26 Haziran 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

SAYFA 6 EşİK CİNİ Mİne Söğüt OSMAN ELBEK 11 Mart 2018, PAZAR So?al?sğ?ul?ınk Erkeklerin arkasındaki kadınlar Erkeklerin başarılarından kendisine pay çıkarılmasını iyi bir şey sanan kadınlar fena yanılırlar. Bir erkeğin başarısının ya da başarısızlığının evdeki kadına bağlı olduğunu sinsice dayatan eril erk bu dayatmayla kadını bir kez daha atıl bir kahraman olarak tanımlar. Bu paradoksal tanımın kendilerine çıkarılan maliyetiyle ilgilenmeyen kadınlar, erkeklerin başarılarında payları olduğu için taçlandırılmaya kolay kanarlar. Tıpkı “cennet annelerin ayakları altındadır” aldatmacası gibi... Toplumsal söylemlerin gütmesiyle şekillenen algılar kadını erkeğin hayatını kolaylaştıran bir destek güç olarak kodlar. Kadın da bu koda harfi harfine uyar. Ona atfedilen aslında bir gücün değil güçsüzlüğün işaretidir. Yaratılan algının vardığı yer, kadının bir kadın değil bildiğiniz hizmetçi olduğudur. Evdeki huzurdan hijyene kadar her türlü konforun mimarisinden sorumlu kılınan kadını arka fona yerleştiren zihniyet, güç ve başarı değerlerini tek başına temsil ettiği düşünülen erkekliği yüceltirken, kadını etkisiz ve isteksiz hale getirir. Erkeğin arkasında kala kalmak Hayatı boyunca erkeklerin yamacında durmamış, onların başarılarından ya da başarısızlıklarından kendisine pay çıkarmayı aklına getirmemiş, kendi başarıları ya da başarısızlıklarına odaklanmış kadın modeli, bu önyargılı iklimde hiçbir değer taşımaz. Aksine bir değersizliğe işaret eder. İyi bir anne, iyi bir eş, ideal bir ev kadını olma rütbelerini umursamadan, herhangi bir insan gibi yaşamayı tercih eden kadının ahlakı ve değer yargıları sorgulanır. Öncelikleri masaya yatırılır. Özgüveni bencillik olarak değerlendirilir. Kadınlığın meziyetlerine ihanet ettiği düşünülür. Başarılı erkeğin arkasındaki kadını sahte bir değerle taçlandıran eril kültürler tarif ettikleri kadının gerçekte kim olduğunu telaffuz etmezler. Kendini ifade etme, kendini gerçekleştirme alanı olmayan kadın, kültürel zulmün hileli olarak etiketlediği gibi ‘kahraman’ kadın değildir. Atıl kadındır. Kısıtlanmış kadındır. Görünmez kılınmış kadındır. Nihayetinde vazgeçilmiş bir insandır. Kadınlar, başarılı erkeklerin arkasında durmazlar, kalırlar. Kala kalırlar. Erkeğin konforunu sağlamak kadın için bir var oluş şekli olarak tanımlanamaz. Çünkü kadın için bu duruşun bedeli, yok olmaktır. Kadının da erkeğin de aynı şekilde ‘başarılı’ olarak tanımlandığı örnek ilişkilerde bile kadının her zaman fazladan yükleri ve erkeğin öncelikleri vardır. Kadın erkeğin destekçisi olarak belirir; erkekse lütfetmiş ve kadına yükselmesi için izin vermiştir. Başarılı kadın erkeğin desteğiyle değil izni ve hoş görüsüyle ayakta durur görünür. Başarılı erkekse kadının hizmetiyle. Kadına hizmet eden, onun arkasını toplayan, yükünü hafifleten, onun başarısı için kendi isteklerinden ödün veren, suskun kalan erkeğe bu yüzden kılıbık etiketi yapıştırılır. Kendini düşünmeyen kadın mutsuzdur Kadının arkasında olmak erkek için bir zayıflık ve eksiklik işaretiyken iş erkeğin arkasındaki kadına gelince değişir. Kadın da erkek de yeryüzünün herhangi bir yerinde tek başlarına durmadıkları, birbirlerine göre konum aldıkları sürece bu hikâye hep erkeğin lehine kadının aleyhine yazılır. Onun... Gömleklerini ütüleyen? Kahvaltısını zamanında hazırlayan? Yemeğini sevdiği gibi pişiren? Evini tertemiz tutan? Çocuklarını doğuran? Saçını süpürge eden? Fazla soru sormayan? Sevgiden paraya, seksten şefkate, erkeğin kendisine verdiğiyle yetinen? Evde huzursuzluk çıkarmayan? Gözü dışarıda olmayan? Her koşulda erkeğin konforunu sağlayan? Kendisini düşünmeyen? Kendisi olmayan? O kadın... aslen kimdir? O kadın mutsuz kadındır. O yüzden her başarılı erkeğin arkasında bir kadın olduğu yalandır. Her başarılı erkeğin arkasında olsa olsa mutsuz bir kadın vardır. 14 Mart Tıp Bayramı yaklaşırken... Sağlıkta şiddet sarmalı Sağlık Bakanlığı’nın “Beyaz Kod” verilerine göre, 1 Ocak 201530 Nisan 2017 tarihleri arasında sağlık çalışanlarına yönelik olarak 6 bin 893’ü fiziksel olmak üzere toplam 25 bin 443 şiddet eylemi kayıt altına alınmış. Başka bir ifadeyle, Türkiye’de her gün en az 30 sağlık çalışanına karşı gerçekleşmiş bir şiddet eylemi Sağlık Bakanlığı’na bildirilmiş. Gündelik koşturmaca, aldırmasızlık ve öğrenilmiş çaresizlik nedenleriyle kayıt altına alınamayan olgular da dikkate alındığında sağlık ortamında bir “savaş” yaşandığı iddia edilebilir. Öte yandan sağlık alanında yaşanan şiddet sadece çalışanlara yönelik değil: “İstanbul, ..... Hastanesi’nde annesini bekleyen hasta yakını ....., hastanenin özel güvenlikleri tarafından darp edilmiş.” Başka bir örnek: “Tekirdağ’da özel bir hastanede çalışan doktor, başhekim tarafından darp edildiğini öne sürerek hastane yönetiminden şikayetçi olmuş.” Ve en kötüsü, en vicdan yaralayanı: “Suriye’den savaş mağduru olarak Türkiye’ye tedavi görmeye gelen 1991 İdlib doğumlu ....., Ankara ..... Hastanesi’nde bedenindeki yanık acıları nedeniyle inlediği için Prof. Dr. ..... tarafından yumruklanarak darp edilmiş.” Nasıl çıkacağız bu cehennemden? Bir habere göre bunun yolu basit: “Saldırıya uğrayan doktor tekvando yapıp kurtuldu.” Şiddet mi, ‘iş kazası’ mı? Dünya Sağlık Örgütü şiddeti, “kişinin kendisine ya da başka birisine, bir gruba ya da topluma karşı fiziksel gücünü istemli olarak kullanması ya da tehdit etmesi” olarak tanımlamakta. Uluslararası Çalışma Örgütü ise işyerinde ya şanan şiddet olaylarını iş kazası kapsamında değerlendirmekte. Zaten uzun bir süredir hekimlerin meslek örgütü olan Türk Tabipleri Birliği de sağlık çalışanlarına yönelik şiddetinin “iş kazası” kapsamına alınması için faaliyet yürütmekte. Bu girişimlerin bir sonucu olarak da yakın zaman önce Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, sağlık çalışanlarına yönelik şiddet olaylarının iş kazası olarak kaydedilmesi gerektiğini açıkladı. Aslında şiddet bir neden değil sonuç. Tercih edilen politikaların, yaşanan hayatın, seçilen tıp eğitiminin ve nefes alınan ülke/sağlık ortamının bir sonucu. Ne acı ki şiddet, bu topraklara yabancı bir du rum değil. Ancak sağlık ortamında yaşanan “savaş”ın ülkenin genel yapısının ötesinde nedenleri de var. Yapılan araştırmalar, hastaların, sağlık birimlerinin öncelikle para kazanmayı hedeflediğini, hastanelerde “adam” yerine konulmadıklarını hissettiklerini ve özellikle hekimlerin kendilerine ücret ve sosyal statülerini dikkate alarak yaklaştıklarını düşündüğünü gösteriyor. ‘Özel’ muayene, ‘özel’ ameliyat! Bu algıların hakikat olmadığını iddia etmek mümkün mü?! “Sağlık” Bakanlığı’nın her yıl daha çok “hasta” muayene ve ameliyat etmekten mutlu olduğunu açıkladığı; hastanelerin hastalardan kazandıkları para ile ayakta kalmaya zorlandığı; ve performans uygulaması ile sağlık hizmetinin tümüyle ticarileştiği bir sağlık ortamında hastaların bu algısı yanlış mı? Benzer biçimde “özel muayene”, “özel ameliyat”, “özel tetkik” gibi adlar adı altında hastalar arasında öncelik ve statülerin yaratılmasına izin verildiği bir ortamda, cebinde yeterince parası ol(a)mayanların kalplerinde öfkeyi büyütmeleri anlaşılır bir durum değil mi?.. Peki (madalyonun öbür yüzüne bakalım!), 1980’lerden beri yaşanan neoliberal dönüşümü memnuniyetle kabullenen Türkiye toplumu, diğer alanların aksine sağlığın para ile ölçülmesine ve “mal” haline dönüşmüş sağlık hizmetinin satılarak para kazanılmasına neden sıcak bakmamakta acaba?! Öyle ya, herkesin bedava olarak içtiği doğal su kaynaklarının özel şirketlerce şişelenip satışa sunulmasını; santral ve madenler aracılığıyla doğanın talan edilmesini; eğitimin gerek devlet gerek özel okullar, gerekse de dershaneler yoluyla ücretli hale dönüştürülmesini “Sağlık olsun” diyerek kabullenen bu toplum, sağlığın ticarileşmesine neden karşı çıkıp öfkeleniyor ki?.. “Herşeyin başı sağlık” olduğu için mi? Barbaros Şansal Çalıntı zaman Renklerle dans Öteki kırmızı Ötekidir kırmızı rujlu fahişeler; genel ahlak, malumların ahlakı olduğu için!.. Güya elde al bayrak, kumar masasında dolar dalgalandıran güruh, cürüm sunduğu için... Eşcinseller ötekidir al allıkla gezdiğinde, polis bolca ceza kesip komisyonla en çok puan aldığı için... Alageyikler de ötekidir, angutlar angus ithal ettiğinden ve ötekidir artık kırmızılı kadınlar damızlık ilan edilip 3 çocuk yalakalığı talebinden... Silivri, Hasdal, Maltepe de ötekidir, Pozantı da öteki olduğu için, F tipi ve L tipi hep E tipinin toprak kırmızısı ekidir bunun için... Sivas, Dersim, Maraş, Roboski de ötekidir nitekim... Suruç, Diyarbakır, Ankara bir başka öteki oluverir gözünü kan bürüyen tüm bağnazlar için... ^¡^ Kırmızı kiremitli gecekondu bile ötekidir rantsal dönüşüme. Sessiz çığlık bile ötekidir al yazmalı Tayad ve Cumartesi Anneleri’ne. Kızıltepe’nin Köylüsü ötekidir, kontratlı tarım ile Kızılırmak borçlandırlıp küflü kırmızı domates üretildiğinden... Rum, Ermeni, Yahudi ve Süryani de ötekidir vakıf malları kırmızı balmu mu mühürle asırlardır yağmalandığından... Kırmızı kalemle üstü çizilen öğrenci de öteki dir, en keriz müşteri yapılıp cahil bırakıldığından... Kırmızı karanfilli Çingeneler, allı pullu tepelikli yörükler ve yanakları güneşten al al olmuş tarım işçileri bile ötekidir göçer olduklarından... ^¡^ Öğretmen hep ötekidir, atanamayıp okul önünde simit sattığından. Seçilmişler ise en ötekidir sadece VIP salonunda kırmızı halı kullanıldığından. Kırmızı noktalı hayatları kolayca sorgulanamadığından... Bakkal, kasap, manav ötekidir süpermarketler için; levhaları artık kırmızı değil de sarı ve turuncu olmadığından. Halk ve semt pazarı nasılsa ötekidir artık çünkü AVM’ler kırmızı kurdele ile sunulduğundan.... Terziler de ötekidir, yerlerine peydahlanan kızıl saçlı modacılar İslamın başını Siyonizmin çarşafı ile dürdüğünden... ^¡^ Aleviler de Yezidiler de ötekidir Yunus Emre’ye sansür uygulandığında. Çocuklar mı? Onlar hep ötekidir Van’da kırmızı lastik terlik, karda araba iterken hava buz gibi soğuduğunda. Barış savaş için, savaş ise barış için ötekidir hep. Kürt Zaza’ya, Gürcü ise Laz’a ötekidir. Kanlı Pırlanta yüzde 0 KDV ile ötekidir, yüzde 18 KDV’li kitaptan... Medya patronu hep ötekidir kendine! Ve de avanesine ballı devlet ihalesi kovaladığından. Ramazan, Muharrem için ötekidir zaten. Şaban malı götürürken öteki İnek izlenir bazen... Fener Rum’u ötekidir ya mavi kurdele ve mor mühürü ile; ötekidir be ruhban okulu, zengin şeytan avukatının kırmızı şaraplı masasından emriyle... ^¡^ Sendika fabrikaya, lokavt işçiye ötekidir. Patron, emekçi, memur hep öteki olur birbirine araya kızıl bayraklar girdiğinde. İşte o zaman ötekidir yalıçetesi malum köşkün reçetesine. Din bile imana ötekidir işin içine takiyye de girince... Saraylara gelince... Muhallebici mimar, simit sarayında kemikten zar, sünnet sarayından ise kalmadı fi rar. Belediye sarayında usulsüz imar, ama adalet sarayında başkalaşır diyar ve başkanlık sarayında zinhardır zindan her şey olunca başka ötekine!.. Ekonominin dili artık paradır ötekine de, berikine de; yüzde 3 kalkınma bilin ki ötekidir yüzde 58 borsa kâr senedine. Faiz ötekileşir sözde kâr payına, ötekidir zaten köleler ötekileştirmeye çalışana... Ben ötekileşmeyeceğim çaylaklara bakıp aylak aylak. Bu sayfada ona buna, oy ve rant uğruna çıkar için selâm yollayarak!.. Türk halkının tek bir biçimde dine yöneldiğine inanmıyorum. Birçoklarının yöneldiği dinler bugün çok farklı. Eskiden insanların büyük çoğunluğu üç büyük dinden birine inanıyordu. Bugün Ünsal Hoca aramızda... insanlar fala, acayip tarikatlara inanıyorlar. Günümüzde dine eğilimi olan gençler, 50 yıl öncesinin gençlerinin aksine din hakkında pek fazla bir şey bilmiyor. Her yüzyılın kendine göre dinleri var. Bazı dinler görünüşte olduğu gibi durduğu izlenimi verse de aslında değişiyor. 20’nci yüzyılın dini ne HıWWristiyanlık, ne İslam, ne şu, ne bu. Kimsenin kimseye karşı sorumluluk hissetmeden mutluluğa doğru yabani bir hayvan gibi dört nala koşabildiği, bunu da meşru saydığı 20’nci yüzyılın dini, tüketim... Böyle bir yüzyılda dini bayramlarda gös teriler ritüeller devam etse bile, inanç sistemleriyle o ritüellerin ifede ettiği şeyler giderek yok oluyor. Her şey değişir. Din de değişir. Ramazan bayramında ticaret, lunaparklar ve tatil merkezleri canlanıyor. Cemaatler zayıflıyor. Bugünün dünyası, çıkarları çerçevesinde barış sağlayacak düzeni, dinin dışındaki işlerle sağlıyor. (Ünsal Oskay, “Peki Konuşalım!: Popüler Kültür Üzerine”, [Melis Çelebi ile], 2004, s. 5859) Nepal C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle