Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
6 PAZAR YAZILARI Lara Fabian ve bizimkiler ADNAN BİNYAZAR ğretmenler, müzik derslerinde kulağımın iyi olduğunu söylerdi. Operalardan melodiler mırıldanarak çıkmamı, kulak duyarlığıma bağlıyorum. Klasik müzik dinlerken coşkulara kapıldığım oluyorsa da, bu, müzikten anladığımı göstermez. Lara Fabian adını, bir arkadaşımın iletisinden öğrendiğimi, sanatçının “Je t’aime” (Seni Seviyorum) adlı şarkısını bu vesileyle dinlediğimi söylersem, müziğe ilgimin sınırını da çizmiş olacağım. Bana bu yazıyı, kulağımı müziğin evrensel sesinden hiç ayırmamış olmam yazdırıyor. Lara’nın küçük yaşlarda şarkı söylemeye, dans etmeye, piyano çalmaya başladığını, Brüksel Krallık Konservatuvarına sekiz yaşında girdiğini, öğrenimi sırasında şarkı sözleri yazıp besteler yaptığını anlatacak değilim. Gözünüzün önüne dekorasyonu sanatsal, geniş mi geniş bir sahne getirin. Salon, iğne atsan yere düşmeyecek denli dolu. Lara sahnede beliriyor. Güzelliği doğal, giyimi kuşamı yalın, Lara’nın... Piyanoda, şarkıya giriş melodisi çalınıyor. Lara, “Je t’aime” diye ağzını açtı açacak. Onu sahnede gören yüzlerce izleyici, şarkıyı aynı tonda söylemeye başlıyor. Sesler boşlukta yankılanırken piyanist üç beş saniye duraksıyor, sonra kendini toparlayıp izleyicilere eşlik ediyor. O sırada kamera, Lara’nın duygu ıslağı gözlerine çevriliyor. Sanki sahnedeki Lara değil, onun varlığından yansıyan bir duygu akışımı; o, söyleyeceği şarkıyı yüzlerce ağızdan dinleyen bir çift ıslak göz... Öylesine mutlu ki, şarkıyı söylemeye kalksa sesinin boğazında düğümleneceğini biliyor. Sanatçı saygısı; salonun koca sesine hafif tonda eşlik etmekten kendini alamıyor... Çok az sanatçının yaşayacağı bir andır bu, duyguların yürekten yüreğe geçiştiği bir an! Lara’yı dinlerken, “Je t’aime”de geçen “ve öyle çok istedim ki barış yapan vücutların savaşını” dizesiyle, erotizmin, bedensel doyumun, bayatlamış aşk ermişliğinin çooook ötelerindeki duygulara akıyor yaralı yüreğim. Gülüşlerini ya da hüznün mutluluğunu size bağışlayan Lara’yı dinlemek istiyorsanız, “Lara Fabian” adıyla Web sayfasına girin, şu linki tıklayın: http://www.dailymotion.com/swf/xal7z İzleyiciler “Je t’aime”i topluca söylerken, şarkı boyunca, güzelliği aynı duyguyla yaşayamayanlarda dayanışma bilincinin gelişemeyeceğini düşündüm. Ama bir şarkıyı kimsenin komutu olmadan yüzlerce kişi bir arada söyleyebiliyorsa, bu, o toplumda duyarlık beğenisinin de, düşünsel ortaklık duygusunun da geliştiğini gösterir. Lara örneğinden çıkarak bize dönelim... Sunucu, “espriler patlatarak” alkış dilenciliği yapıyor... Şarkıcı ortalarda göbek atıp izleyicilerle sarmaş dolaş oluyor... İzleyici sahneye fırlayıp şarkıcının yanaklarını öpüyor... Onunla da kalmıyor, şarkıcı birden ağlama krizine giriyor... Oysa ağlamak, insanca bir duygudur; yerini bulursa güzellik yayar, kör alışkanlığa dönüşmüşse tiksindirir. Güzellik, insanca coşkuların kaynağıdır; düzeysizlik, insanı özünden koparır. Bu kopuşun, “tükenmez” dediğimiz insanı tükettiğinin kaç kişi ayrımında?.. G binyazar@gmail.com Ö Otuz yaşımdan sonra savaşçı bir kimlik oluştu... ZUHAL AYTOLUN Burcu aptığı iş kadar güzelliğiyle de çokça konuşulan Burcu Esmersoy’un serüveni bahsetmek istemediği bir güzellik yarışmasıyla başlıyor aslında. Orman mühendisi olmak isterken hem de. Dördüncü olduğu yarışma onun yolunu açıyor. Her güzellik yarışması çıkışlı olan gibi ekran önüne geçeceği düşünülse de o tercihini işin mutfağından yana yapıyor. Arka plandaki deneyimi, kamera önünden daha fazla. Belki o yüzden ekran karşısında daha sağlam duruyor. Bir fan kulübü olan, “Güzel kadın kontenjanından orada” eleştirilerine maruz kalan bir isim Esmersoy. Ama o bunlara hiç kulak asmıyor. “Sadece güzel olduğunuz için iş yürümez. Kendinizi gösterebilmeniz için erkek spikerlere göre daha fazla çalışmanız gerekir” diyor. Spor spikerliği yapıyor, dövüş sporlarıyla ilgileniyor, otomobil dergilerine yazıyor. Erkeksi görünen, erkek egemenliğindeki alanların tanınan isimlerinden biri yani. Tıpkı çocukluğunda bebeklerle oynamadığı gibi, şimdi 30’lu yaşlarında da “kadına has” görünen alanların tam zıddında duruyor. Esmersoy’la hem serüvenini konuştuk, hem bir kadın olarak meslekte yaşadıklarını... Spor spikerliği, dövüş sporları ve otomobil dergisinde yazarlık. Erkek egemen alanlar. İlk başladığınızda sıkıntı çektiniz mi ya da ayrımcılığa maruz kaldınız mı? Annemle babam beni erkek çocuk olarak bekliyorlarmış. Zaten başında travmayla doğmuşum ben. Dizlerim yara içindeydi çocukken. Barbie bebeklerle hiç oynamadım mesela. Erkek çocuklarla sokakta oynayarak başladım hayata. O yüzden de böyle kadınsı bir bakış açım yok. Meslek seçimimde de kadın erkek ayrımına girmeden istediğim işi yapma yolunu seçtim. Çalıştığım yerler de ayrımcılık yapan yerler değildi. Ama Y Esmersoy, güzelliğiyle dikkat çekse de yaptıklarıyla kendini kabul ettirmeyi başarmış. İşi yüzünden zamanla yarışıyor, o yüzden bazen hayatı ıskaladığı da oluyor. Tek isteği, iyiyle kötünün ayrımının yapılması... Zamanla derdim var... 30’lu yaşlar size ne getirdi? Ya da götürdükleri oldu mu? Bir şey götürmüyor ama olgunluk getiriyor. Keşke bazı şeylerin farkına daha erken varsaydım. Bu hayattan aldıklarımı aldım, artık vermeliyim mantığı oturuyor. Madem bu kadar yoğunlaşacaktım keşke daha önce olsaydı da şimdi daha rahat olsaydım. Kendime değil, çevreme de daha fazla vakit ayırabilirdim. Zamanla bir derdim elbette var bu meslekte. Ama yaş ilerdikçe insan zamanını boşa harcadığını fark ediyor. Sosyal sorumluluk projeleri mesela. Farkındayım ve elimden geldiğince bu projelerde yer almaya çalışıyorum. Ama benim “yapıyorum” diye ortada gezenler kadar vaktim yok. Zaman kalmayınca da imkânsız hale geliyor. Peki ya oyunculuk? İstediğinizi okudum birkaç yerde. Çok soruyorlardı, bir gün “Evet istiyorum” dedim. Daha iyileri de var, bunu yemeyin demek istiyorum aslında. Herkes oyuncu oluyor. 30 yaşından sonra böyle savaşçı bir kimlik oluştu bende. İyiyi kötüyü görün demek istiyorum. İnsanların uyanmalarını istiyorum açıkçası. Bu, benim yaptığım iş için de geçerli. Bunca yıl bizi bir şekilde alıştırmışlardı. Spiker mimik kullanmaz, vurgu, tonlama yapmaz diye. Aksine alıştırmak zor oluyor. İnsanlar, spikerliğimi eleştiriyor. Ben buyum. İnsanım sonuçta. Hayatın hiçbir yerinde bu kadar keskin kural ve sınır yok. Eskiden alışılan İstiklal Marşı’yla kapanan televizyon dönemi de yok artık, üzgünüm. G bakarsanız kadın da olsanız erkek de mutlaka birisi sizden daha iyi yapar o işi. O yüzden bunlarla yarışmadan bildiğin işi en iyi şekilde yapmak gerekiyor. Çünkü zamanla kabul başlıyor. Şimdi rahat söylüyorsunuz. İlk başladığınız zamanlarda da böyle miydi? Dört yıl boyunca geri planda çalışmanın verdiği bilgi birikimiyle zaten boş çıkmadım ekrana. Diğer kanallar da kadın spor spikeri çıkarmaya çalışıyor ama tutunamıyorlar. Sadece güzel olduğunuz için iş yürümüyor. Önce sizinle uğraşıyorlar, “güzel olduğu için ekranda” diyorlar. Sonra bakıyorlar ki işinizi iyi yapıyorsunuz o zaman kabul ediyorlar. Kadın yöneticinin az olduğu bir sektör medya. Haber dili de erkek egemen mi yürüyor sizce? Çalıştığım yerlerde böyle bir ortam görmedim. Genellerseniz belki haklı olabilirsiniz. Bir gazetede köşeleri kimlerin kaptığını görmek mümkün. Ben umutsuz da değilim bu anlamda. Çünkü dışarıdan görünen kişiler erkek olsa da haberler editörler tarafından hazırlanıyor. Onların Türkiye’de spor futboldan ibaret... Peki sizce sanat ve spor algısı nasıl Türkiye’de? Sanatın altında nelerin sayıldığı önemli. Ben bu konuda seçiciyim. Herkese sanatçı demem. Sanatın altında neyin ifade edilmeye çalışıldığını belirlemek lazım ki bunun da imkânsız olduğunu düşünüyorum. Sanat algısı zayıf elbette ki. Programda bunu vurguluyor ve ön plana çıkarmaya çalışıyor musunuz? Bizimki eğlencelik bir program. Aslında bizim neyin savaşını verdiğimizi, kime nasıl davrandığımızı görebilirsiniz; çok açık. Sporla ilgili sabaha kadar konuşabilirim gerçekten. Türkiye’de spor futboldan ibaret. Ulusal kanallarda spor bülteni denen şey yok. Arkadaşlarımdan biliyorum, bütün gün çalışıyorlar sadece 1 dakika haber giriyor. Bunu birine yaptırmak çok ayıp. Gerçi haber kanallarında da var. Spor bültenlerinin en uzunu 7 dakikadır ve bu süre içinde 3 büyükleri vermek zorundasınızdır. Onları istiyor insanlar. Bizim problemimiz bu. Ama 30 küsur sayfalık spor gazetelerinde sadece futbol var. Onlar hata yapıyor. Arz talep dengesi deniliyor. Bunun savaşını veriyor musunuz? NTVSpor’da veriyoruz. Ama süre sınırı yok; 24 saat. İstediğini yapabilirsin. Bizim yapmamızla olmaz. En çok satılan spor gazetesi ya da en çok izlenilen kanal olarak buna özen göstermek gerekiyor. Muhabir ya da editörle olmaz, yöneticin yapabilir. Bu kısır algılar ancak böyle aşılabilir. G çoğu da kadın. Belki sırça sarayda yaşayıp öyle konuşuyorum ama zaman değişiyor. 5 yıl öncekinden farklı bir yerdeyiz. Bir 5 yıl sonra da her şey çok daha farklı olacak. Şu anda tam da istediğiniz yerde misiniz? Geçen yıl tam istediğim noktaya ulaştım. Hem spor spikerliği hem de spor programı sunuculuğu. Kanal, benim için yeni planları olduğunu söyledi ve ardından Yaz Gecesi Şovu başladı. İlk başlarda yapamayacağımı düşündüm. Yavaş yavaş oturdu program. Yekta Kopan bu alanda çok profesyonel bir isim. Onun yanında zayıf kaldığınızı düşünüyor musunuz? Bazı konularda evet. Ama genel anlamda birbirimizi tamamladığımızı düşünüyorum. Onun şansı konuklarımızın hepsiyle daha önce program yapmış olması. Zaten hayatı onlarla geçiyor. Benim de sporcularla geçiyor. Yekta’yı benim tarafıma alsak o da aynı duruma düşerdi. Ama profesyonellikte böyle bir şey yoktur. Kendini bir şekilde eğitip, programa hazırlanman gerekiyor. “Güzel kadın kontenjanından orada” eleştirileri var. O zaman gelsinler kendileri yapsınlar. Daha iyisini yapabiliyorlarsa... Keşke bu kadar dikkat çekmeseydim de önce işimle anılsaydım dediğiniz oldu mu? Çok oldu tabii. Ama olumlu etkisi de oluyor bu durumun. Erkek spikerlerinden daha çok çalışmak zorunda kalıyorsunuz ki kendinizi gösterebilesiniz. Daha çok çalıştıkça da daha donanımlı oluyorsunuz. G Fotoğraflar: Vedat Arık C M Y B C MY B