Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
25 ŞUBAT 2018, PAZAR SAYFA 7 Diyalog ÇAĞNUR ÖZTÜRK Görevimiz Tatil filmi gösterime giren Zafer Algöz, sorularımızı yanıtladı Emeğe saygı, esas ilke olmalı Zafer Algöz, yıllardır bizi yer aldığı her projede karakterden karaktere bürünerek hayretlere ve hayranlıklara gark ediyor. Onu zaten ailemizden biri gibi hissederken, bu kez Murat Şeker’in yönettiği “zarif bir aile komedisi” diye tanımladığı Görevimiz Tatil filminde Demet Akbağ ile karşımızda. Usta oyuncu ile, aynı zaman diliminde vizyona giren filmini ve çıkan ikinci kitabı “Keş On Dı Teybıl”ı konuştuk. ? Görevimiz Tatil filmi nasıl bir komedi oldu? Klasik bir deyim olacak ama tatlı, zarif bir aile komedisi oldu. Totalde baktığınız zaman klasik bir Türk aile yapısı var, çalışan bir baba Sıtkı Mutlu, ben, ev kadını fedakâr bir anne Türkan (Demet Akbağ), bütün Türk kadınları gibi, evin temizliği, çamaşırı, bulaşığı, çocukları, evi çekip çeviren bir anne; sosyal medyanın tuzağına düşmüş çocuklar, birbirleriyle iletişimi tamamen kopmuş. Anne, birey olarak evde yalnız kalmış, onun da yarattığı sıkıntıyla depresyona giriyor. Bir psikoloğun tavsiyesiyle tatile çıkıyorlar, hiç çıkmadıkları için. Adamın da ekonomik anlamda öyle çok da parlak bir durumu yok. Tatile çıkmayı nasıl en ucuza mal edebilirim diye düşünüyor ve karavan kiralıyorlar. Karavanın da ucuzunu seçtikleri için karavan arıza yapıyor ve başlarına olaylar geliyor. Bir köyün içine giriyorlar ve o köyde köylülerle birlikte zeytinliklerin mücadelesine başlıyorlar. ? Filmdeki Yavaşlar köyü, gerçekte neresi? Filmin yarısını İstanbul’da, yarısını da Ödemiş’in Birgi köyünde çektik. Birgi köyünü daha önce te levizyonca görmüştüm. Çağan Irmak’ın Unutursam Fısılda filmini orada çekmişlerdi. Onun dışın Zafer Algöz, başrolde karşımıza çıktığı, Murat Şeker’in yazıp yönettiği ‘Görevimiz Tatil’i “zarif bir aile komedisi” olarak tanımlıyor. da Cem Yılmaz iki defa reklam filmi çekti orada. Cem’den duyardım hep oranın çok güzel bir köy olduğunu. Burada da köy sahneleri için düşünürlerken birdenbire Birgi’de çekiyoruz demeleri beni çok mutlu etti. Çünkü zaten görmek istediğim bir yerdi. İyi ki de orada çekmişiz. Çok mükemmel bir köy, köye çok iyi bakmışlar. Eski binaları mükemmel restore etmişler ve orada bir canlanma olmuş. Sinema ve televizyon sektörünün de dikkat çekmiş. Tam bir Ege köyü. Köy halkı bize çok dostluk gösterdiler, sağ olsunlar. Bu vesileyle buradan da onla ? Sizce Türkiye’de komedi anlayışı nasıl? Bizdeki komedi anlayışında hep tiplere dayalı komedi vardır. Aşırı bir gürültü, aşırı bir curcuna, klarnetler, darbukalar, sürekli tokatlar, yumruklar, efektler... Böyle tuhaf bir kaos halinde bir komedi var. Bu insanları artık çok rahatsız ediyor diye düşünüyorum. Çünkü artık insanlar, hikâyesi olan, aklı başında prodüksiyonu olan, seyirciye saygı duyan yapıtları ödüllendirmeye başladılar. Zaten bu seneki sinema filmlerine totalde baktığınız zaman, seyirci tarafından gi ra selamlarımı, sevgilerimi iletmek isterim. şede en çok karşılığını bulmuş olan filmleri büyük çoğunlu ğuna büyük emek ve masraf harcandığını görüyoruz. Bir de tabii Türkiye’nin şu gerçe ğini unutmamak lazım, Ame rikan filmlerinin vizyonda yer bulması çok zor. O kadar çok Türk filmi var ki şu anda, hat ta hazır olup, 2018’de yer bu lamadığı için 2019’u bekle yenler var. Bir şeyin çok faz la olması sektörde bir canlılık getiriyor ama önemli olan ka liteli olması. Eğer bu kaliteli yapıtlar vizyonda peşpeşe gö rünmeye başlarsa işte o zaman sinema sektöründe bir canlan Demet Akbağ ve Zafer Algöz ilk kez bir filmde aynı sahneyi paylaştılar. ma olur. Yayınevi çok beğendi. Sağ olsun iki kitabımın ismini de Cem Yılmaz koydu, isim babası odur. Haşırt Dı Bilekbord, hiç tahmin etmediğim bir okur kitlesine ulaştı, 12 baskı yaptı. O arada, ben zaten 2. kitap için notlar alıyordum. Sonunda onu da bitirdim. ? Ben okudum ama alacaklar için kitabın isim hikâyesini açabilir misiniz? Keş on dı teybıl, nakit para demek. Kumarbazların bir deyimi. ilk kitabım Haşırt Dı Bilekbord da Öztürk Serengil’e ait bir laftır. Ben onu bizzat 1985 senesinde Öztürk Abi bana o hikâyeyi anlattığında duymuştum. Haşırt Dı Bilekbord at the seaside, yani deniz kenarında bir restoranda kazık yemek... Rahmetli kendi dilinde böyle bir şey oluşturmuştu. Bu keş on dı yerbıl da, Devlet Tiyatroları’nın rejisör ve oyuncusu Ertuğrul İlgin vardı, kumar tutkusu yüzünden bir 35 sene ortalıktan kaybolmuştu o. 35 yılın sonunda 70’li yılların sonunda tekrar Türkiye’ye döndüğünde ben kendisini tanımıştım. Beni de çok severdi. Ben ona hep muhteşem bir film malzemesi gözüyle baktım. Bu adamın hayatı film olmalı derdim. Müthiş serüvenler yaşamış. Rahmetli Ertuğrul Abi’yle tiyatroda kulisteyken ya da turnelerde beni de çok sa doktor, mühendis, mimar olmasını ister; benim ailem çok ilginç benden çok benim tiyatro oyuncusu olmamı istediler. Ben de o ara havacılığa kafa takmıştım, erkek çocuklarda hep savaş pilotu olmak ister. Ben tam tersine yolcu uçağı kullanmak istedim. O zamanlar pilotluk yapabilmen için Hava Harp Okulu’nu bitirmen lazım. 1. İmtihana girdim, annem ayıldı bayıldı: nereden çıktı bu havacılık, hakkımı helâl etmem’ler... sanki F104’e hemen bindik de uçağımız düştü; evde ağıtlar yakıldı... ölümü görler, büyük yeminler... ondan son ra tamam dedim tiyatrocu olmaya karar verdik. Ama havacılık idealimi ve zevkimi sonra hep devam ettirdim. 1.5 sene sürekli simülatör kullandım. Şu anda bunu gururla söyleyebilirim, profesyonel anlamda herhangi bir uçak havadayken, “Yaaa kaptan pilot bayıldı, 2. Pilota fenalık geldi, bunu indirecek kahraman kim diye ararsanız o benim. Şu anda bile not veriyorum pilotların kalkışına inişine, normal prosedürü takip edip etmediklerine bile bakarım. ? Kitapta Nur Subaşı şöyle diyor: İnsanlar 3’e ayrılır: Kadınlar, erkekler ve tiyatrocular... Çok doğru. Tiyatrocular diye genellememek lazım ama sa ? Demet Akbağ ile ilk kez bir aradasınız değil mi? Evet, Demet benim çok eski arkadaşım, dostum, gençlik yıllarımdan beri tanıdığım. Birlikte çok ortak arkadaşlarımız var. Erkan Can, Olgun Şimşek, genç yaşta kaybettiğimiz Erdal Tosun Gürdal Tosun kardeşler var. Onun için biz de şaşırdık, bu kadar senedir biz arkadaşız, dostuz ilk defa kaç sene sonra bir sinema filminde bir araya geldik. Demet, çok kıymet verdiğim, sevgi ve saygı duyduğum önemli bir komedyen. Hele ki Türkiye’de kadınların komedyen olarak kendini göstermesi çok daha zor bir iş. Çünkü komediyi herkes oynayamaz. Bir yanda aşırı karikatür ya da aşırı tip olma gibi taraflara da gidebilir ama Demet hep onları üzerine kostüm gibi giyebilmeyi başardığı için çok kıymetli bir komedyen. Aynı şekilde Yasemin Yalçın’a da çok değer veri Başkaları da hikâyeleri duysun diye yazmalısın dediler ? Filmle aynı zamanda yeni kitabınız Keş On Dı Teybıl da çıktı, hayırlı olsun... Teşekkürler. İlk kitabım Haşırt Dı Bilekbord’u geçen sene yazmıştım. Doğrusu onu yazarken, bakın ben yazarım bir de yazarlık tarafım var, bakın görün diye yazmadım. Tam tersine, arkadaş, eş dost ortamında bu hikâyeleri bana zorla anlattırırlardı. Öztürk Serengil’i anlat, onu anlat bunu anlat. Sonra bir gün dediler sen bunları neden kitap haline getirmiyorsun? Çünkü sen anlattığın zaman sadece dinleyenler bu hikâyeleri öğrenebiliyor ama başka insanların da bu hikâyeleri duyması, bilgi sahibi olması lazım; bunun için yazmalısın dediler. Ben de onları yazıp bir yerde toplamıştım. Sonra İnkılap mimi bulduğu için hayat hikâyesini natçıların tahtasında bir eksik bana kısım kısım anlattı. Onları kafamda bir yerlere not etmiştim za Çağnur Öztürk, Zafer Algöz’le filmlerini ve kitabını konuştu. lik oluyor. Hiç ummadığın bir şeye sinirlenip, hiç ummadığın bir ten. 2’nci kitapta ben bu adamın şeye mutlu olabiliyorlar. Ya da hikâyesiyle başlamalıyım dedim. Sağ olsun Cem şöyle, kitapta diyor zaten Nur Subaşı: “Desem ki de evet bu kitaba bu isim çok uygun dedi. Böylece 2’nci kitap da çıktı. Karaköy’de limanda buluşalım, şu ekibi dünya turuna götüreceğim desem 2 kişi gelmez... iki saat ‘Havacılık bende bir tutku.’ sonra şu oyunu oynuyoruz deyince herkes geliyor, herkes manyak.” Sanatla uğraşan insanların, tepki ? Kitapta, sizin konservatuvara giriş hikâyeniz de var ama öncesinde de Hava Harp Okulu sınavına girmişsiniz... Havacılık bende acayip bir tutku, delilik derecesinde bir tutkum var. O anlamda, uçaklara karşı çok büyük bir merakım var. Gençlik yıllarım leri duyguları farklı oluyor. Mesleki deformasyon diyelim. ? Kitapta yazdığınız gibi “entelektüel sürmenaj”... Evet entelektüel sürmenaj, aşırı okumaktan ötürü (gülüyor) da ailem hep beni konservatuvara diye yönlendirdi. Bizim zamanımızda aileler çocuklarının daha çok ? İmza günü yapan bir yazar olma hali nasıl? Can Yılmaz ve Cem Yılmaz’la da birlikte katıl rim, saygı duyarım. Onunla daha önce çalışmış dıklarınız oluyor... Bir sinema filminde kolektif bir tım. Demet Evgar’ı çok beğenirim. Sadece komedyen deyip sınıflandırmak doğru değil, bu kadınlar her rolü oynarlar. Üçüyle de oynama şansı elde ettim, onun için çok mutluyum. ? Bir izleyicinin yaptığınız bir filmi beğenip beğenmemesi ne kadar önemli sizin için? Her insanın yaptığı işin, insanlar tarafından olumlu ya da olumsuz değerlendirmesi gayet doğal bir şey. Bu işin özünde var. Sanat yapmak, sporla, müzikle uğraşmak... eğer bunları profesyonel yapıyorsanız her türlü eleştiriye açık olacaksınız. Ben çok güzel şarkı söylüyorum, insanlar beni neden eleştirdi diyemezsiniz. Varsa bir hata, insanlar söylerler. Aynı şey bizim meslek için de geçerli. İnsanların bir filmi beğenmedim deme özgürlüğü var ama hayatımda gördüğüm en berbat film, sakın bu filme gitmeyin gibi bir cümle, eleştiri değil hakarettir. Yapılan işe saygısızlıktır. Onun için de eleştirilerin de biraz saygı dozunda olmasını tercih ederim. İnsanların harcamış olduğu emeğe saygı duyulması, bence esas ‘CemYılmaz’laçalışmaktan çok mutluyum’ ? Cem Yılmaz’dan ayrı siz, siz olmadan Cem Yılmaz’ı bir projede görünce insanlar yadırgıyor sanki biraz? Cem Yılmaz’la çalışmaktan ötürü hep çok mutluyum. Çünkü kalıcı, iyi işlere imza atmakta gayretli hep. Çok titiz. En ince ayrıntısına kadar, her detayı düşünen biri olduğu için Cem’in filmlerinde oynamak benim için çok kıymetli. Bir de filmin senaryosu ortada daha yokken bile, filmle ilgili bilgi sahibi olmak benim hoşuma gidiyor. Böyle bir hikâye yapacağız adı bu diyor. İki cümleyle başlıyor sonra aylar aylar içerisinde o giderek genişlemeye başlıyor. ? Hep birlikte mi devam ediyorsunuz sonra? Tabii, hep birlikte senaryo üzerine ukalalık yapıyoruz. Sadece kendi oynadığımız karak terler için değil, başkalarının oynadığı karakterler üzerine de konuşuyoruz. Cast’ı olsun, okuma provaları olsun, bütün rollerin tamamı üzerinde birlikte oturup bir şeyler üretme derdinde olduğumuz için, sonunda ortaya çıkan malzemeyi görmenin zevki de başka oluyor. Bizde mesela insanlarda şöyle bir yargı var: yapıtı izlediklerinde, film iki saatte bitiyorsa, filmin de iki saatte çekildiğini zannediyorlar. Halbuki öyle değil, ArifV216’da olduğu gibi bir yıllık çalışmanın karşılığı da olabilir bu. Kostümü, dekoru, aksesuvarları, çekim yapılacak alanları hep bu süreçte belli oluyor. Sonra dev ekranda oturup izlemenin mutluluğu başka. Ama 22 saniyelik bir teaser için de: “izlediğim kadarıyla yeterince emek verilmemiş, biraz aceleye gelmiş bir film.” dedikleri zaman da gülüyorum açıkçası... iş yaptığınız için hep kolektif olarak o işin içindesiniz ama bir resim yapmak, bir kitap yazmak bunlar bireysel işler. Bireysel olduğu için işin sahibi sizsiniz. Tek başınıza o işi yapmış oluyorsunuz. Sonra o kitabı okumak isteyen ya da okumuş olan insanlarla karşılıklı bir temasınız oluyor. Onun yaratmış olduğu mutluluk çok başka bir şeymiş, ben yazar değilim ama tiyatro, sinema yapmanın dışında kendimi çok başka hissettim, hoşuma gitti çok. Bir de İstanbul’un dışında olmak da çok güzel. Hatta mart ayı içerisinde Gümüşhane’ye gideceğiz, Doğu’dan çok fazla davet var. ? Devamı gelecek mi kitapların? 3. bir kitap yazacağım ama seneye. 3. ve son kitabım olacak çünkü çok düşmanlar edindim. Mesela Can Yılmaz çok kıskandı beni, abi sen ne zaman bırakacaksın yazarlığı diyor. :) ? Tabii, onun da yeni kitabı “Bilinmeyen Numaralar” çıktı... Evet, o benden daha tecrübeli. “Abi” diyor, “zaten kitap dünyasında pasta küçük, bir de sen bu iş ilkemiz olmalı. lere girme.” Espri yapıyor tabii ki, şakalaşıyoruz. C MY B