Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
10 Avurtları çökmüş zengin olmaz Toplumun ayrıcalıklı azınlığının sistem içinde yer aldığı konumun dengesini korumak için tekrarladığı ritüeller Başak Bugay’ın “Denge” isimli sergisinde görücüye çıkıyor. DENİZ ÜLKÜTEKİN ınıf kavramında öne çıkan değerler ya da akımlar görsel bir seçki halinde karşınıza geldiğinde o sınıf hakkında fikir edinebilirsiniz. Başak Bugay bunu kimliksiz figürleriyle yapıyor. Kapitalizmin tüketmeye zorladığı görsel malzemelerini içselleştirerek bize poz veren magazin dergilerinden apartma, birilerine benzeteceğiniz ama asla kim olduklarını hatırlayamayacağınız figürler ait S oldukları zümre hakkında bize gösterdiklerinden çok daha fazla fikir veriyor. Göründüğünden daha fazlasını düşündürtmesiyse sergideki bütünlük ve akıcılık sayesinde gerçekleşiyor. Başak Bugay’ın Denge isimli ilk sergisi 30 Nisan’a kadar Tünel Sanat Galerisi’nde görülebilir. Figürleriniz birbiriyle bütünlük içinde. Çıkış noktanız neydi? Genel olarak resme sosyal eleştiri olarak bakıyorum. Toplumcu gerçekçiliği prensip ediniyorum. Sanatçının iç dünyası, ruh hali falan yeteri kadar işlendi. Ben dünya görüşümü yansıtmayı tercih ediyorum. Sınıf kavramından yola çıktım. Figürlerimin hiçbiri kişi değil. Hatta Suratlar tanıdık geliyor mu? Fazla kilolar da zenginlik sembolü. benzememesi için tipleri bozdum. Bazısı benzedi, ama çok resimsel bulduğum tipler de var. Onların dünyasından değilim, cepheden bakarak resmettim, kişi olmadıkları için neler yaşadıkları, ruh halleri beni çok ilgilendirmiyor, o sınıfın insanı değilim. Proletarya da değilim, ama dünya görüşü olarak onların tarafındayım. “O sınıfın insanı” derken bunu belirleyen çok net göstergeler var. Sizin figürlerinizin de kıyafetleri dışında fazla kilolar gibi ortak özellikleri var. O fazla kilolu olma halinin de nedenini adlandıramıyorum, ama çok avurtları çökmüş bir zengin olmuyor. Maden işçilerine bakın korkunç yüzler, yaralar görürsürüz. Farkı göstermek için sergiye öyle bir figürü de koymayı düşündünüz mü? Önce zıtlıkları yan yana getirmeyi düşündüm, ama henüz işçiyi nasıl ele alacağıma karar vermedim. Bu işleri yaparken çok rahat davrandım. Dalgamı da geçtim, ironi de var, hatta bazıları karikatüre kaçıyor. Mekânı sahne gibi kullandım, figürleri merkeze alıp aslında ifşa ettim. Bu figürlerin çoğu magazin dergilerinden alınma. Komutlanmış şekilde yapmaları gereken şeyler var. Bilmem kaç bin dolarlık çanta ya da saat almak ve kendileriyle birlikte sergilemek zorundalar. Birkaç kere üst üste görünmediklerinde anladığım kadarıyla unutuluyorlar. Ben de o sergilemeyi daha göze sokarak yaptım. Çünkü bu kadar sefalet varken zenginliğin göze sokulması çok anormal geliyor. Figürleriniz içinde hiç sağa sola bakan yok hepsi bize bakıyor, onlar da kendilerini sergilemek istiyor. Öyle. Fark ettiğiniz gibi belli bir duruş var. Kolunu kıvırıyor ya da çenesine dayıyor, oradan saat görünüyor. Tesadüf değil. Sanatı ele alış biçiminizde babanız Saim Bugay ne kadar etkili oldu? Babam toplumsal gerçekçi değildi, o daha çok evrensel formlar ve konuların ele alınması gerekliliğine inanırdı. Ben daha çok hikâyeci bir üslup kullanırım. Ancak dünya görüşü anlamında beni babam yetiştirdi. Sanatçı ve insan namusu babamdan kalma. Birçok yerde sanatla ilgili yazılarınız ve haberleriniz de yayımlanmış. İlk serginizde çevredeki sanatsal faaliyetlerde gördüğünüz yanlışlardan uzak durma ihtiyacı hissettiniz mi? Burada gördüğünüz figürlerin çoğu potansiyel sanat alıcısı. Görünüşte yetmişli yıllara göre fırsatlar arttı, ama aslında öyle değil. Bu kadar galerinin açılması iyi, ama sadece belli bir sınıf alıcı olunca sanat da onlara ait oluyor.. Sanatçı özgürlüğünü kaybetti. Şimdi satın alıyorlar ve yönlendirmek de istiyorlar. Çok küstah tavırlar görüyorum, “hadi çalış” diye. Alıcı ya! Galeriler aslında “rağmen himaye edenler” olmalı, ama çoğu öyle değil. Neredeyse insanları kılık kıyafetlerine göre sergilere alacak hale geldiler. Bir keresinde sergiden kılıkları yüzünden kovulan genç sanat öğrencilerine bile denk geldim. Sanatın metalaşmasına hiç sesini çıkarmayan hatta bundan memnun olan sanatçılar var. Bana “satamam diye korkmuyor musun” diyorlar. Satamazsam satamam, satmak için resim yapılmaz. G Tutunamayanların ‘aile evi’ ortejolar, bir zamanlar Sefarad Yahudileri için bir sığınma yeriymiş. Aynı dili konuşup, aynı gelenek ve aynı tip yemek usullerini paylaşırlarmış. Zamanla İzmir’in ruhu işlemiş kortejolara. Sonra sonra maddi durumları iyileşen Yahudiler kortejolarından ayrıldıkça yerlerini her milletten kentli yeni yoksullar doldurmuş. Lakin bu oradaki geleneği bozmamış, ortak yaşama kültürünü zedelememiş. Aksine daha da renkli ve canlı hale getirmiş. Günümüzde çoğu yıkılmak üzere olan son kalan aile evleri yine kentin en yoksullarını barındırıyor. Birol Üzmez, İzmir’de kortejoları ve içlerinde yaşayan hayatları fotoğraflamış. Birol Üzmez Zonguldaklı. İzmir’e 1993 yılında gelmiş ama İzmirli sayıyor kendisini. Bir kente sonradan yerleşmiş olmanın meraklı gözleri sayesinde keşfetmiş aile evlerini. “T biçiminde bir yapı” diye anlatıyor, “Sağlı sollu odalar var. İnsanlar orada oturuyor, kadınlar çiğdem SİNEM çitliyor, çocuklar orada oynuyor, bir tulumba var ortada.” Araştırmaya başlamış DÖNMEZ sonra, 2008’e kadar bekletmiş kafasında. Bu konuda çok fazla kaynak olmadığını fark etmiş. Karşısına tam bu sırada Tarık Dursun K’nın kortejolardaki hayatları anlattığı “Rızabey Aile Evi” kitabı çıkmış. Tarık Dursun K ile konuşmuş, onun anılarını dinlemiş. Gençlik yıllarında Joya adında bir sevgilisi varmış, Tarık Dursun K’nın. İsrail Devleti kurulup da Yahudiler İzmir’i terk edince aşkları da yarım kalmıış. Anılarını, buluşmalarını anlatmış Üzmez’e. “Yahudiler İzmir’i terk edecekleri gün, bütün kentin iç organlarının bir çengele asıldığını ve içinin boşaldığını hissettim, sessizleşti şehir, önce onlar, sonra boyozlar sonra sübyeler gitti” demiş. Üzmez’i kortejolardaki yaşamları fotoğraflamaya iten şey oranın öyküsü olmuş. 600 yıldan beri ayakta duran, İzmir’in ruhunu etkileyen yapıların bugünkü hali etkilemiş çok. “Önce öyküsü beni çok çekti. Unutulmuş bir geleneği belgelemek istedim. Yok oluyordu çünkü. Bir farkındalık yaratarak insanları bunlardan haberdar edebilir miyim diye düşündüm, bu fotoğraflar, insanların hafızasını tazeler mi? İnsanlar bu komşuluğu bir arada yaşamayı tekrar hatırlayabilir mi?” diye sormuş kendine. K Birol Üzmez. Fotoğraf: Vedat Arık İzmir’de bir zamanlar Yahudilerin, Rumların ve Türklerin bir arada yoksulluk ama yine de huzur içinde yaşadığı kortejolar bugün “aile evi” adıyla anılıyor. Birçoğu yıkılmış olsa da zamana karşı koyanlar var. Artık içlerinde Yahudiler olmasa da hayatın sillesini yemiş insanlar oturuyor. Kortejolarda bir şekilde yaşamının seyri değişen, tabiri caizse ortada kalan insanlarla tanışmış Üzmez. “Sokağa düştüyseniz yalnız kalıyorsunuz. Herkesin bir hikâyesi var. Yaşamın bir döneminde tokat yemişler, öyle bir yere düşmüşler ki, bir daha kalkamamışlar. Bu insanlar yaşamda nakavt olmuşlar” diye anlatıyor hislerini. Sergideki tüm fotoğraflarda mutlaka bir kedi çarpıyor gözünüze. O küçücük odalardaki kocaman yaşamlarını kedilerle paylaşıyor kortejo sakinleri. Bir kedi kenarda duruyor, öteki kendisini sevdirmeye çalışıyor. Üzmez de doğruluyor, “O kadar yalnızlar ki diyor, bu yalnızlıklarını gideren tek şey kediler.” En çok etkilendiği kişilerden biri Ayşe Teyze. “Dışardan bakınca geçmişte çok şey yaşadığını hissediyorsunuz, o kadar kirletilmiş ki, asla konuşmuyor. Kendi kendine konuşuyor, odasına da almıyor kimseyi. 10 dakikada bir bulaşık süngerinin sert tarafıyla yüzünü yıkıyor. Kibrit biriktirirdi, dışarıda bir kutu kibriti tek tek yakıp atardı. Tek bir gün aldı beni odasına, o kadar.” Kimler yok ki Üzmez’in karelerine yansıyan kortejolardaki yaşamlar arasında. Pavyon Kamil belediyede çalışıyor, hâlâ ayakkabısının topuğuna basıp giyiyor, bir zamanlar pavyonlarda fedailik yaptığı için lakabı oradan, eşinden ayrılınca ortada kalmış. Suna Hanım var mesela, eşi kalp hastası, 18 yıldır aile evinde yaşıyor. Fikriye Teyze, eskiden adı “Nahide Aile Evi” olan kortejoda 75 yıldır yaşıyor. Yahudiler terk ettikten sonra orayı terk etmemiş. Elektriksiz, susuz, ısınmasız hayatından şikâyetçi. “Eski kortejolardaki hayatları anlatıyorlar, o kadar güzel ki, bir tür komün yaşamı olmuş oralarda. Birlikte yemek pişiriliyor, ortak tuvaletler, tulumbadan su çekiliyor. Bugün apartmanlarda insanlar biribirini tanımıyor. Günümüze uygulansa çok güzel bir model bence” diyor Üzmez. Konak Belediyesi sergiden sonra kortejolardan birini müzeye dönüştürmeye karar vermiş. Şimdilerde eskiden orada yaşayan Yahudiler, kortejoları ziyarete geliyor. Üzmez de sergiyi biraz daha geliştirecek. İsrail’e giden bir arkadaşının, bu kortejolarda çekilmiş fotoğraflarla dolu bir aile albümü bulması da yüreklendirmiş Üzmez’i. Aile Evleri: Kortejo sergisi, Schneidertempel Sanat Galerisi’nde 2 Mayıs tarihine dek sürecek. G C M Y B C MY B