Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
11 Mart 2018, PAZAR SAYFA 9 Din bu Aydın Tonga ‘Asansörde halvet’ meselesinde nesneleştirilen yine kadınlar oldu Fetvası bağrında sorular “Kadın tek başına veya bir erkekle asansöre binebilir mi?” Soru bu. Sual o kadar önemsenmiş ki, Sosyal Doku Vakfı başkanlığını da sürdüren Nurettin Yıldız, gerekçelerini sıraladıktan sonra soruya şöyle yanıt vermiş: “Kadın tek başına veya kadınlarla ya da şeffaf bir cam varsa erkeklerle de asansöre binebilir. Lakin asansör şeffaf değilse, kadın erkeklerle asansöre binemez. Zira bu durumda “halvet” ortamı oluşur yani asansörde cinsel ilişki gerçekleşebilir.” Konu geçtiğimiz haftalarda medyada oldukça geniş yankı buldu. Fakat yankı daha çok “halvet” meselesi üzerine yoğunlaştı. Maalesef tartışmanın gündemi ya da değeri, popülerliği derecesinde hayat bulduğu için, konuşulması gereken esas konuları çoğu zaman bir çırpıda yok sayabiliyoruz. Oysa Yıldız bu konuşmasında açıkça kadınlar erkeklerle asansöre binemez diyordu! Söylemin “tartışılabilirliği” bir yana Yıldız’ın savunduğu din yorumuna göre kadınlar asansörü bile belirli şartlarda kullanabilirdi. Şu bir gerçek ki, İslam dünyasında kadın olmak dünden bugüne hep zor bir konu oldu. Zira bu en son örnekte de olduğu gibi, görüşlerintartışmaların hep nesnesi oldu kadınlar; onlar erkeklerden uzak durmalı, kıyafet değil örtülere bürünmeli ve hatta dışarı bile çıkmamalıydı. İnsan kimliklerinden çok “günah kimlikleri” ile tanıtıldı, anlatıldı, yaşatıldı kadınlar. Meşhur fetva kitapları bu durumun somut örnekleri ile doludur. Yukarıda anlattığımız hadisede de “soru” bu “zihniyet” üzerinden dile getirilmişti ve evet bunu görmemek elde değildi. Nereye kadar susacağız? Maksadı görmesine görüyoruz da soruların ruhuna sirayet eden bu eril, dışlayıcı ve bir o kadar da kasıtlı soruları görüp onları muhatap almak zorunda mıyız? Çünkü sorular, cevaplardan bağımsız olarak düşünülemez. Cevabını duymak istediğiniz soruları sorar, saklı kalmasını özenle savunduğunuz meseleleri soru haline getirip zorda bırakmazsınız. Bu anlamda sorular da bir bağlamın içerisinde hayat bulur, yaşar, bir paradigmanın öznesi olarak görev alırlar. Kurulan, düşünülen, inanılan tasavvura amade cephaneliktir onlar. Dolayısıyla sorular karşısında Murat Bardakçı’nın tavsiye ettiği şu tutumu takınmak, ağaca bakarken ormanı gözden kaçırmak anlamına gelecektir; bakın Bardakçı, malum haberi ele alan yazısında neler söylüyor: “Fetvaya ve fetvanın dayandığı dinî kaidelere veryansın edeceğinize susar, sadece sizi bağlayacak olan bir karar verir, yani hükme uymazsınız, olur biter!” Peki, nereye kadar susacağız? Nereye kadar bu sorular karşısında sessiz kalmayı tercih edeceğiz? Osmanlı’da Şeyhülislam’a “tavla ve satranç oynayanların tanıklığı kabul edilir mi” diye sorulunca, Ebu Suud “edilmez” diye cevap vermişti. Murat Bardakçı’nın analizine göre satranç ve tavla oynamıyorsak sorun yok ve tabii “soru sorulmuş, cevap verilmesin mi” muazzam bakışını da unutmayalım! Soru deyince o dönem dile getirilen suallerden bazıları şöyle. “Muaviye hayırlı kişi değildir” diyenlere ne yapmalı? Hallacı Mansur’u övenler nasıl cezalandırılmalı? İlkinde yani Muaviye’yi eleştirenler için tazir cezası uygulanır deniyor. Mansur’a gelince onu övenler de tıpkı onun gibi cezalandırılmalı buyrulmuş. Yani elleri ve ayakları çapraz kesilmeli sonra da katledilmeli. Murat Bardakçı ile devam edelim isterseniz. Yazar, soru retoriğine şöyle sahip çıkıyor: “Unutmaya lım: Kimliği “Türk” ve “Müslüman” olan bir memlekette yaşıyoruz; bin küsur senedir hocalardan fikir alınıyor ama bu toprakların kültüründen ve âdetlerinden bir türlü haberdar olamayan basınımız, fetvaları yahut verilen cevapları takdir buyurmuyor diye millet sormaktan vazgeçmeyecek, bundan böyle de soracaktır!” Bin senedir sorulan soruların tahlilini yukarıda aktarmaya çalıştık. İşte tam bu noktada görülme si gereken, bağnaz din yorumunun yüzlerce yıldır sorularla, kitaplarla, yanıtlarla üretildiği gerçeğidir. Şu soru Osmanlı döneminden: Sekiz yaşındaki kız çocuğu bir adamla evlendirilir. Fakat adam bir ilişki yaşayamadan kızı annesine geri verir. Şimdi merak edilen şu: Madem kız annesine geri verildi bu durumda kız için verilen mehrin (paranın) ne kadarı annede kalacak ne kadarı adama geri verilecektir. Şu soru da günümüzden; Diyanet’e sorulmuş: “Bir babanın öz kızına duyduğu şehvet, karısıyla olan nikâhını düşürür mü?” Her iki soru da ilgili toplumun sosyolojik yapısına, hemhal olduğu sorunlara ve yürüdüğü istikamete dair ipuçları vermiyor mu sizce? Verili dönemleri incelediğimizde bu soruya olumlu cevap verilebileceğini rahatlıkla söyleyebiliriz. O vakit sorudan insana, hayata, dine uzanan yolu tanıyabilmeli, zira hiçbir soru kimliksiz değildir. Hal böyle olunca sorular, yalnızca harflerin yan yana dizilimi ile kurulumu gerçekleşen metinler olmaktan çıkar; tasavvuru, düşü, geleceği, rejimi dileyen söz olur onlar. Ve bir sorunun hüviyeti, merakına mazhar olan anlam ile açığa çıkar. İslam tarihinde savunduğu dini yorumla devrine ışık saçan ve bu sebepten dolayı bağrından nice bilim insanı çıkaran Mutezile ekolü, “sorulara” verdiği yanıtlarla da ayrıcalıklı bir yere sahiptir. Öyle ki “Mutezile mezhebinin önder düşünürlerinden Amr b.Ubeyd’e meşhur “Cenin anne karnında 40 günlük olunca bir melek gelir ve bu çocuğun kaderini/alınyazısını yani ömrünü, rızkını, cennetlik mi cehennemlik mi olduğunu tayin eder/ yazar” hadisini (Peygamber sözü) sorarlar. Amr b.Ubeyd, önce hadisin ravilerinden (naklediciler) birinin yalancı olduğunu söyleyerek bu hadisin uydurma olduğunu ileri sürer. Daha sonra da şöyle devam eder: “Velev ki bu hadis doğru olsaydı ve ben de Hz.Muhammed’in yanında olsaydım, O’na karşı çıkardım. Eğer bu fikir/iddia, hadis değil de ayet olarak inseydi, Allah’a: “Bu, bizden aldığın misaka (anlaşmaya) aykırı değil mi?’ diye sorardım” der. ‘Rabbim beni ehil gördü, beğendi’ Oysa aynı soru, saltanatı esas alan rejimlerde sorulmuş olsa, verilecek cevaplar da muhtemelen tam aksi yönde olacaktır. Çünkü rejimin sahipleri meşruiyetlerini Allah’ın takdirine bağlayacakları için, kader sorusu da insanı hiçleştiren bir içerikte cevaplanacaktır. Nitekim Emeviler döneminde kaderci yorumun egemen olması bu sebeptendir, benzer biçimde genel hatlarıyla Abbasi ve Osmanlı’da da durum böyledir. Bu bağlamda hilafeti çeşitli siyasi manevralarla ele geçiren Muaviye’nin şu sözlerini hatırlamakta fayda var: “Rabbim beni ehil görmeseydi, onu bana bırakmazdı. Bizim şu andaki konumumuzu Allah beğenmeseydi, onu değiştirirdi.” Sözü uğurlarken yinelemekte fayda var ki her soru bir muhataplık ilişkisi sonrasında yanıt bulur, söze dönüşür, mânâ dünyasında yer edinir. Onun için sorunun içeriği ve ona yanıt teşkil eden cevap kadar, o soruları görünür kılan özneler de önemlidir. İktidarın ideolojik üreticileri de bizatihi o öznelerdir. Bir Oscar haksızlığı Yakın çekim Phantom Thread rinlikler ve ilişkiler bağlamında da son derece etkili bir yüzleşme vitrini. Mesleğine ilişkin her şeyi annesinden öğrenmiş ve onunla arasında bir tür Oidipus komplek Bülent VARDAR si olduğu hissedilen tasarımcı Woodcock annesini unutamamıştır. Güçlü egosu, arkasına sığındığı bir maske dir aslında. Sağ kolu Cyril (Lesley Manville) dışında Woodcok'un diğer kadınlarla ilişkisi asimetriktir. İştahlı bir zekâ ya 90'ıncı Oscar Ödülleri 4 Mart Pazar gecesi sahiplerini bulurken aday filmlerden Paul Thomas Anderson’un yazıp yönettiği “Phantom Thread”, aday olduğu toplam 6 kategori içinde son derece derinlikli, kaliteli bir senfonik da çekicilik, onu daha çok avam çevrelerin kadınlarına yöneltir. Onlar üzerinde faşizan bir baskı kurar. Fakat kabalaşmadan, incelikli bir zekâ ve davranışlarla bu etkiyi yaratır. yapıtın hissettirdiği “orkestrasyon” ve ince işçiliğe sahip sinema diline karşın hakkı yenmişlik duygusu veren ya Taşralı Alma’nın fendi pım oldu. Ana akımın kolay tüketime alışmış kitleleriyle buluşmada zorlanacak bir film olan “Phantom Thread”, konusuyla uyumlu şekilde “En İyi Kostüm Tasarımı” Oscar’ını kazandı sadece. Film, etkili ve karizmatik bir erkeğin çevresindeki kadınların ana karakter Reynolds Woodcock üzerindeki iktidar mücadelesi üzerine yoğunlaşıyor. Sinemada onlarca etkileyici karaktere imza atmış İngiliz oyuncu Daniel DayLewis’in canlandırdığı Reynolds Woodcock, 1950’lerin İngilteresi’nde kraliyet ai Woodcock’un güçlü zırhını delen, Alma olur. Genç kadın masum yüzü, yumuşak gülüşü ve zekâsıyla Woodcock’un derinliklerine sızar. Onun yaşamında anne otoritesinin ve etkisinin farkına varan Alma, Woodcock’u mantarla zehirleyerek kendisine bağım lı hale getirir ve onu iyileştirir. Aynı zamanda Woodcock’un egosunu delmiş, onun yüreğine de sızmıştır. Böylece, kendisine evlenme teklif eden Woodcock’la yaşadıkları fırtınalarla adamın yaratıcılığını tehdit edecek ölçüde konsantrasyon deformasyonlarına yol açmasına lelerine, burjuvaziye, bu arada görgüsüz zenginlere de kendi karşın Alma, taşralı geçmişiyle burjuvazinin labirentlerine sız lerini özel hissettiren giysi ta ma başarısı gösterir. sarımlarıyla “haute couture” Paul Thomas Anderson, vi (özel dikim giysi) çalışan ünlü bir terzi ve modaevi sahi Phantom Thread’de Vicky Krieps ve Daniel DayLewis deo kayıt cihazını keşfeden ilk kuşak film yapımcılarının ba bi. O, ayakta kalmasını sağla şında geliyor. “Phantom Thre yan ve pek çok özel giysi diktiği görgüsüz burjuva Bar ad” onun yazıp yönettiği sekizinci filmi ve Daniel Day bara Rose’un üzerinden, bir “yapıt” kabul ettiği elbise Lewis ile de “Kan Dökülecek” (2007) filminden sonra sini, gereken özeni göstermediği için zorla çıkartıp alan ki ikinci işbirliği ki DayLewis bu filmdeki rolüyle ikin bir mükemmeliyetçidir de aynı zamanda... ci En İyi Erkek Oyuncu Oscar’ını kazanmıştı. Lewis, Woodcock’u, bir gün yemeğe gittiği lokantada genç “Phantom Thread”de canlandırdığı Woodcock karakte garson Alma (Vicky Krieps) ışığıyla etkiler ve o, genç rine oyunculuk yeteneği ve yakışıklılığını katarak yönet kadına akşam yemeği teklifinde bulunur. Alma, yaşamı men Anderson’un başarısında önemli paya sahip olur na sayısız genç ve güzel kadın girmiş olan ve elbise ya ken, Alma rolünde de Vicky Crieps’in hakkını teslim et pımıyla “evli” yaşam tarzına karşın Woodcock’ın haya mek gerekir. tından bir daha çıkmayacaktır. Filmin incelikli dünyasının ve senaryosunun gereksin diği atmosferi yaratmada dijital sinematografiyle çekil Anne faktörü memiş görüntülerin önemli payı olduğunu da vurgulamak lazım. Video görüntüsünün her türlü teknolojik ge “Phantom Thread”, sanat ve tasarım gibi yaratıcı ey lişmesine karşın filmin (pelikül) yerini sinemada alma lemler hakkında ilgi çekici, hatta soluksuz izlenilen bir sının gerekli olup olmadığını da düşündürten bir yapım film. Teması kadar, insan yaşamının içerdiği gizler, de aynı zamanda “Phantom Thread”. SALT kurucu Garanti Bankası Giriş ücretsiz saltonline.org SALT GALATA 7 Mart 1 Nisan C MY B © Harvard Mellon Urban Initiative