01 Haziran 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

28ŞUBAT2010/SAYI 1249 PAZAR Kardeşin bayram kardeşe emanet., "Kardeş Bayramlar" kitabı, Türkiye'de farklı inanç gruplarına ait bayram ve özel günleri paylaşırken bu topraklar üzerindeki ortaklıklara da dikkat çekiyor. Dün ve bugün nelerin yapıldığını aktarırken silikleşen bugünlerin yarına ulaşıp ulaşamayacağını da sorguluyor. S ZUHAL AYTOLUN Akdoğan Özkan, farkındalık yaratarak bayram ve özel günlerdeki kültürü hatırlatmayı amaçlıyor. ünni veya Alevi Türkler, Kürtler, Zazalar, Ortodoks veya Katolik Ermeniler, Ortodoks Rumlar, Nusayriler, Ortodoks veya Katolik Süryaniler, Keldaniler, Yezidilerve diğerleri... Bütün inanç gruplarının biraradayaşadığı ve etkileşime geçtiği bir ülke düşünün. Yabancı olmasa gerek. Türkiye topraklarında pek çok inanç, bayram ve özel gün biraradayaşanabiliyor. Hem de birbiriyle etkileşim halinde. Ancak öyle ki kimisi bilinmediği gibi kimisi de yok olmaya başlıyor gün geçtikçe. Zaman içinde yitirdiklerimizin ne olduğunu anlayabilmek için onları da biliyor olmamız gerekiyor. Nasıl ki uzmanlar dünya üzerinde konuşulan 6 bin dilin bir iki asır içinde 100200 civarında bir rakama ineceğini öngörüyorsa, kültürlerdeki değişimlerde gözle görülebilir boyuta gelecek. Dini inançlar ve bayramlar da aynı şekilde silikleşmeye başlıyor günümüzde. Oysa aynı zamanda kültürel paylaşımlara işaret ediyor bu günler. inkılâp Kitabevi'nden çıkan Akdoğan Özkan'ın kaleme aldığı "Kardeş Bayramlar ve özel günler" kitabı tam da bu yokoluşun önüne geçebilmek ve geleceğe bir iz bırakabilmek üzere hazırlanmış. Hem bilip koruyabilmek hem de beraberyaşadığımız coğrafyadaki kültürel değişimleri gözlemleyebilmek adına. Birbirlerine yüzlerce, binlerce km uzak olan inanç topluluklarında bile bu şekilde çarpıcı benzerliklere ve ortaklıklara rastlanıyor. istanbul'un mazide kalan eğlence karnavalı Apokria ise Paskalya öncesi Hristiyanların eğlenceli parti ve yemek davetleriyle kutlanan bir karnaval. Türklerin "Apukurya" olarak telaffuz ettiği Apokria'nın geçmişi Helenistik çağda ve Roma döneminde yapılan Dionyssos şölenlerine dahi gidiyor. Osmanlı döneminde ise bu karnaval istanbul Pera'da kutlanırmış. Rumlar bu dönemde yıllık balolarını düzenlermiş. Günümüzde ise bu eğlence aynı amaçla Yunanistan'ın Patras, Pire ve iskece şehirlerinde yapılan karnavallarda yaşatılıyor. Hızır orucu ise lokmasıyla kurbanıyla gelen üç günlük bir perhiz. Alevilerce tutuluyor. Aslında Anadolu'da bir çok yerde farklı günlerde tutulsa da 1315 şubat arasında tutulması ve lokma dağıtılması yaygın. Nusayriler için de önemli. iç Anadolu'da ve Antakya'da da lokma pişirme dağıtma geleneği görülüyor. Bayram ve düğünlerin Anadolu'daki baş yemeği olan Keşkekde Rumlar tarafından eskiden izmirve civarında Paskalya zamanı pişirilirmiş. izmir'de Paskalya'dan hemen önce kurban bayramı arefesinde olduğu gibi koyun pazarı kurulurmuş. "Yeni gün" anlamına gelen Nevruz da İranlılar, Türkler, Kürtler, Zazalar ve Azeriler ile birlikte Kuzey yarımküredeki pek çok halkın bahar başlangıcı ya da yeni yıl gibi kısmen değişik anlamlar yükleyerek kutlandığı bir gün. Kardeş Bayramlar kitabı bu ortaklıklarla dolu. Özkan, "Geriye kalanlar olarak yitirdiklerimizle neyi kaybettiğimizi de tam olarak idrak edebilmiş değiliz. Bütün topluluklar olarak yitirdiklerimizin ardından bir araya gelip beraberce bir irmik helvası dahi kavuramadık" diyor ve soruyor: "Oysa birzamanlar farklı diyarlardan gelerek Anadolu'ya girmiş kimi boylar, izole bir homojenlik içinde yaşamış olsalardı, bugüne gündelik hayatımızı kuşatan nasıl bir zenginlik, nasıl bir sentez aktarabilirlerdi acaba? Dahası o özlenen homojenlikle biz yarına nasıl bir kültürel zenginlik aktaracağız?" • Türkiye'de küçüklü büyüklü farklı toplulukların, farklı inanç gruplarının ilk bakışta birbirinden tamamen farklıymış gibi görünen bayramları var. Yine bu ülkede büyük bir kesim kendisine ait olmadığını düşündüğü bayramlara okyanusun öbür yakasında kutlanıyormuşçasına yabancı. Üstelik bu yabancılık giderek artıyor. Akdoğan Özkan, tam da bu düşünce ve sorularla yola çıktığını dile getiriyor. Kardeş Bayramlar kitabı da bu topraklarda birlikte yaşamış ve yaşayan toplulukları birbirlerinin bayramlarından ve kültürel yansımalarından haberdaretmek üzere hazırlanmış. Özkan, 1914yılı öncesi kaynaklarını da çalışmaya dahil etmiş. Sonuç olarak bugünkü fotoğrafı da 1914 yılı öncesiyle kıyaslamafırsatı da bulmuş. "O zaman görüyorsunuz ki Anadolu'nun kültürel zenginliği ve renkleri fena halde solmuş ve hızla ^L solmayı sürdürüyor. Son olarak ^Bi Güneydoğu'daki çeyrek yüzyıllık savaşın da bu soluklaşma sürecini hızlandırdığı ortada. Çatışmalar, boşaltılan köyler, yoğun göçler Süryaniler ve Yezidiler gibi o savaşın doğrudan tarafı olmayan etnik kimlikleri dahi süpürmüş. Kimi zaman bayram edilecek bir durum, kimi zaman bayram edecek bir halk kalmazken, geçmişin o renkli bayramlarına ait adetlerve görenekler de silinmiş. Bazı durumlarda, belleklerdeki yeri dahi kaybolmuş" diyor Özkan. Kitabın çarpıcı yanı, farklı inanç gruplarının farklı gibi görünen bayramları arasındaki ortaklıklar. Örnekse, istanbullu Rum Ortodoksların Hz. isa'nın sünnetinde hazırladıkları Vassilopita adı verilen çörek ile Dersim Alevilerinin "Asma Gağane" için yakın tarihlerde "Zırefet" adıyla hazırladıkları lokma aynı amaçla pişiriliyor. iki inanç topluluğunda da çöreğin içine bahtı kapalı olanın dilimine denk düşsün diye kısmete işaret eden birşey konuluyor. Heykelden beslenen takılar ida Bergsen, birtasarımcı. Şimdilerde Nişantaşı'ndaki atölyesinde takı tasarlıyor. Onun çalışmalarını farklı kılan ayrıntı, heykelden besleniyor olması. Grenoble Üniversitesi'nde işletme okumuş olsa da 1990 yılında irfan Kormazlar'ın atölyesinde heykelle tanışan Bergsen, bu heyecanın etkisine kapılmış. Önce Central Saint Martins College of Art and Design'ın heykel bölümünde eğitim almış, sonra da elini disipline etmek için başladığı takı tasarımına yönelmiş. Zamanla heykel ve takı tasarımı arasındaki sınırlar da silikleşmeye başlamış. Artık takı tasarlıyor. Ancak teknik olarak heykelden beslenmeye devam ediyor. Bergsen, takılarını vücut heykelleri olarak tanımlıyor. Direk metalle değil, önce mumlatasarımını oluşturuyor. Sonra da tıpkı heykelde kullandığı teknikle çalışmayı takıya dönüştürüyor. Çok çeşitli teknikler denemek Bergsen'in malzemeyle kurduğu diyaloğun göstergesi. Tasarladığı takıları hem takılabilir hem de sergilenebilirformda A hazırlıyor. Yani üstünüzde taşıdığınız gibi bir kaide üzerinde evinizde ya da ofisinizde teşhire de açabiliyorsunuz. Genellikle bronzserisinde bu yöntemi tercih ettiğini söyleyen Bergsen, bu tasarımlan kendi başına ayakta durabilen küçük heykelcikler olarak tanımlıyor. Bu süreç onun için içsel olanı dışa vurma çabası. Yaşadıklarını, hissettiklerini, gördüklerini ve biriktirdiklerini tasarımlarına aktarıyor. Bu kimi zaman birşehir, kimi zaman da seyahatte okuduğu bir kitap olabiliyor. En çok beslendiği kaynak ise mitoloji. Türkiye'nin, zengin Anadolu kaynaklarından beslenmediğini belirtiyor Bergsen. "Kendimize bakmadan, dışarıya bakmaya çalışıyoruz. Bizde herşey var. Anadolu medeniyetleri ve dünyanın hayran olduğu topraklarımızla aslında tanınabiliriz. Ancak bunu başaramıyoruz" diyor. Kendisinin detanınması bu topraklardan değil, yurtdışından. Bergsen, tasarımlarını yurtdışına ihraç ediyor. Orada vvorkshop'lara ve fuarlara katılıyor. Bergsen'in tasarımları, atölyesinin yanı sıra aynı yerdeki galerisinde de sergileniyor. Galerisinde Tuğrul Selçuk, Ümit Öztürk, Uğur Cinel, Nalan Yerlibucak ve Hande Aida Bergsen, Nişantaşı'ndaki galeriatölyesinde hem taşınabilir hem de sergilenebilir takılar tasarlıyor. Bu yüzden tasarladığı takıları "vücut heykelleri" olarak tanımlıyor. Amacı yurtdışında sağladığı tanınırlığa, Türkiye'de ulaşabilmek. Bu yolla sanatçılarla işbirliğine ulaşmak istiyor. Ergur'un çalışmalarına dayervererek ortak bir çalışma alanı yaratıyor Bergsen. Yalnızca ustalar değil, genç ve ilk eserlerini hazırlayan sanatçı adaylarına da kapısı açık. Hem gençlere destek olmak hem de geniş bir yelpaze sunmak adına farklı renkte ve ruhtaki çalışmalara yer veriyor. "Gençler çok üretici ve başarılılar. Onlara sahip çıkmak ve güvenmek gerekiyor. Burası kendi olanaklarımla destek verebildiğim bir fırsat aslında" diyor Bergsen. Ayrıca çocuklar için de proje geliştiriyor. 10 yaşa kadar çocuklara heykel atölye çalışması yapıyor. Amaç serbest bırakarak, kalıplara sokmadan, baskılamadan yaratıcılıklarını sergilemeleri. Ortaya çıkan eserleri de atölyesinde korumaya özen gösteren Bergsen, bu işleri de "bozulmamış" olarak tanımlıyor. Bergsen'in gelecek dönemdeki hedefi iseyurtdışındaki sanatçılarla Türkiye'deki sanatçıları bir araya getirerek ortak bir çalışma yapabilmek. • o C M B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle