02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 7 MART 2010 / SAYI 1250 Hayatımda hiçbir şey tesadüfen olmadı... İ de biz 90 dakikalık diziyi bir ekiple bir haftada çekmeye çalışıyoruz. Bu, onlar için bir çılgınlık. Çünkü onlar 45 dakikalık bir diziyi 3 ekip çekiyorlar. Benim için güzel bir tecrübeydi. Şimdi dünyanın neresine koyarsanız koyun, gerçekten her şartta çalışırım. Peki, oyunculukta çıkış noktanız neydi? Nasıl başladınız? Üniversitedeyken bir klipte oynamıştım ve dizi teklifleri gelmişti. Yazları İstanbul’da oyunculuk yaparken, kışları okula devam ediyordum. İdealist bir dansçı olma yolunda ilerlerken bu kafamı da bulandırıyordu. Ablam Deniz, devlet tiyatrosu sanatçısıdır. O yüzden 10 yaşından beri sahnede bir oyuncunun ne yaptığını idrak etmiş ve onlara sufle veren bir haldeydim. Dersten çıkıp devlet tiyatrosu bahçesine giderdim. Hep hayal dünyamı kuvvetlendiren insanları izledim o dönem. Tiyatro ve oyunculuk bu anlamda benden çok da uzak değildi. HEP ÇOK ÇALIŞTIM EBRU AKEL Ebru Akel, bir süredir televizyon programlarından uzak duruyor, çünkü program formatlarının tıkandığını düşünüyor. Niyeti ise istediği gibi bir kültür sanat programı sunabilmek. Bir yandan da oyunculukta kendini yetiştirmeye devam ediyor. Çünkü sahnede olmak ve bir karaktere hayat vermek onun için bir tutku. Fotoğraf: UĞUR DEMİR Yaşamınızda büyük zorluklarla karşılaştınız mı? Hep çok çalıştım. Sunuculuğa ilk başladığımda ağzımda kalemle dilim, damağım, dudaklarım acıyıncaya kadar çalışıyordum ses tonumun oturması için. O yüzden hayatımda hiçbir şey tesadüfen olmadı. Risk de alırım. Zaten hayat başka türlü çok renksiz olurdu. Bu konuda cesurum. Peki, şimdilerde ekranlara baktığınızda televizyon programlarını nasıl buluyorsunuz? Aslında programlardan kopuşum bütün bunların bana göre tıkandığı noktadaydı. 2007 yılında bile gündüz programlarındaki tavırdan, içerikten, sahtelikten hoşlanmıyordum. Onlar da zaten tükendi. Ben o dönem şanslıydım. Gündüz programlarının reyting almaya yeni başladığı dönemdi. Sonrasında bunun türevleri ve farklı yorumlanış şekilleri yapıldı. Şimdi sorarsan yapar mısın diye, yapmam. Çünkü işin o gerçek halinden çok uzaklaşıldı. Gerçekliğin olmadığı noktada ben olamıyorum. Ama şimdilerde takdir ettiğim, sevdiğim programlar da var, eleştirdiklerim de. Yeni bir proje var mı gündemde? Bu yıl bir tiyatroya başlayacaktık, olmadı. Ama çok istiyorum. Tiyatro sahnesinde olmak ve canlı alkışı duymak istiyorum. Benim çocuksu arsızlığımdır alkış. O alkışı bir kez duyduğunuzda vazgeçemiyorsunuz, sözü boşa değil. Bir yandan da özel hayatınız çok merak ediliyor. Hep bir evlilik sorusudur gidiyor. Saygı duyuyorum. Evliliğe karşı değilim. Çünkü ailem benim idolümdür, önümde örnek bir çift de var. O yüzden çok da uzak değil. Ama her şey hızlandığı gibi evlenmeler ve boşanmalar da çok hızlı oluyor. Bunları görünce ister istemez eski tutkularına bir yanınla bağlı kalırken bir yanınla da korkuyorsun. Bu soru bana 19 yaşından beri soruluyor. Demek ki ben kendimi bu kadar açmışım. Ama kendi kararlarımı kendime saklamak kadar da marjinal olabilirim. Kimseye bir şey kanıtlamak için evlenmezsin ki. Hissedersin, her şey uygundur, süreç seni oraya taşır. Ekran özel hayat kavramını yiyip yutuyor sonuçta. En azından şuna saygı gösterilmesini arzu ediyorum. Elbette bir şeyler paylaşıyoruz. Ama ben her anımı herkesle paylaşırsam, ben olmaktan çıkarım. Her zaman çok gülen suratlarla etrafta olmayabilirim. Neysem oyum, ama bir yandan da bazı şeyler de bana özeldir. G ki İzmirli bir araya gelince, tabii ki ilk iş İzmir milliyetçiliği yapmak oluyor. Biz de Ebru Akel’le röportaj yapmak üzere buluştuğumuzda önce bir süre İzmir dedikodusu yaptık. Sonra da yeni projelerinden yapmak istediklerine dek uzandık. Akel, hırslı bir kadın. Çalışmaktan gocunmuyor. “Emekleyerek emek vermek” ise ZUHAL onun mottosu. Çok çalışıp yavaş AYTOLUN ilerlemeyi tercih ediyor. Çünkü her zaman bir sonraki etabın daha çok zorlayacağının farkında. Çalışmadan elde ettiği hiçbir şey olmadığını söylüyor. Eleştirilere açık, ancak kendi istediği ve hissettiği yolda yürüme konusunda da kararlı. En büyük tutkusu ise sahne. Bir süredir ekranlarda görünmüyorsunuz. Bu bir uzaklaşma mı, kaçış mı? Aslında ben de öyle mi diye düşündüm ancak 2009 oldukça hareketli bir yıldı. “Ve Ebru Akel” diye bir program hazırlıyordum. Haftanın altı günü ekrandaydım ve haziran ayında bitti. Sonra dans yarışması sundum. Ağustos ayında bir programa katıldım. Ekim ayında da dizi çekmek üzere New York’a gittim. Son bir yıl içerisinde “sezonda bir iş yap, ona odaklan” kuralımı da yıkmış halde dört projenin içinde bulunmuşum. Aslında hiçbir şeyden uzak değilim. Hafızadan çok mu hızlı siliyoruz acaba? Algı çok enteresan. Televizyonun ilginç bir büyüsü var. Her gün görülmesi beklenen yüzlerin şanslı olduğuna inanıyorum. Çünkü kabul görmek çok da kolay değil. Bu bir taraftan iyi. Ben sunuculuğu çok seviyorum. Giyinip, süsleneyim, takılarımı takayım, ekranda olayım. Bu çok renkli bir dünya. Onu inkâr etmiyorum. Ama heyecanla ve severek, her bir satırına saatlerce anlam yükleyerek okuduğum senaryoların içinde yüzmeyi de çok seviyorum. Ama kimi zaman üç adım geride durup, kendinizi geliştirip besleyip, hedefinize odaklanmanız gerekiyor. O yüzden de projeleri dönemsel seçmek zorundayım. Peki, New York’ta çekilen diziden biraz bahseder misiniz? Yeni Baştan adında bir dizi. Türkiye’den yurtdışına yaşamaya giden ve tutunmaya çalışan Türklerin hikâyesi. Orada yaşam mücadelesi veren üç kız kardeşten, kendisini nispeten kurtarabilmiş avukatı canlandırıyorum. Orada çekimleri yaptık ve Türkiye’de bir kısmı yayınlandı. Şimdi mart ayında da yayımlanmayan bölümlerle beraber tekrar ekrana gelecek. Bu dizinin bendeki yeri büyük bir tecrübe olmasıydı. Çünkü çok zor şartlarda çalıştık. Çalışma şartlarında nasıl farklar gözlemlediniz? Sektörel anlamda büyük farklar var. Bir taraftan üzülüyor, bir taraftan da adapte olmakta bile zorlanıyorsunuz. O kadar kuralcılar ki. Makyözü dahi büyük dersler veriyor size. Önce set, sonra oyuncular yemek yiyor. Apo zaten mükemmeliyetçi bir yönetmen. Dizi seti bile film seti gibi. Bir EMEĞE SAYGI DUYMAK GEREK Oyunculuk eğitiminiz de var. Beni en temelde yetiştiren 10 yıllık konservatuar eğitimimde balenin yanı sıra sahne eğitimi de almam. Sonuçta balede de karakterin ruhunu ve ateşini sözsüz şekilde anlatıyorsun. Bu yoğurdu beni. Yurtdışında workshoplara da katıldım. Bale yapamayacağımı öğrendikten sonra kardeş sanat olarak gördüğüm oyunculuğa yöneldim. Sahnede bir gösteri sunmak serde vardı sonuçta. Bir yandan da Abdullah Oğuz’un oyunculuk yaşamınıza etkisi olduğu yönünde görüşler var. Bunları nasıl karşılıyorsunuz? Bunu duymamıştım. Yazık tabii. Yapılan eleştirilere saygı duyarım. Ama benim ne düşündüğüm daha önemli ve değerli benim için. Emeğe saygı duyan biriyim. Emekle bir şeyler yapıldığını çok terleyerek öğrendim. 5 yaşından itibaren vücudumu nasıl daha dik tutmam gerektiğini, ayak parmaklarım kan revan içinde 8 saat prova yaparak bir eser ortaya çıkarmanın ne demek olduğunu biliyorum. Bir resimle ekrana transfer olan ve oyunculuktan ya da sanattan, sanat tarihinden, felsefesinden haberi olmayan birisini görünce asıl ben hayretle bakıyorum. Benim hayretler içinde karşılanan bir tarafım varsa o da azmim olmalı. Madem sordunuz, ben her zaman emekleyerek emek vermeye devam edeceğim. Bu noktadayım ve buralarda olan düşüncelere açığım. G Özgür Çayan pop rock türündeki ilk albümü “Aşk Artık Burada Oturmuyor”u yayımladı. Üç yılda büyük bir özen ve emekle kaydetmiş albümünü... Evinizin yıldızı olmak gibi bir derdim yok ŞİRİN GÜVEN zgür Çayan pop rock türündeki ilk albümü “Aşk Artık Burada Oturmuyor”u yayımladı. İdealist bir müzisyen Çayan. 3 yılda büyük bir özenle kaydetmiş albümünü, şarkı sözleri ve besteler için çok emek harcamış. Tek derdi yaptığı müzik. Klipte soyunursa çok meşhur olacağının, ilgiyi üzerine çekeceğinin farkında ama o bunların peşinde değil. İnsanlar şarkılarını dinlesin, sevsin istiyor sadece, evinizin yıldızı olmak gibi bir derdi yok. İnandığı müziğin peşinden gitmeye kararlı: “Bana ‘Arkadaşım böyle bir albüm yapmak için deli olman lazım’ diyenler olabilir, çünkü sonuçta burası Serdar Ortaç’ın memleketi ama ben yılmadan müziğimi yapacağım”. Bir albüm çıkarmaya nasıl karar verdiniz? Klişe bir hikâye aslında benimki, lisede gitar çalmaya başlayan gencin hikâyesi... Kızlara hava atmak için... İşin şakası bir yana, benim babam asker. Kars’ta görev yaparken Kars’ın tepesinde Subatan diye bir yerdeydik ve orada çok sıkılıyordum. Sıcakkanlı halk bize çok misafirperver Ö davranıyordu ama yine de çocuktum nihayetinde, sıkılıyordum. Bir gün askerlerden biri “Sen çok sıkılıyorsun, al bunu” diye bana bir mızıka verdi. Böylece müziğe başladım. Lisede gitar başladı, üniversitede de bir müzik grubu kurup barlarda çalmaya başladım. 5 çocuk, punk çalıyorduk. 1999’da bir bara girdik, çalmak istiyoruz burada dedik. Bar sahibi “Tamam ama para yok, bira parasına çalacaksınız“ dedi, biz de kabul ettik. Böylece pek çok yerde çalmaya başladım. Sonra şimdi de sıra albümde mi dediniz? Bir yer geldi, bir dakika dedim. “Sabah 5’e kadar çalıyorsun da eşek kadar adam oldun bu senin hayatta ne işine yarıyor” diye sordum kendime. Çok çabalayarak, hatta reklam ajanslarının kapısında yatarak bir ajansa reklam yazarı olarak girmeyi başardım. Bir yandan şarkılarımı kaydediyordum tabii. 23 şarkı derken bir baktım ki albüm yapacak kadar şarkı çıkmış ortaya. Sonra demoları alıp insanlara yollamaya başladım. Genelde “Bu piyasa bir şey değil. Öyle şeyler artık tutmuyor” gibi yorumlar yapanlar oldu ama yılmadım. Tek tek şirketleri dolaştım. Zaten reklam yazarlığından yönetmen tanıdıklarım vardı, albüm çıkmadan bir klip çektik. Artık zaten müzik sektörü o kadar zor bir durumda ki, her şeyi kendiniz yapıp paket olarak teslim ediyorsunuz. Onlar da paket olarak alıp sizi bir sakız gibi yürüyen banttan geçiriyor ve bir kutuya düşürüyor. Bana “Arkadaşım böyle bir albüm yapmak için deli olman lazım” diyenler olabilir, çünkü sonuçta burası Serdar Ortaç’ın memleketi. Oysa ben sözlere ve müziğe kafa yordum, uğraştım onlarla. Bu albüm, evler, arabalar alayım, kızlar çevremde dans etsin derdiyle yapılmadı. Benim tek beklentim çıkıp şarkılarımı insanlarla birlikte söylemek. Sizce biri neden sizin albümünüzü alır? İçinde samimi şarkılar var çünkü. Ve çok emek verdim bu işe. İnsanların herhangi bir şarkıda kendinden bir şey bulabileceğine eminim. En azından “Pantolonunu çok sevdim, çıkar onu bebeğim” ya da “Salla bir taraflarını, birlikte diskoya gidelim” tarzı bir şey değil bu albüm. 3 yılda kaydedilmiş, emek verilmiş bir albüm. Ne bekliyorsunuz peki? Herkes gibi insanlar sevsin, albümümü dinlesin istiyorum tabii ki. Belki geç fark ederler beni, belki bir şarkıyı alıp hemen tüketir atarlar albümümü, belki de hiç dinlemeye değer bulmazlar ama ben umudumu kaybetmeyeceğim. İşin peşini bırakmayacağım ve müzik yapmaya devam edeceğim. Herkes beni kucaklasın, evinizin yıldızı olayım, genç kızlar resmimi duvarlarına assınlar gibi dertlerim yok. Ben işin müzik tarafına yoğunlaşıyorum. Albüm satsın diye albümü cumhuriyet altınıyla verecek değilim ya! Ben şu an sessiz, sakin, şarkılarıma güvenerek gitmeyi tercih ettim. Yoksa ilgi çekmek, sansasyon yaratmak için yapacak çok şey var. Klipte soyunabilirim mesela, o zaman herkes beni duyar ama ben bunu istemiyorum. Ben insanlar sadece şarkılarımı dinlesin istiyorum. G www.myspace.com/ozgurcayanmyspace C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle