01 Haziran 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

30 MAYIS 2010 / SAYI 1262 9 Fizik mühendisi bir kuklacı İskender Giray. Eğitimini ve mesleğini bir kenara bırakarak, kendini ilgi alanı kuklaya adamış. Kukla yapıyor, onlarla yaşıyor, onları yaşatıyor tıpkı Pinokyo’nun babası Gephetto gibi. ZUHAL AYTOLUN orku, beyne önce sözel bağlamda yerleşir, giderek somutlaşıp saplantıya dönüşür. Kavramların beyne nasıl yerleştiğini bilemeyiz, ama onun kişiliğimizdeki yansımalarını her an yaşarız. Gazetelerde, ekranlarda, tartışmalarda, ayaküstü sohbetlerde sıkça kullanıldığına bakılırsa, korku artık bir ruhbilimi terimi olmaktan çıkmış, yaşamsal düzeni kökünden sarsan bir duygu olarak algılanıyor. Korkunun, sonradan öğrenildiği biliniyor. Çocuk, elini dokundurup irkildikten sonra ateşin korku nesnesi olduğunu kavrar. Büyüdükçe, başta yakın çevresi, toplumsal dengesizliğin ona öğretmediği korku kalmaz! Korkunun saplantıya dönüşmesi, kişiyi eylemsizliğe sürükler. Eylemsizlik ise, kişiye korkuyu yenme yolunu tümüyle kapar. Ruhbilimciler, kişinin korkuyla doğmadığını söylüyor, ama eylemsiz kalıp korkuyu yenmeyenin, korkular içinde öleceği kesindir. Korkunun insanda yarattığı en büyük yıkım, kendini ruhsal dengesizliklerde belli eder. Ondan da kötüsü, giderek toplumsallaşmasıdır. Korku bu bağlamda bireysellikten çıkar, bedeni kurutan kanser hücresi gibi, toplumu dayanışma bilincinden eder. Şafak baskınlarıyla, gerekçesiz tutuklamalarla, uzun süren yargılamalarla, komplolarla, haksız suçlamalarla... kişiye bir tür korku virüsü şırıngalanıyor. Korku nasıl toplumsallaşır? Yöneticilerin, yetkilerini kötüye kullandığı toplumlarda önce karşılıklı güven duygusu sarsıntıya uğrar. Korku, korkuttuğuyla kalmaz, en başta insanı ruhsal ezikliğe uğratır. Eziklik, kişiyi kimlik aşınmasına uğratır. Korkulacak işler yapmadığını bilse de, kendini içinin tutsağı kılarak eylemsizleşir. Güvensizliğin özünde yatan budur. ADNAN BİNYAZAR Korku patlaması K Korkutan, üzerinde korku yarattığından ne daha cesur, ne de daha özgürdür. Onun iç düzeni, en az korkuttuğununki kadar sağlıksızdır. Sürekli can kaygısı duyar, ele geçirdiği erki kaçırmamak için etrafına insandan, betondan, taştan, demirden duvarlar ördürür. Güçlünün zararının bedelini her çağda güçsüz ödemiştir. Ama Nâzım’ın deyimiyle, “vakt erişince”, acı çekenler onları ezenlere dünyayı zindan etmiştir. Korkutan, onunla dalaşanlardan çok, sessiz kitlelerden korksun! Güçsüz gibi görünür, ama dipten akan ırmaktır sessizlik; çağıldaması dışarıdan duyulmaz. Otobüstedir o, vapurdadır, et almak için para denkleştirmektedir, pazarda pazarlık etmektedir, kovulduğu işyerinin kapısının önündedir... Acı, varoluşun en şiddetli yansımasıdır; eziyet çeke çeke yumruk kadar kalmış yaşlı bir kadın sessizce yakınıyordu otobüsten inerken. Onun sessizliği, yer gök sarsılıyormuş gibi gelmişti bana. Dolmabahçe dolaylarında, erk sahibi birini korumak amacıyla kapatılan ara yollarda tutmaz dizleriyle, uzaklara atılmış otobüs durağına doğru yürümeye çalışırken söylediği şuydu: “Bütün bunlar, bir kişinin huzuru için mi; peki, bizlerin huzuru nolacak?..” Yakınmasını bilen, korkuyu yenmiş sayılır; artık o özgürdür! Ses çıkmaya başladı; kadını erkeğiyle, yaşlısı genciyle, herkes o yaşlı kadın; patladı patlayacak... Korku, erksel baskıların doğurduğu iç volkandır; korkuyla sarsılan yürek patlamaya görsün, deniz diplerinden püsküren İzlanda’daki volkan gibi, yer gök kapkara külden görünmez olur. Öyle kara bir kül ki, gökte uçan kuşun kanadını çürütür, uçakları havaalanlarında hurda metale döndürür... G [email protected] Kuklaların efendisi İ skender Giray, bir kukla tasarımcısı. Türkiye’nin yerli Gephetto’su olarak anılıyor. Ancak o, bu tanımlamanın iddialı olduğunun farkında. Çünkü tek derdi kuklaların dünyasında sanatını en iyi şekilde yapabilmek. Gelecek hayalleri içinde özgürce üretebileceği, içinde ayrı ayrı ahşap, metal, seramik, resim atölyelerinin olduğu doğaya entegre bir butik otel açabilmek yer alıyor. Şimdilerde Beşiktaş’taki atölyesinde sipariş üzerine ipli, benzetme kuklalar yapıyor. Fotoğraflara bakarak modellemeler yapıyor, gerçek veya sentetik saçlı, kişinin giyim tarzına uygun kıyafetler diktiği, ek mekanizmalarla desteklediği kuklalar hazırlıyor. O kadar kişiselleştirilmiş kuklalar hazırlıyor ki aralarında kız arkadaşının saçlarını kuklaya eklettirmek isteyen bir sevgili de var, Kubrick hayranı kocasına Dr. Strangelove filminin son sahnesinin modellemesini yaptırmak isteyen de. Giray’ın ilgi çekici kuklalarının yanı sıra ilginç hikâyesini de dinledik. Bakın anlattıklarına. İskender Giray’ın hikâyesi, insanların “normal meslek” dedikleri cinsten bir üniversite eğitimi alarak başlıyor. İTÜ’de fizik mühendisliği okumaya başlıyor. Giray, “Sonrasında ise hayatımın yedide beşini sadece 'haftasonu efendisi' olabilmek için daha fazla harcamak istemedim. Kurumsal bir işte çalışmak bana göre değildi, mutlu değildim” diyerek başlıyor kukla macerasını anlatmaya. Çocukluğundan bu yana en büyük tatmini bir obje yarattığında ya da bir resmi bitirdiğinde almış. “En önemlisi” diyor Giray, “Yumruklarımızı sıkarak, koştura koştura yaşamaya alıştığımız kısa hayatı, yumruklarımı biraz gevşeterek, tatmin olduğum işi yaparak yaşamak istedim.” Ve 3 yıl önce sonuçlarını göze alarak ilk hamlesini yapıyor. Her şeyi bırakıp hayatını plastik sanatlar üzerinden kazanmaya karar veren Giray, tekrar bir eğitim için bütçe ayıramayacağından atölyelere gidip deneye göre öğrenme yolunu seçiyor. Elbette zor bir geçiş dönemi bu. Giray, önceleri karakalem portre çalışmaları yaparken, hayatını kukla ile kazanan arkadaşlarının yönlendirmesiyle ayna karşısında kendini modellemeye başlıyor. Kısa süre sonra atölye çalışmalarıyla kendini bu alanda yetiştiriyor. Sonra da atölyesini açıyor. Giray, profesyonel olarak iki yıldır kukla yapıyor. Yerli Gephetto usta olarak yazılıp çiziliyor. Hafif gururu okşansa da iddialı bir tanımlama olduğunun farkında. “İşimi dürüstçe ve en iyi şekilde yapmaya çalışıyorum” diyor. Giray, kuklalarıyla çok mutlu. “Onların yaşadıklarını düşünüyorum. Başkaları tarafından oynatılabiliyor olması kimisinin egosunu zedeleyebiliyor mesela. Bazı oynatan insanlar arasında da aynı anlamı yükleyip haz duyanlar olmuştur. Benim için insanın kendinin oynatılamayacağını bilmesi yeterli.” Anlatıyor Giray: “Bir hanımefendi benden eşinin kuklasını sipariş etti. Beyefendi Kubrick hayranı. Kubrick’in Dr. Strangelove filminin sonundaki sahneyi istedi. Bu sahnede kovboy şapkalı Amerikalı subay, uçaktan atılan atom bombasının üstünde rodeo yapar edasıyla aşağı düşüyor. Biraz sonra ölecek olmasına rağmen dünyanın en mutlu insanı gibi şapkasını sallayarak çığlıklar atıyor. Kuklaya, ona göre kostüm dikip altına neredeyse kukladan daha maliyetli bir atom bombası figürü yaptım.” Yeni evlenecek çiftlerin verdiği gelin damat siparişinin yanı sıra, bir buçuk yaşındaki kızının kuklasını büyüdüğünde ona hediye etmek üzere hazırlatanlar da var. Diğer yandan elinde kız arkadaşının saçlarıyla gelip, “Bunu ekelim beyefendi” diyerek onu şaşırtanlar da var. Şaşırmayı seviyor Giray, böylece işi daha da renkleniyor belli ki. Kuklalar için bir fiyat aralığı yok. İstenilen detaylara göre değişiyor. Giray’ın kısa vadeli planlarından biri de tiyatrolarla işbirliği halinde çalışmak. Bir de Efe Işıldaksoy’la beraber “Dekoratif Propaganda” adı altında topladıkları bir seri çıkarıyorlar. Savaş karşıtı bu ticari proje ile modelledikleri objeleri, yanlarında kitapçığıyla beraber yurtdışı ve yurtiçinde satışa sunacaklar. Bu, nükleer bomba ile onun etkilerini gösterecek bir obje ya da İkinci Dünya Savaşı’ndan kalan bir asker kaskıyla yapılan abajur olabilir. Uzun vadede ise özgürce üretebileceği bir tesis kurma hayali var Giray’ın. Ege veya Akdeniz’de, içinde ahşap, metal, seramik, resim ve müzik atölyelerinin olduğu, sanatçılara hizmet edecek, yapıların ahşap olduğu doğaya entegre bir butik otel açmak istiyor. “Ben sanat için mesleğimi bıraktım. Hedefim, hayallerimi özgürce hayata geçirmek” diyor. G [email protected] EN BÜYÜK İLGİ KADINLARDAN Kukla yapımı, Giray’ın gününün çoğunu alıyor. Onlarla kimi zaman konuşuyor, kızıyor, bazen iş bitiminde atölyesinden ayrılırken “iyi geceler” bile diliyor kuklasına. Bu da bir anlamda oyunun parçası onun için. Genellikle sipariş üzerine ipli benzetme kuklalar yapıyor Giray. Seramik çamurundan fotoğraflara bakarak modelliyor ve aldığı kalıpla polyester olarak tekrar çıkartıyor. Gerçek ya da sentetik saç ekiyor. Kıyafetlerini de kişinin giyinme tarzına uygun olarak dikiyor. Sipariş sahiplerinin büyük kısmı, sevdiklerine, özel bir günde hediye etmek üzere ulaşıyor Giray'a. En büyük ilgi de kadınlardan. Gelen ilginç talepler de var. Çocuklar sanat sever FİGEN ATALAY Çocuklarımız, piyanist olmasalar da müziğin dilinden anlasınlar, iyi dinleyici olsunlar; ressam olmasalar da güzel bir resme bakmasını bilsinler, bundan zevk alsınlar isteriz. Ama bunun için pek bir şey de yapmayız. Dokuz Eylül Mimarlık Fakültesi'nde tasarım dersleri veren Yard. Doç. Zehra Ersoy, iki kızı büyürken bu konuda kendi önlemini almak ve onlara çok sayıdaki sanat kursunda sunulandan farklı bir paylaşım sağlayabilmek amacıyla araştırmaya başlamış. İdeali şuymuş: “Birileri bu çocuklara tarihi ve sanatı öyle bir anlatsın ki, en başından sevsinler. Öğrendikleri de, ilgileri de kalıcı olsun. Öyle bir program ve düzen olsun ki, sanatın tüm dallarında gezinsin, farklı boyutları görsünler, seçme şansları olsun. Bir kronoloji takip etsin ki öncelikle işin mantığını kurabilsinler. Bilgiler havada asılı kalmasın. Ve sanatın yaşamdan ayrı olmadığını anlatmak için mutlaka toplumsal ve kültürel bir arka plan verilsin. Daha da önemlisi özel bir yöntemi olsun. Amaç sevdirmekse, uygun bir anlatım yöntemi bulunsun.” Ersoy bu amaçla, önce kültürsanat bilgisi ve tarihi üzerine seçtiği bazı temalar üzerine içerikler ve egzersizler tasarlamaya ve atölye programları uygulamaya başlamış. Adına yaş gurubunu belirtmek amacıyla 9/12 demiş. Önceleri birtakım deneysel çalışmalarla başlayan bu denemeler, daha sonra sistemli, özgün bir metodu, felsefesi, ilkeleri ve içeriği olan bir eğitim destek programına dönüşmüş. Sonuçta, “9/12 Çocuk KültürSanat Tarihi Eğitimi” adıyla, bu yaş grubunun beceri ve beklentilerine yönelik özel bir model ortaya çıkmış. Bu eğitim programı halen, Özel İzmir SEV İlköğretim Okulu’nda uygulanıyor. Haftada ikişer saatlik semineratölye çalışması şeklinde, tüm 5. sınıf öğrencilerine yönelik olarak uygulanan dersin adı “TarihSEVKültür ve Sanat Bilgisi Programı”. Derslerin bu ayın sonunda tamamlanacağını söyleyen Zehra Ersoy, “Alınan sonuçlar çok umut vaat C M Y B C MY B tacan Eğitim Kurumları’nda düzenlenen “10. Öykü Anlatı Yarışması”na katılan 22 küçük çocuk, anlattıkları öykülerle izleyenleri büyülediler. Öyküleri, kimisi şarkılar, kimisi yardımcı oyuncular eşliğinde canlandıran 5 ve 6 yaşındaki çocuklar, medeni cesaretleri ile de çok alkış aldılar. Yarışma sonunda birinciliği, “Etekleri Zil Çalan Kız” adlı öyküyle Lara Tuncel, ikinciliği “Aynadaki kız” adlı öyküyle Azra Palabıyık, üçüncülüğü de “Elma Kurdu” adlı öyküyle Güney Tan Boğa kazandılar. G A ni i M k ö ler y a ü k tt a l n ı edici ve gözle görülebilir hızlı kazanımlar var. Geri bildirim anketleri ve gözlemlerim sonucu, öğrencilerin, ders dışında konuları kendi aldıkları kitaplar, yayınlar ve belgesellerle takip ettikleri ortaya çıktı. Okul kitaplığında bir TarihSEV bölümü oluşturma fikri de öğrencilerden geldi” dedi. Bu uygulamada, her ders bir “senaryo” gibi ele alınıyor. Bir “anlatıcısı” ve eşlik eden bir “9/12 ekibi” (sanal karakterleri) var. Anlatıcının sözlerini destekleyen görsel karşılıkların yoğunluğu, bunun bir kurgu dahilinde anlatılması ve hatta oynanması, semineri dikkat çekici, uyarıcı ve kalıcı hale getiriyor. Bir başka önemli özelliği, tüm sanat dallarını içine alıyor olması. G
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle