22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

5 NİSAN 2009 / SAYI 1202 7 DÜNYALI YAZILAR Keşke daha genç olsaydım... Şerif Sezer, beyazperdede 29 yılı doldurdu. Onlarca filmde oynadı. Şimdi, 28 yıl aradan sonra Tarık Akan’la tekrar bir arada, “Deli Deli Olma”da, yaşanmamış bir aşk hikâyesinin kahramanı olarak çıkıyor karşımıza. Yaşına uygun iyi proje bulmakta zorlanıyor Sezer. Keşkeleri de bu yüzden... Kaçırılan anlar... ZÜLAL KALKANDELEN ew York metrosunda bir trende oturuyorum. Etrafa göz gezdiriyorum; herkesin elinde ya Blackberry var ya da iPhone... Sanki bir reklam filmi için özel olarak tasarlanmış bir sahneyi yaşıyoruz... Yönetmen komut veriyor: “Herkes tüm dikkatini elindeki alete versin! Kimse başka bir şeyle ilgilenmesin!” Dakikalar geçiyor ama sahne değişmiyor. Trenden iniyorum, bir kafeye giriyorum. Bu defa aynı masada birlikte oturan insanlar var, ama ellerinin altında yine aynı aletler duruyor. Konuşur gibi yapıyorlar ama bir yandan da Blackberry’den gelen mesajlarına bakıyorlar... Az sonra buluşacağım kişi giriyor kafeye. Telaş içinde paltosunu çıkarıyor; çantasından bir iPhone çıkarıp masanın üzerine koyuyor. Konuşmaya başlıyoruz, fakat telefon rahat vermiyor... Özür dileyip arayanla konuşuyor. Sonra telefonu kapatıyor ve iki dakika geçmeden yine mesajlarını kontrol etmek istiyor. Mesajlardan bazılarına yanıt vermesi gerektiği için başlıyor ufacık tuşlara basmaya... Öyle alışmış ki hızlı hızlı yazmaya, parmakları uçuşuyor küçücük aletin üzerinde... Sonunda yazmayı bitiriyor ve telefonu yine masanın üzerine bırakıyor. Fakat bakışlarından belli ki, aklı, yazdığı yanıtlara gelecek yeni yanıtlarda... Bu defa hem konuşuyor, hem de gelen mesajları kontrol ediyor. O, ben ve telefon arasındaki yarım saatlik buluşmanın sonuna geldiğimizde dönüp şöyle diyor: “Bir dahaki sefere daha uzun görüşelim, yemek yiyelim. Ben bir şey anlamadım bu defa...” Telefonun da aramıza katıldığı böyle bir üçlü buluşmanın ne kadar çekilmez olacağının farkında değil mi, yoksa şaka mı yapıyor? New York’ta bir süre kalınca benim yaşadığım bu olayın aslında çok sıradan olduğunu görüyorsunuz. Üstelik bu teknolojik bağımlılık, sadece bu kentle sınırlı da değil... Bir süre önce Conan O’Brien’ın New York’ta yaptığı son şovlardan birine ünlü komedyen Jerry Seinfeld katılmıştı. O’Brien, Jay Leno’nun yerine “Tonight” şovu sunmak üzere Los Angeles’a taşındığı için, Seinfeld’e bu kent hakkındaki önerilerini sormuştu. Los Angeles’taki insanların karşısındakiyle konuşur gibi yapıp, bir yandan da Blackberry’deki mesajları okuduğunu anlattı Seinfeld: “Bu aletin üzerinde bir sürü düğme var ve senin suratından daha ilginç der gibi bakarlar insana... Büyük bir kabalık bu! Ben hiç buluştuğum insanın suratına karşı kitap açıp okuyor muyum?” Karşılıklı kahve içmenin keyfine varıp anı yaşamaktansa, silmediğiniz sürece telefonunuzda sonsuza kadar kayıtlı kalabilecek bir mesajı yakalamaya çalışmanın mantığını anlayabilmiş değilim... Mobil internet erişimi sağlayan bu telefonlar, burada adeta insanların yeni bir organı gibi olmuş. Kazara onlar olmadan sokağa adım atarlarsa, düşünme yeteneklerini kaybedecek gibi duruyorlar... Jose Saramago, müthiş romanı “Blindness”ı (Körlük) yeniden yazsa, teknolojik bağımlılığın vardığı bu son noktayı da dikkate alırdı belki... Bulaşıcı bir virüs nedeniyle görme yeteneğini kaybeden insanlar, mobil internet olmadan hayatlarını nasıl sürdürecek? Her şeyin sesli iletişime dönüşmesi sorunu çözer mi? Bu yazdıklarımdan teknolojiye karşı olduğumu düşünmeyin... Bu alandaki gelişmeleri her zaman büyük ilgiyle izliyorum. İnsanoğlunun ihtiyaçları doğrultusunda teknolojiyi geliştirmesi, gerçekten hayranlık verici. Sorun, insanın kendi geliştirdiği teknolojiye giderek tutsak olması... Bu tür aletlere bağımlı hale gelip, gereğinden fazla zamanı onlarla geçirirsek, zamandan tasarruf eder miyiz? Kaçırdığımız anlar birikip hayat kalitemizi yükseltir mi? G N “Deli Deli Olma” filminde Tarık Akan’la birlikte... ZUHAL AYTOLUN Kaçıp gitmek istiyorum buralardan... Mükemmeliyetçi misinizdir? Evet. Kendimi çok acımasızca eleştiriyorum. Bir işi beğenmediysem, sokağa bile çıkmak istemiyorum. Zaten sizi yaptığınız iş dışında bir yerlerde görmek mümkün değil. Çünkü çok rahatsız edici bir şey. Setlerden ayrı kalamam, ama sokakta insanların beni tanımasını istemiyorum. Olduğum gibi hareket edemiyorum. Pazara gideceğim, alışveriş yapacağım, herkes tanıyor. Üstüme başıma mı dikkat edeyim, nasıl davranayım bilemiyorum. Ben duvarların arkasında yaşamak istemiyorum. Düşünsene eskiden ne kadar rahattım; Beyoğlu’nda simidimi yer, gezerdim. Şimdi biri bir şey diyor, beni gösterip fısır fısır konuşuyorlar. Mesela, bir mağazaya girip kıyafet deniyorum, illa almak zorundaymışım gibi davranıyorlar. Peki yarın sizi korkutuyor mu? Hem de nasıl. Siyasetçileri izlediğimde o kadar korkuyorum ki... Türkiye, yokuş aşağıya gidiyor, nasıl toparlanır bilmiyorum. Sesini çıkaran o kadar az insan var ki... Herkes gemisini yürüten kaptan. Ne yapacağımı şaşırdım. Hani böyle genç olsam kaçıp gideyim diyorum. O kadar görmek istemiyorum ki o insanları... Boşver... Millet karnını doyurma peşinde, o hale getirdiler insanları. Ben hiç böyle bir dönem yaşamadım. Özal döneminde de çok sıkıntı yaşanıyordu, ancak bugün yaşananlar onu kat kat geçti. Beni en fazla delirten dönem bu. Neden şimdi gitmeye cesaret edemiyorsunuz. Ne bağlıyor sizi? İnsan sıcaklığına alışmışız, yeniden bir hayat kurmak, dışarıda yaşamak çok zor. Zaten gitmem de. Yapamam, çok seviyorum ülkemi. Onlara mı bırakacağım? Onlar gitsin... G H ani bazı insanlar vardır, öyle bir oturur ki karşınızda, onun tevazusu ile ezilir, iki büklüm olursunuz; gözlerinin içine bakarak, pür dikkat dinlersiniz anlattıklarını. Pişmanlıklarını, hatalarını soramazsınız bile, sanki hiç yokmuş gibi gelir. Duruşundan bellidir yaşama dair biriktirdikleri. İşte tam da öyle biri Şerif Sezer. Çok heyecanlı. Tevazu sahibi. Ufak bir övgüde dahi eziliyor, “Lütfen öyle söylemeyin” diyor. Bakışları keskin, düşünceleri net. İstediği sadece işini yapmak, çünkü oyunculuk yapamazsa delirecek. Ah bir de tanınmasa! “Güneşi Gördüm”den sonra “Deli Deli Olma” filminde izleyeceğiz Sezer’i. “Deli Deli Olma”, Karslı bir kadınla bir Malakanlı’nın yaşanmamış aşk hikâyesini taşıyor beyazperdeye. Tarık Akan’la Şerif Sezer, “Yol” filminden yani 28 yıl aradan sonra ilk defa bir araya geliyor. Bu filmin onlar için ayrı bir önemi daha var, iki sanatçının gençliklerini, çocukları Deniz Ama ve Barış Üregül oynuyor. Biz de Şerif Sezer’le Yeşilçam Sineması’nı, Yılmaz Güney’i ve bugünleri konuştuk. Kırgınlıklarını, korkularını ve öfkelerini de sormayı unutmadık. “Deli Deli Olma” filmiyle, Tarık Akan’la 28 yıl aradan Şerif Sezer “Güneşi Gördüm” filminde... sonra bir araya geldiniz. Bunca yıl hiç mi teklif gelmedi beraber oynamanız yönünde? Soğukta, 28 derecede çalıştık. Burun Çok geçmiş, çok yaşlanmışız. Artık deliklerinin içi donuyor. Bağırman bizim yaşımızdaki insanlar için proje gerekiyor, ama donmuşsun, sesin yapılmıyor. Anne, hala, teyze rolleri çıkmıyor... Bazen oyunculuk, geliyor hep. İyiler de var, ama geneli madencilikten sonra dünyanın en zor işi güzel değil. O yüzden kabul etmiyorum. herhalde diye düşünüyorum. Zaten 29 yıllık sinema hayatımda, toplam 20 filmde oynamışımdır. “Yol”da YEŞİLÇAM ETKİSİ... oynarken gençtik. Şimdi ikimizin de 23 yaşında çocuğu var. Onların filmde 29 yılda 20’ye yakın film diyorsunuz. gençliğimizi oynaması da çok enteresan, Proje seçiminde çok mu hassassınız? tuhaf bir duygu. Zaman geçmiş, biz Aslında ben senaryo reddetmiyorum, bakakalmışız, karşımızda kocaman çünkü çok güzel işler geliyor. adamlar... Nasıl 28 yıl olmuş, daha dün Oynamayacağım rol bana gelmez. İşin gibi. O kadar hızlı geçmiş ki; korkutucu... belki de en güzel tarafı bu, şanslıyım. Kızınız Deniz de oyuncu. Birbirinizin Sizce Türk Sineması yıllar içinde nasıl oyunculuğunu etkiliyor musunuz? bir yol aldı ya da alamadı? Beraber sahnelerimiz olmadı. Onun Anlatmaya Yeşilçam Sineması’ndan gençliğimi oynaması hem güzel hem de başlarsak; güzel kızlar, yakışıklı erkekler, ürkütücü; aynı zamanda da gurur verici. salon filmleri görüyoruz. Böyle Gerçi o izlememi çok da istemiyor. söylediğimde çok tepki alıyorum, çünkü Kuzguna yavrusu güzel görünür. Ekrana Yeşilçam Sineması’nı çok yüceltiyorlar. yakışan bir yüzü var. Beğendim. Sanırım Tamam, güzel, ama kimseye bir şey o kendini pek beğenmedi. Çünkü o da benim gibi. Ben de seyrederken kendimi beğenmem. Neden? Fazla eleştirel bakıyorum. Her şeyi inceliyorum. Kimsenin görmediği hataları görüyorum, deli oluyorum. İlk yıllarda daha yoğundu. Şimdi biraz biraz kendimi perdedeki aksime alıştırdım. “Deli Deli Olma”yı izlerken çok sinirlenmedim, nefret etmedim kendimden. Bu iyiye işaret. “Deli Deli Olma”dan bahsedersek... Benim için çok özel film. Yaşıma uygun üretilmiş nadir, iyi bir projelerden biri. Senaryoyu, kendisi de Karslı olan Hazel Sevim Ünsal kaleme almış. Yutar gibi okudum, çarpıcıydı. Bir Malakanlı ve bir Karslının yaşanmamış aşkını anlatıyor. Oynarken zorluklar da yaşadık tabii, terekeme ağzıyla konuşmak gibi. Başka zorluklar da yaşadınız mı? vermiyor. Yılda 300350 tane film yapılmış, ama bir sektör bile olamamış, sadece prodüktörler cebini doldurmuş. Hollywood Sineması’nın iyice kartonu. Bu durumu, sizin de filminde oynadığınız Yılmaz Güney değiştiriyor... Yeşilçam Sineması’na noktayı koyan, Yılmaz Güney sineması yani bir şey anlatan, sosyal içeriği olan filmler. Adam besbelli kendini başka bir sinema serüvenine hazırlıyormuş. Başka ustalar da var tabii, Lütfü Akad, Atıf Yılmaz... Onları silip atmıyorum ama Türk Sineması’nın yüzde 90’ı benim hiç sevmediğim işlerden oluşuyor, ona da sinema demek istemiyorum. Hep aynı oyuncular, aynı oyunları oynamış. Babacan, kötü ya da komik adam... Bunları söylerken üzülüyorum. Deli olacağım ama ne yapayım? Ya bugün? Gerçekten sinema yapmak isteyen, daha sosyal içerikli çalışmalara imza atan, derdi olan yönetmenler var. Bunlar beni çok umutlandırıyor. Daha önce tek tük bireysel başarılar vardı, ama bugün dünyada da kendini kanıtlayacak bir sinemamız olabilecek. Artık bir Türk Sineması’ndan söz etmeye başlayabileceğiz. 29 yılınızı sinemaya verdiniz. Peki kırgınlıklarınız oldu mu? Var tabii, olmaz mı? Ama yapacak bir şey de yok. Yine de keşkelerim var. Mesela? Daha fazla filmde oynamak isterdim. Tiyatrocuyuz diye çok rağbet etmediler; neymiş, tiyatrocu büyük oynarmış... Şimdi eğitimli oyuncular aranıyor. Bakın, tutmuş dizilerin hepsinde eğitimli oyuncular var. Keşke daha genç ya da daha geç doğmuş olsaydım. Çok daha fazla film çekildiği zamanlarda genç olsaydım, daha çok oynasaydım... Bu yaşta çok da rol gelmiyor. Sıkıntım o. Ama olmadıysa olmamıştır. En azından kızım için bu hareketlilikten mutluyum. Hep doğulu kadını oynadınız. Neden hep bu roller size teklif ediliyor? Evet, haklısınız. Herhalde, ilk başta öyle başlayınca, yönetmenler de bunu uygun gördü, bu bir vizyon eksikliği bence. Mesela bana Nebahat Çehre’nin oynadığı roller hiç gelmiyor. Gerçi çok şikâyetçi değilim, ancak farklı roller oyuncu için yararlıdır. Aynı şeyleri oynamak çok çok sıkıcı. “Deli Deli Olma”daki rolüm de daha önce oynadıklarımın hiçbirine benzemiyor. G www.zulalkalkandelen.com kzulal@yahoo.com C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle