26 Haziran 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 AĞUSTOS 2009 / SAYI 1219 7 Demet Sağıroğlu 90’lı yılların özgün ve güçlü seslerinden. Albümleri arasında uzun aralar olsa da sesi kulaklardan silinmiyor. Yeni single albümü “Silkelen” de dönüşünün ve sessizliğinin bittiğinin bir kanıtı. Sağıroğlu, sektöre kızgın ama küs değil. Artık incinmemek için ördüğü duvarları aralamış. Belki de bu bir olgunluk hali ya da nasırlaşma, o da şağıdaki satırlar, elektronik postayla ulaşan bir okur mektubundan. Yer darlığı nedeniyle, özünü bozmadan bir miktar kısaltarak yayımlıyorum. DÜNYALI YAZILAR Yeni Elif’ler yetiştirmek ZÜLAL KALKANDELEN A *** “Evimin önünde terasta masam, üzerinde zaman öldürmek için bulmacalar... Ama var olanların dışında bir gazete parçası takılıyor gözüme, ne ola ki? Boş veriyorum bir süre, sonra dayanamayıp bakıyorum. Evet, bir gazeteden yırtılarak alınmış bir kupür bu, sizin ‘Kentler ve Kütüphaneler’ başlıklı yazınız. Kim bırakmış olabilir acaba? Tamer Öğretmenimdir mutlaka. O da benim gibi emekli. Bir kitap dostu. Ve benim kitaplığımı da destekleyenlerden. Tüm bunları niye yazdım ki? Kısacık anlatayım Zülal Hanım; dört yıl önce sağlık sorunlarım, güneşe olan gereksinim yüzünden İstanbul’u terk ediyorum ve Antalya’nın şirin bir sahil beldesine yerleşiyorum. Yıllardır dişimden tırnağımdan arttırarak edindiğim kitaplarım da burada tabii. Ne yapsam? Evimin oturma odasını, Halka Açık Ücretsiz Kitaplık olarak açıyorum. 250 kadarı Almanca (197284 arası Almanya’da gurbetçiydim) kalanı Türkçe olmak üzere 1800 kadar kitabım var. Kendim 64 yaşım içinde bir SSK işçi emeklisiyim. İki yıldır açık olan kitaplığıma yüzde 1 başvuru olmadı bugüne dek. Ben, hastane, sağlık ocağı, bakkalkasapmanavpazar yerinde esnaf, belediye dolmuş sürücüleri vs. kiminle kısa sohbetim olsa ‘Kitap okur musunuz, eğer okursanız ben getireyim, bitince gelir alır yenisini getiririm’ diyorum. Ama yok, başaramadım. Evet, severek okurum diyene henüz rastlamadım...(!) Okumuyoruz, okumayı merak bile etmiyoruz. Sadece minik bir meleğim var, yazın gelen Sevgili Küçük Elif, 12 mi 13 yaşında mı bilmiyorum. Ama her geldiğinde kucak dolusu kitap alıyor. O kadar mutlu oluyorum ki anlatamam. Ne yapmalı ki insanlarımız kitap okusunlar? Celil Yamak ” *** Mektupta sözü edilen yazım, iki yıl önce Cumhuriyet Hafta Sonu’nda yayımlanmıştı. New York’ta 42. Cadde’deki halk kütüphanesinde geçirdiğim huzur dolu günlerin etkisiyle yazmıştım o yazıyı... Celil Yamak’ın mektubu, beni derinden üzen bir konuyu yeniden gündeme getirdi. Ama iyi de etti... Bunca itiş kakışın yaşandığı bir ülkede, birilerinin de kütüphane sorununu konuşması gerek. Bugün Türkiye’de bırakın kasaba ve köyleri, büyük kentler bile ihtiyaca yanıt verecek kütüphanelerden yoksun. 2010’da Avrupa’nın kültür başkenti olmaya hazırlanan İstanbul’da da, kentin büyüklüğüne yakışır modern bir kütüphane yok... Ama Celil Bey’in yazdıkları, sorunun başka bir yönüne işaret ediyor: Kütüphane olsa bile okuyucu var mı? Çok satan ender kitapların önemli bir bölümünün de, bu başarıyı büyük reklam ve cemaat desteği ile yakaladığını biliyoruz. Kendimizi kandırmayalım; okuma oranının çok düşük olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Düşünsenize, bir işçi emeklisi yıllarca emek ve para harcayarak oluşturduğu kütüphanesini topluma ücretsiz olarak açıyor ama ilgilenen yok! Kimse gelir düzeyinin düşüklüğüne sığınmasın; biraz sokaklarda gezince gerçeği görüyorsunuz. Fakirinden zenginine gençler Amerikan sigarası içiyor; çoğunun elinde son model cep telefonu var. Çünkü öncelikleri farklı; toplumda saygınlığın ölçüsü, insanların üzerinde taşıdığı markalar olmuş... Türkiye’de yeni Elif’ler nasıl yetiştirilir? Bu ancak devlet, aile ve okul işbirliğiyle yapılacak büyük kampanyalarla sağlanabilir. Batı ülkelerinde olduğu gibi, çocuklara kütüphaneye gitme alışkanlığını erken yaşlarda kazandırmak gerekir. Aksi halde, okumayan cahil bir toplum, ülke sivil faşizme doğru ilerlerken, şimdi olduğu gibi her zaman tepkisiz kalır... G www.zulalkalkandelen.com / [email protected] Demet Sağıroğlu kış sonuna kadar akustik bir albüm çıkaracak... Fotoğraf: Uğur Demir bilmiyor. Şimdi tek derdi, şarkılarını daha uzun soluklu bir şekilde dinleyicileriyle paylaşabilmek... Üstüne biçileni oynamak sanat değil ALİ DENİZ USLU D emet Sağıroğlu’nun hafızalardan silinmeyen, unutulmayan klasikleri var. “Kınalı Bebek”, “Şikâyetim Var”, “Arnavut Kaldırımı”, “Hazan Mevsimi”, “Yadigâr” bunlardan ilk akla gelenler. 90’ların pop furyasının en güçlü seslerinden Sağıroğlu 2000’li yıllarda epey hız kesti. Onu en son dört yıl önce “Korkum Yok” albümüyle dinledik. Şimdi, uzun bir aradan sonra “Silkelen” isimli single çalışmasıyla döndü. Albümün ismi bir gönderme. Çünkü Sağıroğlu üstündeki ölü toprağını atıp, kendine gelmenin ve harekete geçmenin peşinden gidiyor. Peki, neden bu kadar uzun aralar verdi? Sağıroğlu bu soruyu, “Besteler olsa da albüm ekip işi. Her zaman aynı ruhu yakalamadığınız için de hızınız düşüyor, hatta duruyorsunuz. Yani bu uzun aralıklar benim tembelliğimden değil. Yapımcılar korkuyor, tedirginler. Kimse taşın altına elini sokmuyor. Ben de evimde kendi kendime beste yapıyorum. Öyle ki bu besteler yeni gün yüzü gördü ama hepsi yıllar öncesinden. Ben de ince eleyip sık dokuyunca işler daha da zor oluyor” diye yanıtlıyor. Elbette Türkiye’deki müzik piyasası “gelişmiyor”, “değişiyor”. O da bundan payına düşeni aldığının farkında. “İstediğim olmayacaksa olmasın diyorum. Ne olursa olsun albüm yapmak büyük hata” dese de bir dönemin en çok dinlenilen ismi olduğuna sığınmıyor. Müzik dünyasının cadı kazanında sert inişler ve çıkışlar yaşadığı için kırgınlıkları var. Yine de üzüntüleriyle başa çıkmayı biliyor. En önemlisi ne kadar kırılsa da küskünlüğünün olmaması. 90’lı yılların büyüsünün farklı olduğunu düşünüyor. Sağıroğlu, “90’lı yıllar bizim için şanstı, ‘Kınalı Bebek’ bir müzik kanalında bir keresinde gün içinde 72 kez dönmüştü. Bu inanılmaz bir rakam. Hem eskiden kliplere de iyi yatırım vardı çünkü satışlar bunu kurtarıyordu. 90’lar her anlamda daha samimiydi. Profesyonellik ve teknoloji yatırımı da samimiyeti de yerlere serdi” diyor, “Şimdi ‘Silkelen’ diye internete yazdığınızda yüz bin sonuç çıkıyor karşınıza. Evet, bu güzel. Demek ki takip ediliyorsunuz. Ama bu sanatçıyı tatmin etmiyor çünkü yapımcı memnun değil. Bu ciddi bir çıkmaz”. Derdi, şarkılarını daha uzun soluklu bir şekilde dinleyicileriyle paylaşabilmek. Aslında onu akustik dinlemek çok ayrı. Mesela bir piyano ve akustik gitarla başka oluyor. O da öyle düşünüyor hatta kış bitmeden akustik bir albümü tamamlayacağının müjdesini veriyor. Hareketli, hızlı şarkılarla öne çıkmasının kendi “suçu” olmadığını, sistemin böyle döndüğünü ve yapımcıların buna yatırım yaptığını üzülerek söylüyor. O yüzden “Gerçek” şarkılarını dinlememiz için kışı beklememiz gerekiyor. OYUNCULUKTA İDDİAM YOK Demet Sağıroğlu hayattan çabuk etkilendiğini anlatıyor. Böyle olunca da çabucak içine kapanıyor. Çıkışı yalnızlıkta aramak da bir çözüm onun için. Şarkı sözlerini de yaşanmışlıklarıyla yazıyor, kurguyla çalışmıyor. “Ben çok iyi konuşamam ama iyi yazarım. Söz ile müzik yoldaş. Biri gelmezse diğeri onu bekler” diyor “Bazı müziklere ise söz yazılmasa çok daha iyi olur. Onun matematiği de samimiyetinizle orantılı”. Sağıroğlu bir müzikalde Belgin Doruk’u canladırmıştı. Bir dönem de bir televizyon dizisinde başrol oynadı. Neden devamı gelmedi ya da niye böyle bir deneme yaptı? Anlatıyor; “Oyunculukta iddiam olmadı. Ben zaten şancıyım. O dönem çok ısrar edilmişti. Sinema yüzüm olduğu söylenmişti ve denemek istedim. Belgin Doruk’u oynamak ise farklıydı ve özeldi”. Sinema yüzü var mı bilemem ama sahnede bir mesafesi ve ağırlığı olduğu kesin. Ona göre bunun nedeni Kayahan ekolünden gelmesi. Hani Türk Sanat Müziği, koro sanatçıları gibi... Gerçi eski heyecanı artık yok, şimdi daha bir kendi. İncinmemek için ördüğü duvarları, zırhları aralamış. Hayır demekten çekinmiyor. Belki de bu bir olgunluk hali ya da nasırlaşma, o da bilmiyor. Sağıroğlu, “Ekranda rol yapmak ya da üstüme biçileni oynamak değil benim için sanat. Evet, bu sektörün kuralları var. Bildiğinizi okursanız, zorlanırsınız. Pes etmeyip, devam edebilirseniz ‘kendiniz’ olarak varolabilirsiniz” diyor, “‘Silkelen’ 2005 yapımı, 2009 yılında yayımlanabiliyor. Bazı şeyler işte bu kurallar, ilişkiler, çıkarlar yüzünden gecikiyor. Ama akustik albümüm için bir beş yıl daha beklemeyeceğim kesin”. G Flamenko blues... S ony Music, Miles Davis’in en yenilikçi ve dikkat çeken eserlerinden olan Sketches of Spain’in 50. yılını 2 CD’lik çok özel bir albümle kutluyor. Sketches of Spain; trompet ustası Miles Davis ve “O benim zihnimi okuyabiliyor, ben de onunkini” dediği Kanadalı besteci, aranjör Gil Evans eşliğinde 1959 yılında kaydedildi. Davis, “Concierto de Aranjuez”ı dinledikten sonra tüm albümü bu atmosfer üzerine kurmaya karar verdi. Ve sonuç; bir modern sanat şaheseri olarak müzik tarihinde yerini aldı. Miles Davis’e albümün caz olup olmadığı sorulduğunda “Bu müzik ve ben bunu sevdim” diye yanıt verdi. Sonuçta albüm, müzik tarihindeki mihenk taşlarından biri ve hipnotize edici bir albüm olarak kabul edildi ve 1954’te başlayan yaratıcı dönemi zirvesine ulaştırdı. G Yeni dünyaya yolculuk G rammy Ödüllü gitarist Sharon Isbin’in ilk albümü “Journey To The New World” yayımlandı. Sanatçı bu albümünü İngiliz adalarından yeni dünyaya açılan bir yolculuk şeklinde özetliyor. Albümde Sharon Isbin’e yine Grammy ödüllü başka bir sanatçı Joan Baez ve keman virtüözü Mark O’Connor eşlik ediyor. G C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle