüşü” adlı eserinden alıntılar yapılarak oluşturulmuştu. İskeletler çocukluk danslarından “foxtrot”a kadar değişen ve farklı yüzyıllara ait dansları ardı ardına sergiliyorlardı. İzlemeye başladıktan bir süre sonra korku ve tedirginlik yerini ilgi ve beğeniye bırakıyordu. Londra’da Wellcome Müzesi’nde iskeletler tekrar dans etmeye başladı. Serginin İskeletler: Londra’nın Gömülü Kemikleri adını taşıyor. İskeletleri bağışlayan kuruluşun adı Londra İnsan Biyoarkeoloji Merkezi. Serginin amacı Merkezin arşivindeki 17 bin iskelet arasından seçilmiş olan 26’sı aracılığıyla, Londra’lıların 2000 yıllık yaşantılarından ve sağlık sorunlarından örnekler sunmak. İskeletlerin tümü son otuz yılda Londra’nın unutulmuş olan mezarlıklarının üzerinde, yeni yerleşim ve çalışma alanları inşa etmek için çalışan buldozerlerin kepçesine takıldı. Sergi için seçilen iskeletlerin ait oldukları dönemler Roma döneminden “Victoria” dönemine dek değişiyor. Yaşları da 22 aylık bir fetüsten, 84 yaşında bir erkeğe kadar farklılık gösteriyor. Yapılan arkeolojik değerlendirmeler de, ölüm nedenlerinden çok yaşadıkları sağlık sorunlarını ortaya koyuyor. ‘Hastalıkların izlerine rastlamak mümkün’ Elde edilen bulgular, bazı sağlık sorunlarının geçmişte kaldığını, ama diğerlerinin ise günümüzdeki sağlık sorunlarından farksız olduğunu gösteriyor. Kral George döneminde yaşamış olan orta yaşlı bir erkeğin kaburgalarındaki, burnundaki ve ayağındaki kırıklar, cin içerek sıklıkla sarhoş olan, kavga eden ve düşen biri olduğunu düşündürüyor. Günümüz metropollerinde gecenin ilerleyen saatlerinde meyhane çıkışlarında benzerlerine rastlamak olası. İskeleti Holborn viyadüğünün altında bulunan ve Roma zamanından kalan bir iskelette ise, eklemlerde kireçlenmenin ve kemiklere yayılmış olan kanserin izlerine rastlamak olası. Romalı iskelette izlenen bu sağlık sorunları, ileri yaştaki milyonlarca insanda aynı şekilde ortaya çıkıyor. Genç bir erkeğin iskeletinde tüberkülozun bıraktığı hasarlar açıkça izlenebiliyor. Bu iskelet bize 18. ve 19. Yüzyıl Londra’sının fakir mahallerinde insanların ortalama yaşam sürelerini azaltan tüberkülozun bir süre ortalıktan kaybolduktan sonra 20. Yüzyılın sonunda nasıl hortladığını anımsatıyor. Öte yandan 9 yaşındaki bir çocuğun kafatasında belirgin izler bırakmış olan çiçek hastalığı bugün yeryüzünden silinmiş durumda. Fahişelikle hayatını kazanmaya çalışan genç bir kadının yüz kemiklerinde izlenen ve geç dönem frengiye bağlı değişiklikleri ise günümüz doktorları artık hemen hemen hiç görmüyorlar. Orta çağda yaşamış ve veba salgını sırasında ölmüş bir erkeğin omurgasında ise kırık bir ok ucu gözlemleniyor. Arkeologlar bu erkeğin, 1346 yılındaki Crecy savaşında yaralandığını, saplanan ok hayati organlara ve omuriliğe zarar vermediği için hayatta kaldığını, ancak iki yıl sonraki veba salgını sırasında hayatını kaybettiğini öne sürüyorlar. Serginin en gösterişli iskeletlerinden birisi 84 yaşında hayatını kaybeden ve varlıklı bir yaşantı sü ren kasap ve kilise görevlisi William Woods’a ait. 1842 yılında hayata gözlerini kapayan bu iri gövdenin, dişlerinin döküldüğü, kalça eklemlerinde kireçlenme (artroz) olduğu ve varlıklı sınıflarda izlenen bir omurga hasarı hem yaşantısı hem de sosyal statüsü hakkında bilgi veriyor. Yine Chelsea’de 1749 – 1826 yılları arasında yaşamış olan Nicholas Adams’ın iskeleti, yaşamın herkes için o denli kolay olmadığını kanıtlıyor. Bacak kemiklerindeki eğrilikler çocukluk çağında geçirdiği raşitizmden kaynaklanıyor. Kırmızı kumaşla kaplı tabutunun içinde beyaz saçları büyük bir tezat yaratıyor. Yarık damağı ve doğuştan edindiği frenginin izleriyle 11 yaşına kadar Londra’nın varoşlarında yaşam mücadelesi sürdürmüş olan çocuk herkesi şaşırtıyor. Bu sağlık sorunları ile baş etmek zorunda kalan bir çocuğun 11 yaşına kadar sağ kalması mucize olarak kabul ediliyor. ‘İskeletler sosyoekonomik değişiklikleri de yansıtıyor’ Sergiyle ilgili izlenimlerini The Lancet’e aktaran Peter Hayward’ın görüşüne göre “Wellcome müzesinde siyah bir fonun içine itinayla yerleştirilmiş olan 26 iskeletten oluşan bir sergiyi izlemek insana itici gelebilir ve ölümü çağrıştırabilir. Oysa bunun tam tersi söz konusu. Sergi ölümle ilgili ayrıntılara odaklanmış gibi gözükse de aynı zamanda insanoğlunun yaşama gücünü ve isteğini oldukça somut bir şekilde ortaya koyuyor”. İskeletler aynı zamanda yüzyılları birbirine bağlıyor ve bir şehrin insanlarının karşılaştıkları sosyoekonomik değişiklikleri de yansıtıyorlar. Orta çağ sonrası Londra’sının; göçler, nüfustaki hızlı artış, salgın hastalıklar, şeker ve tütün tüketimi, cinsel hastalıklar, moda gibi faktörlerin insanlar üzerine olan etkilerini de izleyicilere aktarıyorlar. Yirmi altı değişik insana ait olan iskeletlerin sergilendiği, loş ışıklarla aydınlatılmış alanın sonuna gelindiğinde, belirli bir yaştaki ziyaretçiler çocukluk çağında izledikleri “İskeletlerin Dansı” adlı çizgi film sonrası benzer çağrışımlar hissedebilirler. İskeletler her zaman olduğu gibi başlangıçta ürkütücü, soğuk ve korkunç. Ama aynı iskeletler bir araya geldiklerinde; yüzyılları, insanların yaşadıkları ortamları, sosyoekonomik koşullarını, karşılaştıkları sağlık sorunlarını, kısacası yaşamlarını özetleyiveriyorlar. 20