Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
1 MAYIS 2011 / SAYI 1310 3 Katillere çağrımdır, izleyin! H ayrettin Eren, Hüseyin Toraman, Nejat Çelebi, Aziz Alptekin, brahim Gözetir, Sıdık Şengül, Elif Işık… simleri öyle çok ki, sığmayacak. Bir gün evlerinden çıktılar ve bir daha geri dönmediler. Kalanlara, mezarsız bir acı bırakarak “kaybedildiler”, katledildiler. Şimdi onların hikâyesi anlatılıyor beyazperdede. “Kayıp Özgürlük”, yönetmeni ve senaristi Umur Hozatlı’ya göre bir yüzleşme filmi. “Dolayısıyla ülkesini seven tüm Türkiyelilerin izlemesini isterim” diyor, “Belki bu zulümlerin yaşanmasına karşı duranlara birkaç kişi daha eklenir. Bunu başarı sayarım. Filmde anlatmaya çalıştığım dönemin müsebbiplerinin, J TEM’cilerin, işkenceci ve politik katillerin de izlemesini isterim. zleyip kendileriyle, geçmişleriyle yüzleşsinler. Hatta isterlerse, onlar için bir seans kapatırım. Ama böyle bir cesarete sahip olduklarını sanmıyorum”. Kayıp Özgürlük filminin çıkış hikâyesi nedir? Ülkemizde insanlığa karşı işlenen ESRA suçların vicdanımda biriken öfkesidir AÇIKGÖZ film. Düşünün ki, bir yerde bir halk insani hakları için mücadele ediyor, birileri kalkıp buna karşı koyuyor, üstelik bunu silahlı bir katliam örgütü kurarak yapıyor. Bu örgütün adı malum, J TEM. J TEM 90’lar boyunca Kürt halkını politik veya apolitik demeden, dünya savaş ve sorgu yöntemlerinden özetlediği yöntemlerle katletti. Bir Binlerce insan bir felaketti, trajediydi. 17 binden fazla faili meçhul cinayet ve gözaltında kayıptan gün evlerinden söz ediyoruz. Kayıp Özgürlük, 90’larda çıktı ve bir daha yaşanan savaşın kiriyle öldürülen insanlara bir saygı duruşu filmidir. geri dönemedi! Film için Ayhan Uzala’nın “Bir Kayıp Özgürlük’te Kayıbın Ölüm Güncesi” kitabından yararlanılmış. Başka? bu insanların J TEM itirafçılarının itirafları, J TEM’in hikâyesi anlatılıyor. elinden hasbelkader kurtulmuş istisna biriki kişinin anlatımları, Başbakanlık Bir yüzleşme filmi Teftiş Kurulu Raporu gibi bilgi ve bu, “kaybedilen”ler belgelerden yararlandım. Tam da “kaybedilme”lerin yoğun için hesap sorma yaşandığı yıllarda, 1992’de, gazeteciliğe vaktinin geçtiğini başladınız. Özgür Gündem’de muhabirlik, editörlük, yazarlık yaptınız. hatırlatıyor. J TEM’in uygulamalarını tanıklarından dinlediniz. Bunlar filme nasıl yansıdı? Yönetmen Umur Hozatlı. Fotoğraf: UĞUR DEM R canımı acıtmayı, vicdanımdan ilelebet çıkmayacak bir öfkedir. Bu öfkenin altından nasıl kalkacağımı bilmiyorum. Bu yüzden sanatın ve edebiyatın toplamı olan sinema yapmayı deniyorum ki, öfkemi imkân bulduğum sürece dünyaya anlatabileyim. Aksi halde altında kalacağım. Gözaltında “kaybedilen” iki avukatın ismi geçiyor filmde, Faik Candan ve Medet Serhat. Neden özellikle bu iki isim, onların “kaybedilmesi” bir dönüm noktası mı ya da?.. J TEM, bir dönem sembol isimleri katletti. şadamlarından tutalım avukat ve gazetecilere kadar. Öyle bir kontr yapılanma ki J TEM, hukukçuları bile öldürüyor. Ve seçerek öldürüyor. Nitekim Medet Serhat tanınmış devrimciyurtsever bir Kürt avukattı ki yakından tanırdım, Faik Candan ise Türkiye solundan, tanınmış devrimci bir avukattı. 1993 yılında bu iki avukatın öldürülmesi çok ses getirdi, önemliydi. Bu iki ismi filmin konsepti içinde görmek istedim. Anlamlıdır. O dönemki cinayetler içinde önemli kilometre taşlarıdır Serhat ve Candan. Türkiye’de muhalifler yıllarca derin devletin, J TEM’in varlığını duyurmaya çalıştı, ancak sesleri kısıldı hep. Şimdi Veli Küçük gibi bazı isimler yargılanıyor, ancak Ergenekon davası öyle bir sürece getirildi ki, içinde Ahmet Şık gibi kayıplar üzerine haberler yapan, muhalif bir isim de yargılanıyor. Siz bu hukuk sürecinden bir şey bekliyor musunuz? Ahmet’le 1992’den beri arkadaşız. O Cumhuriyet’teydi, ben Özgür Gündem’deydim. Haberlere birlikte giderdik çoğu zaman. Sonraki çalışmalarını hep izledim Ahmet’in. Yaptıkları tam da derin devletin, Ergenekon’un, J TEM’in, militarizmin kirli icraatlarını anlatmak, duyurmaktı. Gözaltında kayıplarla, hak ihlalleriyle en çok ilgilenen gazetecilerdendi. Şimdi birileri kalkıp Ahmet’in Ergenekoncu olduğunu iddia etse de bu onu Ergenekoncuderin devletçi yapmaz. Ahmet, AKP’ye, cemaate dokunduğu için içeride, Ergenekoncu diye içeri tıkılanların bir bölümü de. Muhalefet edenleri bertaraf etmek için en iyi kılıf Ergenekon’du, işlerine gelmeyenlere bu yaftayı asıyorlar. nanılmaz hukuksuz, usulsüz ve düşmanca bir süreç. Kürt meselesindeki tavrı da böyle. Ne açık açık savaşıyor, ne de çözümden yana adım atıyor… G Kayıp Özgürlük, J TEM’in işkence yöntemlerini gözler önüne seriyor. J TEM’in, kaçırdığı veya bazen resmen gözaltına aldığı insanlara nasıl işkence yaptığını ve öldürdüğünü, diri diri gömdüğünü veya bir köy meydanında insanları nasıl katlettiğini kabaca biliyordum. Asıl merak ettiğim, J TEM’deki bir işkencecinin, bir katilin nasıl yaşadığı, nasıl bir psikolojiye sahip olduğu, insani ilişkileriyle kendi aralarındaki ilişkilerinin nasıl olduğuydu. Öncelikle bunu anlamaya ve filme yansıtmaya çalıştım. Edindiğim verilere göre, genellikle ordu içindeki düşürülmüş, şiddet potansiyeli yüksek, ırkçı ve faşizan eğilimlere sahip askerler seçiliyor ve bunlar emirleri kayıtsızşartsız hatta kimi zaman fazlasıyla yerine getiren tipler oluyor. Bunları da filmde anlatmaya çalıştım. Anlatması zor ve uzun ama o süreçte yaşanan, sizi en çok acıtan olay üzerinden anlatsanız bize yaşananları? Özgür Gündem’de biz tam olarak bir savaşın ortasında gazetecilik yapıyorduk. Öyle ki, haber merkezine tek bir güzel haber, çevre haberi, magazin haberi gelmiyordu. Hep gözaltı, köy yakma, işkence, faili meçhul cinayet, gözaltında kayıp, çatışma haberleri geliyordu. Ve biz her gün, inanması güç ama “Bugün kaç kişi öldü?” diye rakamlar hesaplıyorduk. Lanet bir şeydi. Bunun toplamı bir trajedidir. Türk basını o yıllarda bu trajediyi görmek istemedi. Sadece benim 29 gazeteci ve gazete dağıtımcısı arkadaşım öldürüldü o yıllarda. Gerisini varın siz düşünün. Bir olay anlatayım size mesela, kimse inanır mı bilmiyorum, ama bu kayıtlı. J TEM’ciler bir köye gidiyor, köyde bir budaladeli var, o budalayı alıp hedef tahtası yapıyorlar ve roketatarla ateş ediyorlar. Roket mermisi adamın göğsüne isabet ediyor ve parçaları etrafına topladıkları köylülerin üzerine sıçrıyor, yapışıyor. Bu nedir biliyor musunuz? nanın ben bilemiyorum! Bu olay, bırakın ATAOL BEHRAMOĞLU Ressamı indirmek edri Baykam’ı ve asistanını bıçaklayan kiralık caninin, “eylemi”ni gerçekleştirdikten sonra telefonla patronunu arayarak “ressamı indirdim...” dediğini bir gazete manşetinde görmüştüm... O günden bu güne bu “indirmek” fiili zihnimde dolanıp duruyor. Türkçemiz tek bir sözcüğe birden fazla anlam yüklenebilen müthiş bir dil. “ ndirmek” de bunlardan biri. Son olarak internet diline de yerleşti... Şimdi kiralık cani, onun jargondaki anlamını gündeme getirmiş oluyor. ndirdim derken, yere serdim, hakkından geldim, geberttim demek istiyor. Çok şükür, amacına tam olarak ulaşamadıysa da... *** Ressam, Kars’taki insanlık anıtının indirilmemesi için savaşım veriyordu. Kendisi indirilmese, birkaç gün sonra Kars’ta, anıtı korumak için orada toplanan sanatçıların ve duyarlı insanların yanında ve başında olacaktı. Bu olamadı ve anıtın indirilmesi için de hazırlıklara başlandı. Bu yazı yayımlandığında anıtın yazgısı hangi aşamada olacak bilmiyorum. Fakat kararı verenlerin geri adım atacaklarına ilişkin her hangi bir işaret bulunmuyor ve zaten böyle bir şeyi hayal etmek anlamsızdır. Doğalarında indirmek olanlar, ellerinden suç aleti alınıncaya kadar, şu ya da bu biçimde eylemlerini sürdürecekler ve sonucuyla da övüneceklerdir... *** Kars’taki anıt benim gözümde korunmasız bir çocuğa benziyor. B Onu beğenir ya da beğenmezsiniz, bu başka bir şey. Kendi payıma, ben beğeniyorum. Tasarımı da bulunduğu konum ve göğe doğru yükselişi de bana anlamlı ve güzel görünüyor. Onu indirmek isteyenlerin amacı ve kastı nedir? Korunmasız çocuk dedim... Sanatçı da kendi hayallerinin peşinde korunmasız bir çocuk gibidir... Sanata ve sanatçıya bu düşmanlık neden? Ressamın ve heykelin indirilmesi arasında sizce fark var mı? Soru şöyle de sorulabilirdi: Siz, ressamı ve heykeli indiren düşünce arasında herhangi bir ayrım görüyor musunuz? *** Sanata ve sanatçıya düşmanlığın, ortaçağ diye adlandırılan karanlık dönemlere özgü olduğunu biliyoruz. Bu düşmanlığın 20’nci yüzyılda Nazizm ve faşizmle birlikte bir kez daha hortladığını da... Patent şimdi Taliban’ın, kökten dinciliğin elinde. ran’da, Filistin’de, yazarlar, sanatçılar birbiri ardına indiriliyor. Bizim ülkemizin sicili de bu anlamda karanlık ve kirlidir. Heykelin indirilmesine yönelik girişimin sonuçları, şu anda tasavvur edilebileceğinden çok daha ürkütücü olabilecek.... Ressamın indirilmesi bu girişimin doğal sonucudur. Türkiye, ressamların ve heykellerin indirildiği; sinemadan tiyatroya, sergilerden kitaplara, her alanda yasakların ve sansürün egemen olacağı yeni ortaçağına adım adım ilerliyor... G ataolb@cumhuriyet.com.tr www.ataolbehramoglu.com.tr C M Y B C MY B