26 Haziran 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

8 27 HAZİRAN 2010 / SAYI 1266 Bilgi Üniversitesi Gençlik Çalışmaları Birimi’nin araştırması normalde çok göç veren Doğu illerinde genç nüfusun anormal ZÜLAL KALKANDELEN hızda arttığını gösteriyor. Elbette bu gelişme birçok kültürel ve sosyal çıkmazı da beraberinde getiriyor. Geldikleri yerdeki sosyal alışkanlıklarını bulamayan gençler kendilerini ifade edecek platformlar arıyor. 1973’ten bir tersine göç karesi. Şimdi de fotoğraftaki gibi birçok aile memleketine geri dönüyor. “Pencere” tarihin belgesidir azartesi günü öğlen saatlerinde telefonum çaldı. Ankara’dan babam arıyordu. Çok üzgün bir sesle “Başımız sağ olsun” dedi; İlhan Selçuk’un ölüm haberini ondan aldım... Konuşamadım, susup kaldım bir süre. Uzun zamandır sağlığının kötü olduğunu bilmeme karşın ölümü hiç yakıştıramadığım, yakıştırmak istemediğim insanlardan biriydi İlhan Bey... Kendisini en son aylar önce hastanede ziyaret ettiğimde konuşmakta güçlük çekiyordu. Ama o haldeyken bile çevresine aydınlık yaymaya devam ediyordu... İlhan Selçuk’la Cumhuriyet’te yazmaya başladığımdan bu yana birçok kez konuşma olanağı bulduğum için kendimi hep çok şanslı hissettim. Gazetenin Cağaloğlu’ndaki eski binasında ilk karşılaşmamızı hatırlıyorum. Yazdığım kitapları imzalayıp kendisine verdiğimde “Ooo bu yaşta kitaplar yazmışsın! Bizim o yaşta hiç kitabımız çıkmamıştı” demişti. O belki genç yaşta birkaç kitap yazmış olmama şaşırmıştı; ama aslında farkında olmadan eğittiği milyonlarca gençten biriydim ben. Kitabın iç kapağını imzalarken bunu not düşmüştüm. Fakat ona bugüne kadar söyleyemediğim önemli bir şey kaldı... Bana gazetecilik mesleğini seçtiren şey onun yazılarıydı... Çocuk yaştan beri evimize giren tek gazeteydi Cumhuriyet. Her sabah gazeteyi elime alır almaz ilk okuduğum köşeydi Pencere... Hiç aksamadan bugüne kadar devam etti bu ritüel. Üniversitede gazetecilik okurken, her yazısından sonra “Bir gün ben de böyle yazabilir miyim acaba?” diyerek umutlandım. Laik Cumhuriyet’in ilkelerinden sapmayan, her zaman demokrasi ve adaleti savunan, Atatürk’ün açtığı Aydınlanma yolundan dönmeyen bir vatandaş olma yolunda en önemli adımları onun yazılarıyla attım... İlhan Selçuk, benim öğretmenimdi... Kalemini satmayan gazeteci tarifi, benim için onun kimliğiyle hayat buldu; hep dik duran yazar tavrı onunla bütünleşti... Yaklaşık bir yıl önce gazetedeki odasına çağırıp uzun bir konuşma yapmıştı benimle. Mesleğe, ülkeye ve dünyaya bakış açısını anlatmıştı. İlk gençlik dönemimden bu yana yazılı okuduğum düşünceleri onun sesinden canlı dinlemiştim. Yazılarını kesip sakladığım, satırlarını tekrar tekrar okuduğum tek gazeteciydi o. Dili kullanma ustalığına, makalelerindeki yalın ama çarpıcı uslüba hayran olduğum köşe yazarıydı... Benim için tam bağımsızlık idealinin, Türkiye’deki Aydınlanma hareketinin en büyük simgelerinden biriydi. Küresel kapitalizmin ezip geçtiği dünyada sosyalist hareketin öncü düşünürlerindendi. Devrimci ve Atatürkçü kimliği ile basın ve düşün tarihimizin efsane bir aydınıydı... Sanılmasın ki, geçmiş zaman kipiyle yazdığım bu satırlar onun savunduğu ideallerinin de sonunun habercisi... Evet, İlhan Selçuk’u kaybettik, o artık hayatta değil; ancak onun idealleri sahipsiz kalmayacak... İlhan Selçuk’un ölümünü hızlandıran sürece imza atanların vicdanı bugün rahat mıdır bilemem... Ama herkes şunu bilmeli ki; Pencere’de yazılanlar tarihin belgesidir; ne yok olur ne de unutulur... G P DENİZ ÜLKÜTEKİN Gençler evine dönüyor öç durum ve şartlara göre farklı anlamlar ifade edebilen bir kavram. Umut, umutsuzluk, yeni bir başlangıç, anılardan uzaklaşma, anılarla kucaklaşma; hepsi göç kavramıyla birlikte ele alınabilecek konu başlıkları. Tersine göç dediğiniz zaman gerçekleşmeyen beklentilerden ve hayal kırıklığıyla sona eren umutlardan bahsedebilirsiniz. Türkiye’nin neredeyse altmış yıllık gerçeği olan göçün çözümüyse kimileri için tersine göç. Bilgi Üniversitesi bünyesinde faaliyet gösteren Gençlik Çalışmaları Birimi’nin 2009 yılını baz alarak yaptığı Türkiye Gençlik Çalışması İzleme G Alanı Raporu ilginç sonuçlar ortaya çıkarıyor. 14’le 25 yaş arasındaki genç nüfusun Antalya, Bitlis, Diyarbakır, Gaziantep, Hakkâri, Siirt, Düzce, Şanlıurfa, Van ve Yalova'da Türkiye ortalamasının çok üstünde artması her il için farklı açılardan değerlendirilebilecek bir gelişme. Ancak doğuda yüksek göç veren illerdeki bu artış sırf yüksek doğurganlık oranıyla açıklanamıyor. Özellikle ekonomik krizle birlikte birçok aile işlerini kaybederek İstanbul’dan ve diğer “çok göç alan” illerden memleketlerine döndüler. Son on yıldaysa 50 binden fazla insan memleketlerine geri dönmüş. İstanbul ve diğer büyük şehirlerin göç sonrasında yaşadığı sosyal ve ekonomik sorunlar işin bir başka boyutu ama yukarıda bahsettiğimiz illerde genç nüfusun hızla artışından sonra yaşanan ve ilerde yaşanması olası sosyal, kültürel ve politik değişmeler de bir hayli ilgi çekici. Gençlik Çalışmaları Birimi'nin araştırması başka ilginç rakamları da ortaya koyuyor. Gençlerin kendilerini ifade edebilecekleri alanlar olarak değerlendirilebilecek dernek benzeri kurumlar başına düşen genç sayısı 20 bin 382. Bunda önemli rol oynayan etkense üniversitelerdeki toplulukların örgütlenmesinin önündeki engeller. G Bilgi Üniversitesi Gençlik Çalışmaları Birimi Araştırmadan çıkan sonuçlar ilginç, birçok kentte genç nüfusta ciddi artışlar gözlenirken birçok kentte de tam tersine azalma yaşanıyor. Azalmanın nedenini söylemek kolay. Kendilerine yönelik imkân olmayan şehirlerde gençler kalmıyor. İmkân derken en geniş anlamıyla söylüyorum. Bunun içinde eğitim ve iş gibi hemen herkesin aklına gelen konular zaten var ama işin sosyal yanı da mevcut. Artışın nedenini tam olarak söyleyemiyoruz. Çünkü bu illerin birçoğunda ya yüksek çocuk sahip olma oranı var ya da iş olanakları yüzünden artış yaşanıyor. Fakat zaten yüksek doğurganlığa sahip bu illerin il dışına da ciddi bir göç verdiği bir gerçek. “Bu göçe rağmen genç nüfustaki artışın, acaba başka nedeni olabilir mi” sorusunu akla getiriyor. Bir veriye dayanarak değil, fakat yaptığımız diğer çalışmalardan özellikle kriz döneminde göç edilen ilde istediğini bulamayan gençlerin aile yanına dönmesi gibi bir durum var. Bu illerdeki gençler ne gibi ihtiyaçlar duyuyor? Eğer gençler bir ilden koşarak kaçıyorsa o ilde neyin eksik olduğunu bizzat bu gençlere sormak gerekir. Benzer biçimde genç nüfusun yoğunlaştığı illerde de farklılaşan ihtiyaçlarının ne olduğuna yönelik çalışmalar yapmanın yararlı olacağını düşünüyoruz. Fakat bunlar sadece araştırmalarla olmaz. Gençlerin şehir yönetimine katılması için mekanizmalara ihtiyaç var. Mesela Kent Konseyleri altında faaliyet gösteren gençlik meclisleri var. Fakat belediyeler bu www.zulalkalkandelen.com / [email protected] Sistemle derdimiz var... ESRA AÇIKGÖZ istem, yalan, hayvanlara yönelik işkenceler, şiddet, aşk, çıkar ilişkileri... Dejavu yeni albümü Sinir Ötesi Operasyon'da bütün bunları anlatıyor. Hayatla ilgili dertlerini döküyor müziğe. Cenk Sönmez, Barış Orhan, Mert Başarır, Oktay Fıstık ve Doğan Yılmaz’dan oluşan Dejavu'nun albümü raflarda yerini aldı. Gitardan bağlamaya, buzukiye, sazbüşe pek çok farklı müzik aletlerinin kullanıldığı albümü grup elemanlarından Cenk Sönmez ve Doğan Yılmaz anlatıyor... Bu sene ağustostaki Zeytinli Rock Festivali’nde onlar da sahnede olacaklar. O kadar beklemek istemeyenler grubu, Pulp Bar’da dinleyebilirler... Dejavu nasıl oluştu, birbirinizi nerede buldunuz? Cenk Sönmez: 1999’da Dejavu’yu kurdum. 2003’e kadar çok eleman değiştirdik. Bir sürü enstrüman arayışına giriştik. En sonunda 2003’te bağlama, gitar enstrümanlarıyla çekirdek kadromuz oluştu. Roxy Müzik günlerine yollayacağımız bir demo hazırladık. 2004’te Roxy Müzik günlerinde birinci olduk. 2005’te albüm sürecimiz başladı. Doğan Yılmaz geldi gruba. Son olarak da 2007’de Oktay Fıstık geldi. 2007’den beri aynı kadroylayız. Grupla müzik yapmak zor. Başlarda sürekli bir devir daim olmuş zaten. Dengeyi tutturmayı nasıl başardınız? C. Sönmez: Herkes farklı kafalarda, ama bizi birbirimize bağlayan müzik var. Bir de çok iyi dostluklar kurduk. Deli kavgalar yapsak da dostluğumuz sağlam olduğundan Gençler kent yönetiminde olmalı YÖRÜK KURTARAN alanları "kendilerinin" olarak görüyor. Ayrıca bu şehirlerde farklı ihtiyaçları olan gençler var. Bu farklılıkları gözeterek gençlerin kendilerini ifade edebilecekleri alanların olması gerekiyor. Bu alanları biz gençlik merkezleri olarak görüyoruz. Fakat bu merkezler genelde kurs biçiminde hizmetler veriyor. İhtiyaç, gençlerin deneyimleyerek öğrenebilecekleri alanların yaratılması. Tersine göç sırasında gençler ne gibi adaptasyon sorunları yaşıyor olabilir? Soruya sadece doğu batı ekseninde değil büyük şehir, küçük şehir ikileminde bakmanın daha yararlı olacağı kanaatindeyiz. Göç edenler eğer bunu isteyerek yaparak geri dönüyorsa zaten o adaptasyon sorununu aşmak konusunda bir adım öndeler. Fakat mecburiyetten dönenler için sosyalleşme alanlarından günlük hayat pratiklerine kadar birçok alışkanlığın değişmesi gerekiyor. Kolay değil. Tunceli, Zonguldak, Diyarbakır ya da Şanlıurfa gibi siyası ve yaşam tarzı anlamında keskin uçlarda yer alan kentlerdeki değişimi diğerlerinden farklı okuyabilir miyiz? Zonguldak’ı bu kategoride okumak için bir neden yok. Ekonomik olarak düşüşte olan bir il. Tunceli siyasi olarak aktif ama yine ekonomik açıdan düşüşte olan başka bir il. Zaten tarihsel olarak Tunceli’den dışarıya bir göç mevcut. Diyarbakır, Şanlıurfa, Hakkâri, Siirt ve Van farklı. Türkiye’nin geneli için “gençler artık geleneksel siyasete ilgi duymuyor” diye bir cümle kurmak belki daha doğru. Fakat bu illerdeki gençler, bir önceki kuşak da dahil olmak üzere ciddi bir siyasileşme süreci yaşadı ve yaşıyor. Tabii yine belirtmek lazım, benzer bir süreç farklı boyutlarda metropollerdeki Kürt mahallelerinde de yaşanıyor. Bu ayrımı görmenin önemli olduğunu düşünüyoruz. G S kopmuyoruz. Herkes egosunu bir kenara bırakıyor. Doğan Yılmaz: Her grupta olduğu gibi bizim de tartışmalarımız oluyor. Sonuçta beş farklı kafadan bambaşka sesler çıkıyor. Ancak demokratik tartışma anlayışına sahibiz. Her şeyi şeffaf bir şekilde konuşuyoruz. Peki, müzik noktasında nasıl ortaklaşıyorsunuz, olmazsa olmaz kriterleriniz neler? C. Sönmez: Herkeste bir rock kökeni var. Hepimiz halk müziğiyle büyümüşüz. Davulcumuzun türkücülerle stüdyo çalışması olmuş. Doğan halk müzisyenleriyle, rockçılarla çalışmış. Ben Amerikalı sanatçılarla Amerika’ya gittim. Babamdan Karadeniz ve halk müziğini öğrendim. Basçımız enstrüman yapımında okuyor, tambur, bağlama yapıyor. Biz, geniş bir müzik çatısı altında birleşiyoruz, öyle sınırlamalarımız yok. D. Yılmaz: Yaptığımız kendi ruhumuzu kattığımız bir müzik. Niye Dejavu? C. Sönmez: Matrix filmindeki Dejavu sahnesinden geliyor. İlk davulcumuz, Hikmet Sami Türk’ün oğluydu, adımızı o buldu, biz de hâlâ onu kullanıyoruz. Dejavu yeni albümü Sinir Ötesi Operasyon'da öfkesini anlatıyor. Sistem de var hedeflerinde, hayvanlara yapılan işkenceler de, çıkar ilişkileri de... İlk albümünüz Kendin Coş’un üzerinden beş yıl geçti. Şimdi Sinir Ötesi Operasyon’la karşımızdasınız. Nasıl bir hazırlığın ürünü bu albüm? Beş yıldır neler yaptınız? C. Sönmez: Arada bir single yaptık, kanallarda da döndü. Ayrıca çok da konser verdik... 2006’dan beri bu albüme hazırlanıyoruz. 2007’de ilk şirketimizden ayrılınca, albümü çıkarmak için konserlerimizden kazandıklarımızla bir bütçe oluşturduk. Albüm için yaptığımız 25 besteden 12’sini seçerek albümü hazırladık. D. Yılmaz: Müzik piyasasında yüz bin dolarlar harcanarak prodüksiyonlar yapılıyor. Biz zorlu koşullar nedeniyle işin mutfağında da yer aldık. Bunu yapabiliyor olmak da ayrıca bir mutluluk verdi bize. Acısıyla, tatlısıyla, hatalarımızla, doğrularımızla on yılın Dejavu birikimini yansıtmaya çalıştık. Dünyaya bakış açımız, kendi kişiliğimizdeki gelişmeleri de bu albüme yansıtma ihtiyacı duyduk. Albümün adından da anlaşıldığı gibi, sinir olduklarınızı da sunmayı unutmadınız. Peki, neler sinir ediyor sizi? C. Sönmez: Sistem! D. Yılmaz: Dünyadaki olumsuz politikalar, savaş, çevre ve hayvan katliamı, temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanması, ekolojik dengeyi bozan politikalar, tüm dünyada şiddetin önplana çıkması, tekelleşmeler, insanların yaşama hakkının kısıtlanması... Biz de bu topraklarda yaşayan insanlarız ve yaşadığımız olumsuzluklara karşı biz de tepki duyuyoruz. C. Sönmez: O kadar çok şey var ki... Sistemi geniş kapsamlı eleştiriyoruz, kadınların haklarının az olmasından hayvan katliamına kadar... Çocuk getirmeye korktuğum bir dünya var. Umudu kesmiyoruz, ancak parlak bir gelecek yokmuş gibi gözüküyor, şimdilik. Albüm bu eleştiriler dışında hayatı, benim aşka olan nefretimi anlatıyor. Çok sevdiğim bir şeyi başaramamanın verdiği bir dışavurum benim için albüm. D. Yılmaz: Bunları anlatırken de, farklı etnik enstrümanlar, trompet, çello, elektronik altyapılar, buzuki, sazbüş ve bağlama kullandık. G C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle