29 Eylül 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

SAYFA 10 25 ŞUBAT 2018, PAZAR Yakın Çekim Bülent VARDAR Bir Göksel Arsoy kitabı Yeşilçam’ın altın çocuğu Sinemamızın ünlü oyuncusu Göksel Arsoy, geçtiğimiz günlerde Remzi Kitabevi tarafından yayınlanan ve kendisinin yazdığı “Göksel Arsoy Altın Çocuk” kitabıyla gündeme geldi. Arsoy kitabını sinemaya olan borcu olarak niteledi. Kendisine bir süredir gazete ve televizyonların hayat hikayesini yazmak için tekliflerde bulunduğunu söyleyen Göksel Arsoy, onlara “Siz benim hayat hikayemi yazamazsınız, çünkü tanımıyorsunuz” diyerek kendi hayat hikayesini yazmaya karar verdi. Göksel Arsoy, İstanbul’un doğal güzelliğini koruduğu, Bakırköy’ün gerçekten bir köy olduğu dönemlerde çocukluğunu, ergenlik dönemini ise babasının işi gereği Kayseri’de geçirmişti. O sinemamızın altın yıllarının yaşandığı 1960’lı yılların unutulmaz starları Ayhan Işık, Ediz Hun, İzzet Günay, Ekrem Bora gibi oyuncuların kuşağındandır. Sırrı Gültekin’in yönettiği “Kara Günlerim” (1958) adlı filmle oyunculuğa başladı ama esas büyük çıkışını ve tanınmışlığını Belgin Doruk’la başrolünü paylaştığı “Samanyolu” (1959) filmiyle yaptı. 1960’lı yılların başlarında Halit Refiğ’in yönettiği “Şehirdeki Yabancı” (1962) ve “Şafak Bekçileri” (1963) de onun filmografisinde önlerde gelir. Gençlik hayali,jet pilotu olmaktı Halit Refiğ’in, senaryosunu Vedat Türkali’yle birlikte yazdığı “Şehirdeki Yabancı”da o, bir maden mühendisini canlandırır. Refiğ’in, “Ulusal Sinema Kuramı” içinde örnek verdiği filmlerden biri olan “Şafak Bekçileri”nde ise Göksel Arsoy, aynı zamanda gençlik hayali olan bir jet pilotunu canlandırmaktadır. Bir ağanın kızına aşık olunca, ağa ve kızı onu çiftliğin başına geçirmek isteseler de o, pilotluk sevdasından vazgeçmez. Film aslında Göksel Arsoy’un bir projesidir ve filmin oluşma sürecine önemli katkısı olmuştur. Halit Refiğ’in “toplumcu” dönemindeki yapıtlarından biri olduğu söylenebilecek “Şafak Bekçileri”, hem toplumsal olaylara ilişkin göndermeleriyle, hem de “iki erkekbir kadın” arasındaki ilişkiyle öne çıkan bir yapımdır. Ülkemizde jet pilotlarıyla ilgili gerçekçi boyuttaki ilk film olarak dikkati çekmiş, 1963 yılında Moskova Film Şenliği’ne de katılmıştır. Altın Çocuk’un isim babası kim? Ülkemizin sinema seyircisi kadınlarının gönlünde ayrı bir yeri olan, onların “Aşkı biz ondan öğrendik” diye tanımladıkları Göksel Arsoy, aynı zamanda sinemamızın kendini ifade etmek için aşama kaydettiği ve Türk sineması diye tanımlanabilecek bir sinemanın geliştiği 1950’ler ve 1960’lardan başlayarak oluşan sürece şimdi elimizdeki kitabıyla da tanıklık ediyor ve bir belge oluşturuyor. Geçtiğimiz günlerde kitabın tanıtımı için düzenlenen etkinlikte o, şunları söyledi: Bir yıl boyunca not aldım ve iki senede bu kitabı yazdım. Bu hem çok zevkli, hem zor bir iş. Hem sahne hem de sinema zenginliği açısından bütün hatıralarımı bu kitapta topladım. Bu kitap aynı zamanda Türkiye'nin 60 senelik panoraması. Benim tavsiyem ve isteğim insanlar bunu okurken kendilerini kitaba versinler. Çünkü unutamayacakları ve ders alacakları çok güzel hatıralar var". Kitapta Yeşilçam’a ayırdığı bölümde, sansürün sinemamızın başına nasıl belâ olduğunu, “Şafak Bekçileri”ni dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı İrfan Tansel’in, “Kızgın Delikanlı” (1964) filmini ise Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in desteğiyle gösterebildiğini satır aralarından okumak mümkün. Göksel Arsoy’un satırlarından ayrıca dönemin ünlü erkek ve kadın oyuncuları ve yapımcılarıyla olan ilişkilerini, anekdotlar halinde bulmak da olanaklı. Arsoy, kitabının adı da olan “Altın Çocuk” lakabını aldığı James Bond filminin Yeşilçam versiyonu hakkında ise şunları anlatmakta: “Bu filme özel bir afiş lazımdı. Şahane bir afiş yapıldı. 'Altın Çocuk Göksel Arsoy', Halit Refiğ, çektiğimiz filmlerde, sette beni 'Altın Çocuk' diye çağrıyordu. Filmin isim babası odur.” 70 filmde oynadı Sinemamızın önemli eksiklerinden biri, güncel olana fazla yaslanması ve deneyimli oyuncularımızdan zaman zaman “stereotip” (basmakalıp) roller dışında faydalanmamasıdır. Göksel Arsoy, film oyunculuğu kariyerinde 70 kadar filmde oynadı. O ve çağdaşı olan diğer erkek oyunculara bugün gelen rol teklifleri, genelde baba veya türev roller kapsamında kalmakta, onların oyunculuk birikiminden de faydalanabilecek projeler dikkati çekmemektedir. Oysaki Anthony Hopkins, Robert de Niro, Al Pacino gibi dünya sinemasının önemli oyuncuları, ilerleyen yaşlarına karşın önemli projelerde yer almaya devam etmektedirler. Göksel Arsoy, sinemada büyük çıkışını Belgin Doruk’la başrolünü paylaştığı ‘Samanyolu’ ile yapmıştır ve en çok onunla birlikte rol aldığı filmlerle hafızalara kazındı. Aşağıda iki oyuncunun bir diğer unutulmaz filmi ‘Evcilik Oyunu’ndan (1964) kareler görülmekte. EMRE TANSU KETEN Netflix’te ekrana gelen ‘La Casa de Papel’, izlenmeyi hak eden bir dizi Teori gridir, hayat yeşil Kurgu “Hak yerini bulacak. Ne zaman? Yaşayanlar, ölülerin çektiği acıları anlayınca.” (John Berger, Domuz Toprak) La Casa de Papel (Netflix’teki adıyla Money Heist) son dönemin en çok konuşulan dizilerinden... Alex Pina tarafından bir İspanyol televizyon kanalı için üretilen dizi, Profesör’ün (Alvaro Morte) önderliğinde ve planları doğrultusunda sekiz kişilik bir ekibin darphaneyi soyma girişimini anlatıyor. Ancak, Profesör’ün incelikle ördüğü, hiçbir boşluk bırakmadığını düşündüğü planı, hayatın kendi planlarıyla, insanların öznel arzu, istek ve kaygılarıyla karşılaşınca işler değişmeye başlıyor. Aslında dizinin temel kurgusu planın işlemesi/işlememesi arasındaki gerilim üzerine kurulmuş, ancak arka planda yer alan politik bağlamı da atlamamak gerekiyor (Dikkat! Bundan sonrası “spoiler”). Politik bir eylem olarak soygun Soygunun beyni Profesör, çocukluğunu ciddi hastalıklarla geçirmiş birisi. Hastane masraflarına gücü yetmeyen, devletten herhangi bir yardım alamayan ve sonunda banka soymayı kafasına koyan babasını soygun girişimi sırasında kaybeder. Bunun üzerine Profesör’ün kalan hayatı başka bir adalet arayışının peşinde gelişir. Babasının mirasını, dünyanın en büyük soygunuyla şereflendirmek ister. Aslında parayla pek de ilgisi olmayan, yaşadıklarının ve kaybettiklerinin intikamını ancak bir soygunla alabileceğine inanan bir politik eylemcidir. Zira, planladığı eylem, basit bir hırsızlık eylemi değil, devleti ve onun meşruiyet alanını sarsacak bir siyasi eylemdir aynı zamanda... Sonuç olarak kimsenin parasını da çalmayacak, parayı kendileri basacaklardır. Bu iş için topladığı ve beş ay boyunca gözler ‘La Casa de Papel’, 2011’de İspanya’yı sarsan Indignados (Öfkeliler) hareketinin enerjisinden etkilenmiş bir dizi. den uzak bir evde eğitim verdiği insanlar da zor yaşamlardan geçmiş, fakat adaletsizliklere siyasi bir bilinçle değil suçla karşılık vermiş insanlardır. Kadın olarak (Tokyo Ursula Corbero ve Nairobi Alba Flores), işçi olarak (Moskova Paco Tous), göçmen olarak (Helsinki Darko Peric ve Oslo Roberto Garcia Ruiz) dezavantajlı bir yaşamın içinden gelen ekip üyeleri, beş ay boyunca sadece bir planı çalışmazlar, başka bir dünyaya inanırlar, başka bir yoldaşlık geliştirirler. Ancak soygun günü gelip çattığında, ekip üyeleri ilk defa birbirlerine silah doğrulttuğu anda bu dünya tuzla buz olur; inanç beslenen beş ay sona erer. Artık herkes kendi aklı ve çıkarlarıyla hareket etmek ister. Başta aşk olmak üzere bütün yasaklar tek tek çiğnenir. İyi bir teorisyen olmasına rağmen, suç işlemenin gerektirdiği pratikler konusunda çok da deneyimi olmayan Profesör’ün karşı karşıya kaldığı durumlar da krizi büyütür. Meydan işgalinden darphane işgaline La Casa de Papel, 2011’de İspanya’yı sarsan Indignados (Öfkeliler) hareketinin yarattığı enerjiden oldukça etkilenmiş bir dizi. Bunu dizinin içerisindeki göndermelerden de anlamak mümkün. Profesör’ün planı, tıpkı Puerta del Sol’u işgal eden yaklaşık 250 kişinin, polis şiddetinden sonra on binlere dönüşmesinde olduğu gibi, soygunun etrafında da bir ortak duygu yaratabilmektir. 2008 krizinden sonra işsizlik ve kemer sıkma politikalarıy la oldukça zor günler geçiren İspanyol halkı, hem iktidar partisine hem de muhalefete güvensizliğini, “Democracia real ya!” (Gerçek demokrasi şimdi) sloganıyla meydanları işgal ederek göstermişti. Üstelik bu işgaller birkaç günü aştıktan sonra artık basit bir protesto gösterisinden, devletin meşruiyet alanlarını sınayan kurucu bir eyleme doğru evrilmişti. Profesör de, böylesine büyük bir soygunu ancak böylesi bir karşı meşruiyet alanı yaratarak başarabileceğinin farkındadır. Sıradan bilgeliğiyle göz dolduran Berlin, (Pedro Alonso) televizyonculara yaptığı açıklamada “Bizler basit insanlarız” der, tıpkı Öfkeliler’in bildirilerine “Biz sıradan insanlar” şeklinde başlaması gibi. Soygun öncesi yenen bir yemekte, BrezilyaKamerun maçından söz edilir: Güçsüz olan takımın kazanmasının yarattığı iç ferahlığından, bazı Brezilyalıların bile Kamerun’un kazanması yönündeki gizli arzusundan... Koskoca İspanyol devleti karşısında güçsüzdürler şüphesiz, ama onları ilgilendiren bu gizli arzuyu güçlü bir desteğe dönüştürmektir. Çav Bella eşliğinde, birbirlerinden direnişçi olarak söz ederler. Sözün özü, sosyal medyada çokça sözü edilen mantık hatalarının ya da basit bir şekilde gerilimin izinde değil, duygusuna ortak olarak izlenmeyi hak eden bir dizi La Casa de Papel. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle