22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 EYLÜL 2009 / SAYI 1224 7 DÜNYALI YAZILAR Barış için üç bin gündür çadırda... Brian Haw, parlamento binasının karşısına kurduğu çadırda İngiliz hükümetine “uygarlığınız yıkım uygarlığıdır” diyor tam sekiz yıldır. Günümüzün en uzun süreli protestosunu gerçekleştiren barış eylemcisi Haw, aynı zamanda bir vicdanın sekiz yıl boyunca sızlayabileceğini ve bir eylemin yanıp sönen bir ışık gibi kısa olmayabileceğinin de canlı kanıtı. MUSTAFA K. ERDEMOL kabul edilmeli. 2001 yılından beri, bir çadırda yaşamak, “uygarlığın” göbeğinde kurduğu çadırıyla İngiliz hükümetine “uygarlığınız yıkım uygarlığıdır” demek, bunu üstelik tam sekiz yıl, yani üç bin gün boyunca sürdürmek, Brian Haw’u günümüzün sadece en uzun süreli protesto gerçekleştiren barış eylemcisi yapmıyor, bir vicdanın sekiz yıl boyunca sızlayabileceğini, bir eylemin yanıp sönen bir ışık gibi kısa olmayabileceğini kanıtlayan kişi kılıyor birçok insanın gözünde. O meydanda Irak savaşının hemen arefesinde tam 2 milyona yakın kişi yürümüştü. Müthiş bir kalabalıktı elbette. Ama yüründü, geçti. Haw, tam sekiz yıldır, o büyük yürüyüşteki sloganları tek başına çadırında tekrarlayıp duruyor. Tek bir kişinin, o 2 milyon katılımcının ortak vicdanına dönüşmüş olması ne demektir? Ne demek olduğu çok iyi bilindiğinden, o “çok özgürlükçü” Blair hükümeti, meydandan atılması için Brian Haw hakkında mahkeme kararı çıkarmaya çalıştı bir ara. Ama direnen Haw, davayı şimdilik kazandığı için hâlâ orada yaşamaya devam ediyor. Her gün önünden binlerce turistin geçtiği Parlamento Meydanı’nda eylemine tanık olanların sayısı gittikçe çoğalıyor. “Zor olmuyor mu, artık yorulmadınız mı?” diye sorduğumda yanıtı, “Irak’ta ve Afganistan’da çocukların, masum sivillerin çektiklerinin yanında benimki bir şey sayılmaz” oluyor. Amerika’nın yeni “İç Savaşı” ZÜLAL KALKANDELEN ilmlerinin gösterime giriş tarihini en isabetli belirleyen yönetmen herhalde Michael Moore olmalı. Moore, 2004 ABD başkanlık seçimi sırasında “Fahrenheit 9/11” adlı filmiyle Bush’a karşı çok etkili bir muhalefet yapmıştı. Yeni belgeseli ise, “Capitalism: A Love Story” adını taşıyor. Kapitalizmin yarattığı yıkımı sergileyen bu filmin zamanlaması da mükemmel. Çünkü Amerika’da Obama’nın sağlık ve vergi reformları nedeniyle çılgına dönen aşırı sağ, “town hall meeting” denilen toplantılarla yeniden güç kazanıyor... Michael Moore’un filmini sinemalarda izlemek için bir süre daha beklemek gerekecek, ama fragmanı internette görmek mümkün. Tanıtım filminden de anlaşılıyor ki, Moore yine birilerini çok kızdıracak. Bu defa hedefinde dev holdingler var; şirket yöneticilerini tutuklatmak üzere harekete geçiyor, kurtarma paketleriyle dağıtılan paraların nereye gittiğini sorguluyor. Tanıtım filminde özellikle bir bölüm dikkatimi çekti. Bir sahnede halktan birisi, “Her şeyi olanlarla hiçbir şeyi olmayanlar arasındaki çatışmadan” söz ediyor. Belli ki, kapitalist ekonominin çarpıklığını vurguluyor... F *** “Eh, bilindik mesele,” deyip geçmeyin. Bu çarpıklık, Amerika’da öyle boyutlara vardı ki, geçtiğimiz günlerde açıklanan bir çalışma, insanı hayrete düşürecek bilgilerle doluydu. Kaliforniya Üniversitesi Profesörü Emmanuel Saez’in yaptığı çalışmaya göre, Amerika’da gelir dengesizliği tüm zamanların en yüksek seviyesinde... Büyük Bunalım dönemindeki düzeyi bile aşan eşitsizlik yüzünden, halkın en zengin yüzde 10’luk kesimi, toplam gelirin yüzde 49.7’sini alıyor... Böyle bir ortamda Obama yönetimi, dev holdingleri kurtarmak için Kongre’den milyonlarca dolarlık yardım paketleri geçirdi. Yani kapitalizm çarkını döndürmek için, halkın ödediği vergilerle toplanan paraları şirketlere verdi. Obama şimdi de, verdiği bir diğer sözü yerine getirmek için kolları sıvadı ve sağlık reformunu tartışmaya açtı. Bunun için önerdiği plan, kamu finansmanını devreye sokmak ve yılda 250 bin dolardan fazla kazananların vergilerini yüksetmek... Vay, sen misin bunu öneren? Sistemden en büyük parsayı toplayan zenginler derhal kazan kaldırdı. Bunun anayasadaki bireysel özgürlüklere aykırı olduğunu söyleyerek kükrediler. Angelina Jolie’nin babası ünlü aktör John Voight, daha da ileri giderek ülkenin sosyalistleştiğini söyledi ve şu soruyu sordu: “Obama ülkede iç savaş mı başlatıyor?” Gerçekte Castro’nun dediği gibi, Obama’nın hegemonyacı kapitalist sistemi değiştirmeye ne niyeti ne de gücü var; ama aşırı sağ yine de onu saf dışı etmeye çalışıyor... *** İşte Michael Moore’un filminin tam da bu sırada gösterime girmesi önemli. Çünkü Moore, belgeselin aynı zamanda bir aşk, savaş, polisiye, vampir ve komedi filmi olduğunu söylüyor. Nasıl? Bir tür “aşk” filmi; ama burada söz konusu olan, bir tarafın diğerini sömürdüğü, yıkıcı bir aşk... Sınıf savaşını anlattığı için savaş filmi... Ortada işlenen ciddi bir suç olduğu için polisiye... Küçük bir kesim, halkın kanını emerek beslendiği için vampir filmi... Bunca sömürüden sonra, birileri hâlâ kapitalizmi savunduğu için de komedi... *** Peki, bu trajikomedi neden hâlâ sürüyor? Bunun yanıtı, Amerikalı sosyalist yazar Upton Sinclair’den: “Bir insanın kazandığı ücret, belli bir konuyu anlamamasına dayanıyorsa, o kişinin o konuyu anlamasını sağlayamazsınız.” Kapitalizm vampirleri, dünyanın her yerinde aynı. Onlar, yaptıkları yıkımı görmemek için vicdanlarını kararttıkça azgınlaşıyor... G www.zulalkalkandelen.com / kzulal@yahoo.com A slında o bir denizci. Ömrünün uzun bir dönemini denizlerde geçirmiş biri olduğunu öğrenince, tam sekiz yıl “karada” hem de ısrarla çakılıp kalmış oluşuna şaşırıyor insan. Sekiz yıl, yani üç bin gündür İngiltere parlamentosunun tam karşısına kurduğu çadırıyla Birleşik Krallık’ın “savaşçı” politikasını protesto ediyor Brian Haw. Çadırı barışseverlerin kutsal tapınağına dönüşmüş durumda artık. Onu “karada” bu kadar uzun tutan neden, vatandaşı olduğu Birleşik Krallık’ın başka coğrafyalara, çeşitli bahanelerle savaş açmasına olan kızgınlığı. “Ne yaptıklarını biliyorlar. Her şeyin farkındalar. Çünkü kirli bir oyunun parçası hepsi” dediği eski Başbakan Tony Blair’i de şimdiki Başbakan Gordon Brown’u da protestosunun ilk hedefi yapmış durumda: “Her şeyden onlar sorumlu, Irak’taki çocuk ölümlerden özellikle sorumlular”. Haw’ı, Londra’nın “kalbi” olarak bilinen yerde, parlamento meydanının tam karşısında, tüm yolların kesiştiği parktaki çadırında ziyaret ettim. Yanına sonradan eklenmiş iki çadırda, kendisine eşlik eden, sayıları zaman zaman değişen “yoldaşları” da var. “Burada yıllarca kalmaktan değil, gelene geçene hâlâ anlatıyor olmaktan bıktım” diyor. “Çünkü, o kadar habersizler ki, akıl almıyor”. Haw, İngiltere’nin, başka toplumlara mutsuzluk ve felaket götüren politikalarını, ustaca bir propagandayla Brian Haw Channel 4 televizyonunca “yılın en etkili siyasi figürü” seçildi. “demokrasi” ve “özgürlük” olarak kamuoyuna aktardığını, buna inanan çok sayıda kişinin olduğunu söylüyor. “Tüm bu insanlara, örneğin, tüketilmesinin 45 milyon yıl süreceği belirtilen uranyum yüzünden paylaşım kavgası yapıldığını nasıl anlatmalıyız” diyerek, arkasında duran, iki yüz yıl öncesinin İngiltere Başbakanı David Lloyd George’un heykelini işaret ediyor. Söylediği çok çarpıcı: “George zamanından beri böyle yapıyorlar. O da siyahları yok etmenin İngilizlerin hakkı olduğunu savunurdu”. Churchil’in de 20’li yıllarda Kürtler için aynı şeyi söyleyip, uyguladığını da belirtiyor Haw. IRAK’TAN DEFOLUN... Haw’ın başına taktığı miğferde onlarca rozet var. “Irak’tan defolun” sloganı ile “Müslüman komşuma dokunma” sloganının bulunduğu iki rozet en dikkat çekenleri. Çadıra son haftalarda eklenen pankart ise Sri Lanka hükümetini, Tamil azınlığa karşı “sindirme” politikası nedeniyle eleştiren ifadelerle dolu. Pankartta, “Sri Lanka’ya tatile gitmeyin” sloganı da yer alıyor. Britanya Türk Gazeteciler Birliği adına bir konferansa davet ettiğim Biran Haw, “Buradan uzun süre ayrılamıyordum. Ama şimdi arkadaşlarım var yanımda. Ben yokken onlar burada kalabilirler. Tabii ki gelirim. Ancak beni bir partizan olarak görmeyin. Herhangi bir görüşün adamı değilim. Sadece bir savaş karşıtıyım, barışseverim” diye karşılıyor çağrımı. Türkiye’de de ciddi bir barış hareketinin varlığından haberdar olduğunu belirtiyor Haw. Ayrıntılarını çok bilmese de, 1 Mart 2003’de, Irak’a ABD askerlerinin Türkiye’den geçişini sağlayacak olan tezekerenin reddini “iyi bir tavırdı” diye nitelendiriyor. Türkiyeli savaş karşıtlarına sevgilerini, dayanışmalarını iletmeyi de unutmuyor. Onun kadar kararlı insanlara her zaman rastlanmıyor günümüzde. Vicdanından kaynaklanan direnişini, inatçılık sananlar da yok değil elbette ama, protesto ettiklerinin cinayet işlemedeki “inatları” karşısında, onun, yaşama hakkını savunması, kalbinin zorladığı bir “inat” VİCDANLI İLK “HEYKEL” Yerinden uzaklaştırılması için mahkeme kararı çıkartamayan hükümet, yeniden başvurup bu kez aldığı bir kararla polisi yollayıp çadırına baskın yapmasına, tüm belgelerine el koymasına rağmen Haw’u oradan uzaklaştıramadı. Channel 4 televizyonunca “yılın en etkili siyasi figürü” seçilen bu müthiş direnişçi, savaş karşıtlarının anıt isimlerinden biri oldu böylece. Onlarca belgesele konu olan Haw, dünyanın önde gelen barış eylemcilerince artan bir ilgiyle hâlâ ziyaret ediliyor. Irak’a müdahale kararının verildiği parlamento binasının tam karşısında, o kararları verenlerin her gelip geçtiklerinde Brian Haw’u görmelerinin onlarda nasıl bir duygu yarattığından haberdar değiliz. Ama en azından çok rahat olmadıklarını biliyoruz. Brian Haw, çadırından da görülebilen ünlü İngiliz denizci Amiral Trafalgar heykelinden daha büyük bir anıt haline gelmişse, vicdanının sızısını herkese aktarmak isteyişindendir. Etrafı heykellerle çevrilmiş parkın ortasındaki çadırında, barışseverlerin canlı, elbette vicdanlı ilk “heykeli”dir Brian Haw. Öyle ki, yanındaki devasa Amiral Trafalgar heykeli küçücük kalıyor. G Bireyselliğin karma yansımaları... B ireysellik! Çağımızın değişimi, gelişimi ya da sorunu. Kim ne derse desin kültür, etnik köken ya da ırk ayırmadan hızla bireyselleşen bir dünya bizi bekliyor. Sorumlulukları kendi başımıza üstlenmenin, kendi kararlarımız sonrası oluşan kendimize ait bir hayatı yaşamanın zamanı. Bu karmaşanın sanata yansımayacağını düşünmek naiflik olurdu. Zaten çağdaş sanat biraz da bireysel odaklanmalar üzerinden yükselen bir değer üretmiyor mu? Bireysellik üzerine kafa yoran bir sergi 3 Ekim’e kadar Daire Sanat’ta yer alacak. “Yalnızım Ama” dokuz sanatçının katıldığı bir karma sergi. Ardan Özmenoğlu, Arman Tadevosyan, Burçin Erdi, Carolyn Thompson, Daphna Talmor, Deniz Ünal, Gül Ilgaz, Pavel Kim ve Recep Akar kendi bireyselliklerini artık gerçek hayatta pek de yeri olmayan ortak mekân paylaşımının oluşturduğu doğal bir dille anlatıyorlar. Denizhan Özer küratörlüğünde gerçekleştirilen sergi “İnsan Neyle Yaşar” sorusuna cevap arıyor. G Daire Sanat tel: 0212 244 12 68 C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle