16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 TUNCEL KURTİZ onlarca role hayat verdi, veriyor... 18 KASIM 2012 / SAYI 1391 Yorgun da olsam oynamam gerek Tuncel Kurtiz, hayatının yarım asrını sahnelerde, beyazperdede geçirdi. Artık tiyatro için yorgun ama yine de oyunculuktan geri kalmaya niyeti yok. O yüzden de Ezel’in yoruculuğuna rağmen şimdi Muhteşem Yüzyıl’da, Ebu Suud rolünde oynuyor.Yakında onu Mutlu Aile Defteri filminde de göreceğiz. Ve işte huzurlarınızda 76 yıllık yaşamı, oyunculuğu, dostları, aşkları ve inancıyla Tuncel Kurtiz! Baştarafı 1. Sayfada Tuncel Kurtiz: Bilmem, hiç düşünmem öyle şeyleri. Öyleyse benimkilerle idare edeceğiz; Ezel’den sonra bir daha dizide oynamam, demiştiniz. Ama Muhteşem Yüzyıl’dasınız. Ne değiştirdi fikrinizi? Sevgili dostum Ayşe Barın! Ezel’de çok yoruldum. Bir senede ancak kendime geldim. Köydeki hayatım çok güzel, dağım, denizim var ama 60 yıldır uğraştığım mesleğimi tamamen bırakmak da zor geliyor. Ayşe “Dayı’dan sonra çok kabadayı teklifi var ama Muhteşem Yüzyıl’ı tavsiye ediyorum. TIMS iyi bir prodüksiyon, seni yormayacaklar, Şeyhülislam da enterasan rol” dedi. Ne diyeyim? Ebu Suud güçlü adalet ESRA duygusunun yanı sıra Alevilere yönelik düşmanlığıyla da biliniyor. AÇIKGÖZ Sizin Ebu Suud’unuz nasıl? Ben tabii ki özgürlük düşmanlarına karşı savaşan biriyim. Yavuz Sultan döneminde 4050 bin Alevi’nin katledildiğini, Pir Sultan Abdal’ın “Açılın kapılar, şaha gidelim” dediği için idam edildiğini, Sivas’ta yakılanları biliyorum ve o Alevilerin katli vaciptir diyen biri, fakat Osmanlı hukukunu da alabildiğine geliştirmiş, Kanuni’ye empoze etmiş. Çiçek meraklısı. Ebu Suud sarısı, beyazı var literatürde, kendi yetiştirdiği laleler var. Onu gerçekçi bir şekilde anlamaya ve anlatmaya çalışıyorum. Başladığınıza memnun musunuz? Çok. Bana hediye gibi geldi. Beni el bebe gül bebe haftada iki gün çalıştırıyorlar, hiç yormadan. Ama ben tabii ufacık rolüm olsa da eşek gibi çalışıyorum. Günüm Ebu Suud’un hayatını okumakla geçiyor, köyü nasıldı, İskilip’e niye gitti, ailesi, şeyhülislam oluşu, Kanuni’yle ilişkisi, fetvalarını bile. Çok heycanlıyım. Kabul etmeseniz de oyunculuğun ustalarından birisiniz... Ayakkabıcının ustası olur, ama sanatçının olmaz. Peki. Ama bu hazırlıkları yapmasanız bile oyunculuğunuz kabul edilecektir, neden hâlâ bunca zahmet? Ben çok kötü bir talebeydim ama çok iyi bir okuyucuydum. Mezun olmadan üniversitelerin kantininde, kütüphanelerinde geçirdim zamanımı. Büyük hocaların derslerine girdim. Mina Urgan’la yakınlığım oldu. Tatyana Moran’la. O zamanki sevgilimle felsefe kütüphanesinde takılırken Asaf Halet Çelebi’yle tanıştım. Arkasından Özdemir Asaf’la, Can Yücel’le abikardeş ilişkisi. Münir Özkul’la, Cahit Irgat’la, Tarık Gürcan’la, Erol Günaydın’la, Müşfik Kenter’le... Böyle büyüdüm. Şimdi ben bir karakteri nasıl çalışmadan oynarım? Bana senin kolay dediğin o şey zor geliyor. Bana küçücük bir alan verdiler, daha büyüğünü yapacak gücüm yok artık, istemiyorum. Üstelik gittikçe zorlaşıyor işim. Neden? Altan Elbulak’ın dediği gibi, “İlk 20 senesi kolaydı”. Şimdi zor. Ben yetenekli bir adam değilim, kabul ettim artık. Çalışarak zorla bu noktaya geldim ama bu aşmam gereken bir nokta, biliyorum. Yetmiyor çünkü Marlon Brando’yu, Humphrey Bogart’ı görüyorum, Müşfik’i, Ulvi Uraz’ı. Müşfik bir rolü hop diye çıkarırdı. Erol Günaydın bir uçtan bir uca yürüse yeter... Kolay değil kafa bu. Deminden beri İngilizce, Arapça, Almanca konuştum, hepsi duruyor. 1959’da âşık olduğum bir kız için bir okuyuşta ezberlediğim şiiri hâlâ hatırlıyorum: “Benimle gel, gecenin hali pek güzel...” Ama bu hafta söyleyeceğim repliği sekiz, on Fotoğraf: VEDAT ARIK defa okudum. Dümbüllü’nün lafıyla “Bu kafa çatlak.” Ama çatlak patlak 77 yıldır idare ediyor. Peki hedef ne? Aslında hedefim de olmadı hiç. Rüzgârda savrulan yaprak misaliydim ama fikri, vicdani hür bir adamdım. “Sadece inandığım, sevdiğim işlerde olmak isterim” demişsiniz yıllar önce. Başardınız mı? Çalışıyorum. Çok sıkışık dönemlerde, özellikle Avrupa’da, pek severek yapmadığım işler oldu ama Peter Brook’un dediği gibi; “Tok aktör aç aktörden daha iyidir”. Kendinizi izlediğinizde ne görüyorsunuz? Bazen, oynadığım adamla neredeyse yarı yarıya birleşebiliyorum. Onun için birdenbire bakınca beni rahatsız ediyor gördüğüm, ama beşaltı sene geçtikten sonra hoşuma gidiyor. Yazdığınızı biliyoruz, bunları okuyabilcek miyiz? 2004’te Bölük Pörçük diye bir kitap çıkardım. İki bin bastı, hâlâ bitmedi, çoğunu ben sattım üstelik (gülüyor). Ezel’den sonra da mı satılmadı? Ramiz Dayı diye kitap çıkarmıyorum ki… Peki onlarca role hayat vermiş biri olarak Ramiz Dayı diye bilinmek sizi sinirlendiriyor mu? Bir ara sinirlendiriyordu. Kenan iyi arkadaşım, ondan çok şey öğrendim. “Buyurun, çekin efendim”... Bu sempatiler çok çabuk unutulur, bel kemiğimiz yok çünkü. Yeni bir dizi gelir, o kaybolur, öteki başlar. Ama sinema, kitap kalır. Bir tane bile satsa kalır. İnsan anlatıldıkça yaşar Bir filminiz de vizyona girecek yakında. Mutlu Aile Defteri, çocuklarını kendisi gibi asker yapmak isteyen bir babanın trajikomik hikâyesi. Ben ve oğlum, o adamla çocukları arasındaki ilişki... Herkes çocuğu kendisi gibi olsun ister genelde, olmadığında küser, darılır, ama sonunda yine sever. Öyle bir adam oynadık, bakalım ne çıkacak. Beğenilirse seviniriz, beğenilmezse demek bu kadarmış yaptığımız der, kabul ederiz... Artık işler değişmiş, çok büyük prodüksiyonlar yapılıyor. Biz hep fukara sinemasını yaptık Yılmaz’la. Sizin Yılmaz Güney’inizi bir iki kelimeyle anlatsanız? Bir sürmene bıçağı kadar yalın, sert, sağlam. Dost. Cahit Irgat’ın Orhan Veli için söylediği gibi “bu topraktan biriydi”. Kurtiz, onu Cannes’a götüren Umut filminde Güney’le. Yılmaz Güney, Cahit Irgat, Can Yücel, Özdemir Asaf... Muhabbetin başından beri Hiç umrumda değil, ne derlerse desinler... Bakın en andığınız dostlarınız artık yok. Kendinizi yalnız hissediyor çabuk Türkiye’de gömerler ölüyü. Ben ölüme musunuz? inanmıyorum. Belki bahar ülkesine açılan kapıdır, ölüm. Artık beni kimse yalnız bırakamaz çünkü onlarla Hepimiz bu kapıdan geçeceğiz. Nedir ki bu dünya? Daha beraberim. Ne kadar onu anlatırsak o kadar kalır. Oktay bunu yanıtlayamıyoruz ki, ölümün yok oluş olduğunu Rifat’ın dediği gibi “Hatıralar da dal istiyor, kuşlar gibi nereden bileceğiz? Şamanların yaptığı gibi ölünce konacak”. Ama evet, diğer yandan “Hayata beraber mezarıma iki şişe şarap, sevdiğim filmlerimi ve başladığımız, / Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir; / Gittikçe bitiremediğim kitaplarımı koysunlar. O yolculukta onları artıyor yalnızlığımız”. bitireyim. Siz nasıl hatırlanmak istersiniz? Beni kadınlar büyüttü BASK 2. U I www.iletisim.com.tr [email protected] facebook.com/iletisimbirikim twi er.com/iletisimyayin mut filmiyle Cannes’da dört sene kaldığımda, cebimdeki para bitti, İsviçre’deki sevgilim bana el bebe gül bebe baktı. Bana bakan kadınlar sağ olsunlar, var olsunlar. Beni onlar büyüttü biraz da. Onlar olmasa zordu işim. Sonra Türkiye’ye döndüm. Bir süre çalıştıktan sonra Bahiya’ya komünist yazar Jarge Amado’nun yanına gidecektim ki, karıma rastladım. Hemen âşık oldum. İstanbul’da kaldım. İyi ki âşık olmuşum, yaşıyorum çünkü, orada çoktan ölürdüm. Menend bana çok iyi baktı, bakıyor. Yaşatmaya çalışıyor beni. Kaz Dağı’ndaki hayatımızı çok seviyorum. Güzel bir kütüphanem var. Haftada en az dört film izliyor, yeni filmleri takip ediyorum. Her sabah en az iki saat yürüyorum. Yüzüyorum. Yazmaya çalışıyorum. Bahçede karıma yardım ediyorum. Lavantalar var her tarafta. Köpeğimiz, tavuklarımız var. Dağa tırmanıyorum. Onu da altın aramalarıyla yok edecekler. Beş bin yıldır biliniyor bu dağda altın olduğu, kimse aramaya kalkmadı çünkü üstü altın; bütün Avrupa Kazdağı’ndaki bitki örtüsü zenginliğine sahip değil. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle