16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aşkın Mabedi bu topraklara dönmeli Sayfa 3 Öğrenmek istiyorum Hande Subaşı’yı manken olarak tanıdık, sonra dizi ve sinemada çıktı karşımıza. Şimdi Kamelyalı Kadın müzikalinde. Oyunculuğa dair iddiası yok, sadece mutlu ve öğrenmek istiyor. Sayfa 9 Taksim işgal altında Bu kez işgal kuvvetleri, Pera’da gününü gün eden İngiliz subaylar değil, dozerler ve bariyerler. Yıllarca Türkiye’nin siyasi ve kültürel aynası olan Taksim şekil değiştiriyor. Elbette bu yapılanma da günümüz siyasetinden ayrışmıyor. Sebeplerini görmek içinse Taksim Meydanı’nın geçmişine bir göz atmakta fayda var. Deniz Ülkütekin / Sayfa 2 Oje sürüp elbise giyemezdik... Bunları söyleyen Prof. Dr. Yeşim Erbil, artık Türk Cerrahi Derneği’nin ilk kadın başkanı. Bugüne kadar yaşadıkları cerrahide kadın doktorlara bakışın değiştiğini gösteriyor. Sayfa 4 Muhteşem Yüzyıl oyuncularının konuşma yasağı malum. Ama Tuncel Kurtiz yine kendi kurallarını koruyor. Bizi kırmayıp sorularımızı yanıtladı... Röportaj: ESRA AÇIKGÖZ Fotoğraf: VEDAT ARIK Bir deli aktör: TUNCEL KURTİZ O tok, yaşanmışlığın izi düşmüş sesiyle başlıyor anlatmaya Tuncel Kurtiz. Neler yok ki bu hayatta? Büyük dostluklar, Gümüş Ayı gibi önemli ödüller, onlarca oyun... Sonra; Yılmaz Güney, Can Yücel, Özdemir Asaf, Peter Brook... O anlatsa ben dinlesem diyorum akşama kadar. Neredeyse öyle de oluyor. Bu uzun sohbetten size damıtılmış bir anlatı kalıyor. Ha, aranızda hâlâ onu tanımayan varsa, evet, o Ezel’in Ramiz Dayı’sıydı ve şimdi Muhteşem Yüzyıl’ın Ebu Suud’u! azı yazılar ne yaparsanız yapın, boşluğa gebedir, bir bitmemişliğe yatırır insan aklını. Sorular yetmez, yanıtlar kesmez. Bu da öyle bir yazı. Ne anlatsam, nereden başlasam hep bir yanı eksik kalacak, biliyorum. Dile kolay, 76 yıllık bir hayatı dökmem lazım şuncacık yere. Büyük dostlukları, ödülleri, onlarca oyunu... Sonra, Yılmaz Güney’i, Can Yücel’i, Özdemir Asaf’ı, Münir Özkul’u, Peter Brook’u ve gidişlerini... Sonra Umut’taki Hamal Hasan’ı, Kuzunun Gülümseyişi’ndeki Hilmi’yi, Sürü’deki Hamo Ağa'yı, Teneke’deki Murtaza Ağa’yı... Ve tabii aşkları... Sonra bir de bugünü; yılların oyuncusunun “popüler kültür”ün yeni keşfi oluşunu, hâlâ oynayabilmenin gücünü ve de yoruculuğunu... Pişmanlıkları ve hayalleri... Hatta şu an karşımda nasıl durduğunu: İki kolundan geçirdiği çantasıyla daha çok bir ilkokul talebesine benziyor Tuncel Kurtiz. Ona sorsanız, zaten hâlâ bir öğrenci, saatlerce okuyor, araştırıyor, yazıyor. Sürekli not aldığı defterlerini toplasak nasıl bir bilgi B denizine daldırır kim bilir bizi; ama şimdilik sadece yanındaki bir tanesini gösteriyor. Her gün 1.5 saat yürüyor. Günde dört gazete okuyor; Cumhuriyet, Birgün, Taraf ve Aydınlık. Leman ve Harman’ı düzenli takipte. Ağız dolusu gülüyor ve kızdığında gök gürültüsüne dönüşüyor sesi. Off, bu da yetmez. Şimdi, biraz da geçmişe... Sene, 1940’lar olmalı, “ah o eski zamanlar” işte. Edremit’te bir ortaokulun sahnesinde küçük sesiyle bir çocuk kendi yaptığı pamuktan sakalların içinde boyundan büyük bir rolde ve alkış! Alkışlar, ilk o gün kulağına kazınıyor. Sahneden indiğinde mutlu, “bir iş başarmanın tadı” yüreğinde, sokakları bir oyuncu edasıyla arşınlıyor ama kısa bir süre, çünkü onun damarlarını tutuşturan sevda başka, kelimelerin büyüsünü yazarak yaşatmanın derdinde o vakitler. Yazar olacak; kafasına koyalı çok oldu. Hatta o zaten kendisini yazar zannediyor! Yılların ve yolların onu yine sahneye getireceğini, yurtdışında büyük başarılar elde edeceğini, dört kere Oscar törenine katılacağını, Berlin’de Gümüş Ayı alacağını ve oynamaktan 76 yaşına geldiği bugün bile vazgeçmeyeceğini bilmiyor henüz. O şimdilik “Sait Faik’e özenen bir yazar”. Sürekli okuyor, okuyor, okuyor; Faulkner, Hemingway, Zola, Steinbeck... Mülkiyetin Tarihi, Marksizm Nedir... Sonra Cahit Ilgat: “Of”. Can Yücel, Özdemir Asaf: “Aman Allah’ım”. O günler yüreğine çöken bu isimler, arkadaşları da olmamış daha. Derken yıllar geçiyor ve hukuk okumak için girdiği İstanbul Üniversitesi’nde bölüm bölüm dolanıyor; filoloji, felsefe, psikoloji, sanat tarihi... Ta ki “deli bir aktör” olduğunu anlaya kadar... Nasıl oluyor bu? O zamanlar matineler yapardık üniversitede. Birinde, Özdemir Asaf prödüktörcü hikâyesini okumuştu. “R”leri söyleyemediğinden “pyodüktöycü” dedikçe herhes kıkır kıkır güldü. Cemal Süreya da gelmişti. Bir hikâyemi okudum. Bitince Gürkal Aylan “Bir piyes koyuyoruz, başrol oynamanı istiyoruz” dedi. Girdik. Derken “Büyük Allah Brown” oynar mısın, dediler. Atladık üzerine ama yuhalandım, beğenilmedi. Oyunda Kibele, Dion’a “Kötü aktörlerden nefret ederim” diyor, salondan biri de “Biz de, biz de” diye bağırmış. Bir eleştiride okuyunca ağır gelmişti. Ama sonra Schaumburg’da sevgilimle yemek yerken Ege Ernart bir demet menekşeyle kutladı beni. Şiirle, edebiyatla dolu günlerdi. Hazırlanmak için arşivdeki bilgi dosyanızı aldım, iki kalın dosya. Onlarca röportaj yapmış birine soru hazırlamak kolay değil doğrusu. İlk röportajınızı hatırlıyor musunuz? Çalışayım. Aa, röportaj değil ama sene 1958 galiba, abilerimiz, tiyatrocular, artistler Baylan Pastanesi’ne takılırdı, ben de tabii! Ne de olsa genç bir edebiyatçıyım, hikâyeler yazıyorum. Bir gün Şükran Kurdakul bir dergi için “Bu yıl hangi şairle yakınlık kurabildiniz, hangi mısrası aklınızda” diye sorunca patlamıştım: “Üç yıldızlı bir albaydı gökyüzü, karşısında önüm açık gezerdim. Can Yücel”. Sonra çok röportaj yapıldı. Ben de yavaş yavaş konuşmayı öğrendim galiba. Devamı 67. Sayfalarda C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle