16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

10 11 NİSAN 2010 / SAYI 1255 ÖNCE AİLE SAĞLIKLI OLMALI Bunalım değil, gerçek kaygılar... ençler arasındaki intihar ya da şiddet olaylarına emocular, punkçılar ya da satanist şiddeti diyerek bir yere kadar kılıf uydurabiliyorduk. Gençlere yapıştırılan ve zararlı damgası vurulan bu kılıflar sosyal defolarımızı biraz olsun DENİZ gizleyebiliyordu. Ya şimdi? İntihar eden gençleri sanki kendileri ÜLKÜTEKİN yaratmışçasına bir not baskısı içine soktuk, bu sorunla baş etmelerini istedik ve bazılarının baş edemeyerek intihar edişlerini izledik. Bir açıdan bu kadar basit, başka bir açıdan okuldaki not baskısına indirgenemeyecek kadar karmaşık bir durum. Kendi hayat algılarından, yaşam standartlarından kopuk hedeflere itilen gençlerin içinde bulundukları ruh hali, tam anlamıyla başarı gösterseler bile atlatamayacakları manevi boşluk göz önüne alındığında bile intihar istisnai bir seçenek olarak karşımızda duruyor. O zaman son günlerde ergenlik çağındaki gençler arasında hızla yayılan intiharları nasıl açıklayacağız? Tahmin edebileceğimizden çok kısa bir süre sonra bile intiharın bir akıma dönüşmeyeceğini nasıl garanti edeceğiz? Bunun için ne gibi önlemler alacağız? Basındaki ve kamuoyundaki yönlendiricilerin ölen gençlere olduğu kadar ölenlerin satanist ya da metalci etiketi taşımadığına da üzülüp üzülmediklerini blemeyiz tabi ama böylesi şüpheleri kafamıza soktukları da bir gerçek. Şimdi hepinizin çocuğu kadar normal birkaç gencin ölüm haberi karşınızda duruyor ve eminim ki olan biteni bir bütün olarak ele alıp neresinden tutacağınız konusunda en ufak bir fikriniz yok. Size yardımcı olalım. Mesela annesi dershane borcunu ödeyemediği için hapse girince kahrından intihar eden 18 yaşındaki Soner Semih Sipahi’nin içinde bulunduğu ruh halini düşünerek başlayabilirsiniz. Eğer böylesi ekonomik sıkıntılar içinde ailesi Soner’i dershaneye gönderiyorsa herhalde üniversitenin çocukları için tek şans olduğunun farkındaydı. Bu ortamda derslerine konsantre olmaya çalışan Soner’in ve yaptığı fedakârlığın doğal olarak karşılığını bekleyen ailesinin pek de sağlıklı bir ruh hali taşıdığını söyleyemeyiz. Adana’da aynı dershaneye giden üç kuzenin bir odaya kapanıp içtikleri ilaçlarla intihara kalkışması da gençlerin ruh hallerinin birbirlerini nasıl tetikleyeceğine iyi bir örnek. Neyseki bu girişimlerin hepsi başarılı olmuyor. CEM TUZ Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı G Ayla Ezgi Ozan. Fotoğraflar: Vedat Arık Şiddet toplumu, aile baskısı ya da hayatta bir yer edinmek adına okulda başarılı olma zorunluluğu bugün üniversite sınavına giren yüz binlerce genç için bir soruyu akıllara getiriyor. Bu baskılarla başa çıkabiliyorlar mı? Yanıt geçen haftalarda gazetelerin üçüncü sayfalarında yer bulan intihar haberlerinde gizliydi. Tüm bu okuduklarınızdan sonra şu habere bir bakın. “Ataköy Cumhuriyet Anadolu Lisesi 10. sınıf öğrencisi N.İ.İ. (15) İngilizce dersi sırasında açıklanan sınav notunu görünce ‘bu notu babama nasıl söyleyeceğim’ diyerek dördüncü kattaki sınıftan atladı.” Belki gençlerin nasıl bir ruh hali içinde okula gittiklerini anlamışsınızdır. Başta da dediğimiz gibi gençlerin ruh sağlığını bozan etkenleri yalnızca okul ve derslerdeki başarılarla sınırlamak anlamlı değil. Ancak adli vakalar olmadıkça medyanın ergenlik çağındaki gençlerin sorunlarına pek kafa yoracağı yok anlaşılan. Neyseki bu konuda bana yardımcı olabilecek biri var. Ayla Ezgi Ozan 16 yaşında, Galatasaray Lisesi’nde yatılı okuyor. O da yaşıtları gibi arkadaşları, ailesi ya da dersleriyle ilgili sıkıntılar yaşayabiliyor. Ama yukardaki örneklerin tersine, o yaşadıklarını büyütmemeyi biliyor. Yine de hele Galatasaray gibi bir öğretim kurumunda yatılı okumak türlü sorunlarla boğuşan gençleri görmek için ideal bir yer olsa gerek. Ezgi de bunu doğruluyor. Ona göre çevresindeki arkadaşlarının en büyük problemi, var olan problemlerini aileleriyle paylaşamamak. “Sigara kullanıyorlar ve bunu aileleriyle paylaşmak istiyorlar ama nasıl tepki vereceklerini bilmiyorlar ve korkuyorlar. Bunun gibi pekçok örnek var. Bir sevgilisi olduğunu ya da bazı derslerden kırık not aldığını söyleyemeyen arkadaşlarım var” diyor. Ezgi’ye göre bu konularda paylaşımın gerçekleşmemesinin asıl sebebi anne ve babaların çocuklarına yeterli ilgiyi göstermemesi ve bazı küçük sorunlara gereğinden fazla tepki vermesi. Tüm yaşanan üzücü olaylar sırasında okullardan dershanelere kadar eğitimle ilgili sorunlar dile getirildi. Ancak aynı konuyu Ezgi‘yle paylaştığımızda hiç de dile getirilmeyen bir detaya dikkat çekiyor. “Neredeyse bütün arkadaşlarım okullarından şikâyetçi. Düzgün eğitim verilmiyor ve gereksiz yere zor. Ben de buna katılıyorum. Kimsenin sosyal hayatı yok. Bir hobi edinmek istediğimizde derslerden ya da sınavlardan vakit bulamıyoruz.” Ezgi’ye göre arkadaşlarının hepsinin ortak iki problemi var; okul ve aile. G [email protected] Ergen gençlerin intiharlarını toplumda yaşanan bunalımdan ayrı tutabilir miyiz? Toplumdaki depresyonda büyük artış var zaten. Bunun da faturası ergene çıkıyor. Ergenler domino taşları gibi birbirlerini en çok etkileyen kesim. Gençlerin algıları daha açık olduğu için etkilenmeye çok müsaitler. Ergen geçiş döneminde olduğu için gerek fiziksel gerek ruhsal anlamda dengede değil. Bu yapıyı da değişkenler çok daha fazla etkiliyor. Mesele bu kafa karışıklığının sonucunun intihar olması. Oysa ergenlik gelecek kaygılarından uzak bir dönem olarak bilinir. Burada bir çelişki oluyor. Belki de beklenen sonucun çıkmaması, ortaya çıkan umutsuzluk karşımıza intihar şeklinde çıkabiliyor. Ergenin yapısında hızlı geçişler, bir dağın zirvesindeyken birden uçurumun dibini de hissetmek sık rastlanan şeyler. Ancak bunun frekansı artınca yaşamdan kopma gibi sonuçlar ortaya çıkabiliyor. İniş çıkışlar yetişkinlerde de var, bu olmak zorunda. Fakat ergeni ne erişkin ne de çocuk gibi düşünmemek lazım. Ergenlerin kendilerine zarar vermeleri toplumun yarattığı bir sonuç mu? Şiddet toplumunun bir sonucu. Ergenler arasında hem içe hem dışa dönük şiddette artış var. Toplumun gerilmesiyle çok ilintili. Zaten ergen şiddete yatkındır. Medyada sansürde daha çok cinsel öğeler ön plana çıkıyor, şiddete kimsenin bir şey dediği yok... Oysa cinsellik belki de ergenin ilgilenmesi gereken en önemli alan. Günümüzde ne gibi sorunlar ergenleri intihara sürüklüyor. Karşı cinsle olan ilişkileri tam bir sorun oluyor. Gece çıkmalarına karışılması, gezmeleri, belki politik uğraşları, bilgisayarla fazla vakit geçirmeleri bunların engellenmesini de büyük sorun olarak görüyorlar. Yaşam mücadelesi Türkiye’de sert ve rahatlayacağa da benzemiyor. Bu da sürekli bir baskıya neden oluyor. Bunu aileye ve ikili ilişkilere indirgerseniz de ister istemez toplumun yansıması ortaya çıkacak. Birçok ailenin garip ve yüksek beklentileri var ve sürekli çocuğa aşılıyorlar. Sonuçta etkiye tepki oluşuyor. Tam bir başarısızlık, ailenin beklentilerinin karşılanmaması, çatışma ve intihara kadar gidebilecek bir süreç. Peki her ergen için bu tip sorunlar karşısında içe kapanma geçerli midir? Her şey olur. Hırçınlaşma, evden kaçma, içine kapanıp tamamen sönükleşme olarak ortaya çıkabilir ya da intihara kadar gidebilir. Bu bir iletişim sorunu. Gelip size bana ya da ailesine danışmıyor. İntiharla bir anlamda yenilgiyi kabul ediyor. İntihar bir depresyon sonucudur. Toplumu daha uygar bir hale yönlendirmek, beklenti eşiklerini ortadan kaldırmak başlıca yapılması gerekenler. Bugün çocukların dershaneye gitme yaşı ilkokul üçe kadar indi. Aile başka bir konumda, çocuğun başarması istenen hedefler bambaşka. Toplumun tamamen tüketim toplumu haline gelmesi, her an bir lüksün üstünlük olarak gösterilmeye çalışılması. Bunlar da etkiliyor ergenleri. Aile önce kendi sağlığını bulmalı. Ergen toplumda ne kadar sorun yaşasa da her akşam geldiği, korunaklı yer evi. Orada aklı başında bir anne, baba, kardeşle bir araya geldiğinde sorunların çözülmesi hiç de zor değil. G 11 Nisan 1814: Napolyon Bonapart (sağ altta) Elbe Adası’na sürgüne gönderildi. 1980: Yazar Ümit Kaftancıoğlu uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetti. 1995: Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) kapsamında Harran Ovası’na ilk su verildi. 13 Nisan 1909: “31 Mart Ayaklanması” gerçekleşti. II. Meşrutiyet’in ilanından huzursuz olan tutucu çevreler ayaklandı. Bazı askeri birliklerin de tahriklere kapılması olayların daha da büyümesine yol açtı. 1914: Ünlü şair Orhan Veli Kanık dünyaya geldi. 1994: Refah Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan, partisinin grup toplantısında “RP düzenine geçiş, tatlı mı olacak, kanlı mı olacak? Biz diyoruz ki bu geçişi tatlı yapalım” sözleriyle dikkat çekti. Bu sözler üzerine DGM, Ankara Cumhuriyet ve Yargıtay başsavcılıkları Erbakan hakkında üç ayrı soruşturma açtı. 12 Nisan 1921: TBMM’de “kalpak giyilmesi” konusunda tavsiye kararı alındı. Milli Mücadelecilere “Kalpaklılar” denmesi bu karara dayanıyordu. 1961: Rus kozmonot Yuri Gagarin (sağ üstte) uzaya çıkan ilk insan oldu. 1969: Günümüzde Atatürk Kültür Merkezi adıyla bilinen İstanbul Kültür Sarayı, Aida Operası ve Çeşmebaşı Balesi ile hizmete girdi. 1991: Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesi sonucu başlayan Birinci Körfez Savaşı resmen sona erdi. ve halka moral kazandırdığı için Enver Paşa tarafından ödüllendirildi. 1931: İspanya’da cumhuriyet ilan edildi. 1992: Başbakan Turgut Özal’a silahlı saldırıda bulunan Kartal Demirağ, Özal tarafından affedilerek şartlı tahliyeden yararlanıp serbest kaldı. 2007: Tandoğan Meydanı’nda 14 Nisan Cumhuriyet Mitingi gerçekleştirildi. Kullanılan zehirli ilaçlar sonucunda ölen çekirgeler 23 tona ulaştı. 16 Nisan 1916: Ünlü şair Behçet Necatigil dünyaya geldi. 1984: Kültür ve Turizm Bakanı Mükerrem Taşçıoğlu, “Denize çıplak girmek isteyen turist Türkiye’ye gelmesin” dedi. 15 Nisan 1912: Dönemin en büyük yolcu gemisi Titanic sabaha karşı 02.00 sularında battı. İngiltere’de yapımı 3 yıl süren gemideki 2224 kişiden 1513’ü yaşamını yitirdi. 1929: İstanbul’da terzilik mektebi açıldı. 1931: Atatürk’ün direktifleriyle Türk Tarih Kurumu (Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti) kuruldu. 1958: Nisan ayı başında güneyden gelen çekirge sürüleri Urfa ve çevresindeki kilometrelerce alanı işgal etti. 17 Nisan 1970: İstanbul Tepebaşı’ndaki tarihi C MY B “Dram Tiyatrosu” yandı. 1890’larda yapılan ve yangından sonra müze olarak kullanılmak istenen bina, ilk yangından bir yıl sonra tekrar yanarak tamamen yok oldu. Hazırlayan: ALİ SELİM EMEÇ ([email protected]) 14 Nisan 1914: Mehmet Ali Kurçer, REP marka uçağıyla Beyazıt Meydanı’na iniş yaptı. Aslında ceza gerektiren bu hareket, I. Dünya Savaşı arifesinde olduğu C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle