Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
2 PAZAR YAZILARI 5 NİSAN 2009 / SAYI 1202 BOSTON PHILADELPHIA tarihin merkezinde olmak. Dediklerine hak verdim, havadan mıydı biraz da bilmem, normalde herkesi darmadağın eden havası biz ordayken pek bir ılıman ve güneşliydi, yarın dünyayı yönetecek olan Harvard’lı ve MIT’li öğrenciler tıklım tıklım doldurmuşlardı tüm kafeleri, çimenleri, bankları. Edgar Allen Poe, nasıl bir Boston’da yaşayıp da karanlığı gördü ve korkuyu yazdı bilmem, ben hiçbir yerde korku görmedim... Bırakın korkuyu, romantik bir filmin içine girdim de Meg Ryan olup çıktım sanki. Kulağımı tırmalamadı kornalar, evsizlerle burun buruna gelmedim her metroya binişimde. Evet, olağanüstü güzel bir şehir de diyemem Boston için, ama hiç değilse umutlu diyebilirim, eh tabii bir de haliyle gururlu. G “Krizin faturasını halka ödetemezsiniz”, “Sorumlular Cezalandırılsın”... Avrupa’nın birçok şehri G20 Zirvesi’ni protesto eden yürüyüşlere ev sahipliği yaptı. Bunlardan en büyüğü zirvenin yapıldığı şehirde yani Londra’daydı. İngiliz Sendikalar Birliği’nin desteklediği Greenpeace, Friends of Earth, gibi 150’ye yakın sivil toplum örgütünü bir çatı altında toplayan “Put People First”ün organize etiği yürüyüşe binlerce kişi katıldı. Ellerinde bayrak ve pankartlarla yürüyen göstericiler, G20 ülkelerinin liderlerine yoksulluk, eşitsizlik ve yeşil ekonomilere yönelme çağrısında bulundu. Amerika’nın Avrupası IŞIK CANSU CANAYAK Londra’da G20 liderlerine protesto N ew York’un keşmekeşi insanın üstüne üstüne gelince gidilecek en güzel yer Boston’muş meğer. “Amerika’nın İsviçresi” diye öve öve bitiremiyordu bilenler, bu ülkede eksik olan entelektüel birikimin ve Avrupai havanın Boston’da gani gani olduğunu anlatıyorlardı. Her beş kişiden birinin öğrenci olmasından mı (çünkü elliden fazla üniversite var bu küçücük şehirde), Amerikan bağımsızlık hareketinin 1750’lerde burada başlamasından mı, ekol olmuş okullardan Harvard ve MIT’nin bu şehirde bulunmasından mı, yoksa bunların hepsi mi bilinmez ama Boston’un Amerika’nın Avrupa’ya en çok benzeyen kenti olduğu kesin. Amerika’nın ilk Halk Kütüphanesi’nin, ilk parasız devlet okulunun, ilk halka açık parkının burada inşa edildiğini anlatıyor buranın yerlisi bir arkadaşım. Gezilecek yerleri birbirine çok yakın, üstelik kolaylaştırılmış da: Sokaklardaki “Özgürlük Yolu” oklarını takip ederek, Amerikan Devrimi’ni başlatıp yaşatan bütün binaları, o zamanın önemli figürlerinin mezarlıklarını, toplantıların yapıldığı noktaları teker teker görebiliyor, Amerika’nın kurucu babalarından Benjamin Franklin’in mezarının önünden geçip kendisine selam verebiliyorsunuz... 1700’lerde üzerlerindeki baskısı gitgide artan İngiliz sömürgeciliğine karşı isyan eden Bostonlu vatanseverlerin, bir de ünlü bir “çay partisi” hadisesi var. Şöyle ki, Britanya Amerikası’ndaki onlarca bölgeden biri olan New England’ın Massachusetts devletinin en önemli şehirlerinden Boston halkı, çay fiyatlarındaki yüksek vergiye karşı çıkmakta, bu konudaki İngiliz ve Hint monopolisinin bitmesini istemektedirler. Ama elbette talepleri geri çevrilir, bunun üzerine zaten uzun zamandır alttan alta kaynayan halkın öfkesi yüzeye çıkar, üç dev gemi dolusu tonlarca çay, halk tarafından bir güzel denize dökülür. Bu olay da kıvılcımı olur yaşanacakların, çünkü 13 koloni devlet bunun ardından bir bir ayaklanacaktır... New Yorklular, şehirlerinden garip bir haz alır, anlaşılmaz bir gurur duyarlar burada yaşamaktan. Çünkü New York kötü çocuktur, pistir, zordur, zalimdir. Fakat zaten bütün mevzu da budur, Frank Sinatra’nın yıllar önce dediği gibi, New York’ta yapabilen kişi artık her yerde yapabilir. Boston’da da kendi tarzında böyle bir hava sezdim, gerçek Bostonlular dünyalara değişmiyorlardı burada olan bitenleri, bir ayrıcalıktı onlar için kuruluşun, eğitimin ve Cézanne ile randevu ELÇİN POYRAZLAR BD’nin en büyük sanat müzelerinden biri olan Philadelphia Sanat Müzesi’nin önündeyim. Karşımda 130 yıllık bir tarih duruyor. Philadelphia’da Fairmont parkındaki Yunan mimarisinin izlerini taşıyan binanın kolonları arasında gezen insanlar küçücük görünüyor. Müze devlet binalarını andıran bir haşmete sahip. Bunda Philadelphia’nın ABD’nin 17901800 yılları arasındaki ilk başkenti olmasının etkisi var belli ki. Müzenin mimarisi son derece çarpıcı. 200 galerisi, 2000 yıllık zaman dilimini kapsayan sanat eserleri, 225 bin objeyi geçen koleksiyonuyla sanatseverler için tam bir ziyafet. Üstelik aynı parkın içinde Rodin Müzesi de bulunuyor. Müzeye ilişkin yazılacak çok şey var, ama benim acele etmem lazım. Bu enfes binanın bir kanadında beni bekleyen biri var. Randevum Fransız ressam Paul Cézanne ile. Ana binanın gürültünün bir duman gibi dağıldığı yüksek tavanlı salonlarından koşar adım geçerek yukarı çıkıyorum. Kapıda elime bir kulaklık ve birkaç broşür tutuşturuluyor. Benim gözüm ilk defa aslını göreceğim Cézanne’da. Ressamın defalarca bıkmadan usanmadan farklı açılardan resmettiği SaintVictoire Dağı gözüme çarpıyor. Bir sıra, düzen izlemeksizin resme yöneliyorum. Sonra aynı dağın başka bir tablosu, bir tane daha, başka bir tane daha. Hepsi aynı ama her biri birbirinden farklı. Diğer tablolarında gözlerim bu dağı arar hale geliyor. Cézanne’nın bir tablosunun bir yanına Picasso, diğer yanına Matisse konmuş. Fransız ressam Henri Matisse, Cézanne’ı “resim sanatının müşfik tanrısı” şeklinde tanımlamış. İspanyol ressam Pablo Picasso ise Cézanne için “Benim tek ve biricik ustam” demiş. 19. yüzyıldan 20. yüzyıla geçiş döneminin temellerini atan Cézanne’nın izlenimci resim ve kübizm arasında köprü olduğu anlatılıyor. Cézanne resimde yeni bir dönemin “babası” olarak kendinden sonraki pek çok genç sanatçıyı etkilemiş. Müzedeki “Cézanne ve Sonrası” isimli sergide ünlü Fransız ressamın eserleri onu taklit eden, takip eden, etkisini taşıyan sanatçıların eserleriyle çevrelenmiş. Bir manzara resmine bakarken hemen yanında başka bir ressamın benzerlik taşıyan tablosu göze çarpıyor. Cézanne’nın sergide her tablosuyla inceden inceye tanıştıktan sonra çıkışa doğru yöneliyorum. Kapının yanında pek de kimsenin bakmadığı bir tablo beni yakalıyor. “Jas de Bouffan’da Kestane Ağaçları” isimli resim bana, daha önce orada olduğum duygusu yaşatıyor. “Arkadaki şu dağı nereden tanıyorum? Bu yolda daha önce yürüyen ben miydim? Bu kestane ağaçları neden bu kadar tanıdık” gibi sorular üşüşüyor aklıma. Cézanne ile buluşmanın büyüsü tüm gün peşimi bırakmıyor. G A BRÜKSEL Deney yapmanın eğlenceye dönüştüğü yer... ERDİNÇ UTKU T ürkiye’de ezberci eğitim sisteminin düşünmeyen, sorgulamayan ve çözüm üretemeyen bireyler yetiştirdiğini hep tekrarlar dururuz. Gündelik yaşamımızın tam ortasında yer alan, hayatımızı kolaylaştıran bilim ve teknoloji konusunda bildiklerimiz çoğumuz için sınav kâğıtlarında kaldı. Belçika’da sık sık açılan bilim fuarları ve çocuk üniversitesi gibi ilginç etkinliklerle bilim ve teknoloji eğlendirici bir şekilde çocuklara ve gençlere yaklaştırılır. Ayrıca Brüksel ile Anvers arasındaki Mechelen kentinde bulunan Flaman Bilim ve Teknoloji Deney MerkeziTechnopolis her gün dört yaşından 94 yaşına kadar binlerce ziyaretçiyi konuk ediyor. Daha Technopolis’e girmeden kapıda bir otomobili ne kadar kolay kaldırabileceğinizi deniyorsunuz. Yıllar önce okuduğunuz makara konusunu öğrenmek için, makaraya alıp ezberlediğiniz formüllerin yerine yaşamdan örneklerin daha etkili olduğunu bir kez daha fark ediyorsunuz. Görmek, duymak, dokunmak ve en önemlisi de denemek; işte Technopolis bu! Beş metre yükseklikte bisiklet sürmek, çivilerin üzerine yatmak, uçağı gerçek bir pilot gibi indirmek, saçlarını elektrikle diken diken yapmak, sabun köpüğünden oluşan kocaman balonun tam ortasında durmak... 280’den fazla interaktif serginin yer aldığı Technopolis’te her yaştan insanın bilimsel deney yaparken eğlendiğini görmek mümkün. Gündelik materyallerin arkasında ne kadar bilim ve teknoloji saklı olduğunu keşfetmek gerçekten eğlenceli. Pisagor teoremini geometrik şekillerdeki tahta bloklarla oyun oynayarak daha iyi anlayabildiğiniz merkezde, birbirinden ilginç zekâ ve el becerisi oyunu da var. Sesin yankılanmasını, bulutun nasıl oluştuğunu, gözümüzün bizi nasıl aldattığını, suyun kaldırma kuvveti ve taşımada kullanılması, televizyon ve radyoda zaman yolculuğu, kanatların uçağı nasıl uçurduğu, ayda, güneşte ve diğer gezegenlerde kaç kilo olduğunuz, çeşitli besin maddelerinin içinde bulunan su miktarını... daha saymakla bitmeyecek birçok şeyi deneyerek öğrenmeniz ya da keşfetmeniz mümkün. 48 yaş grubu çocuklar için özel olarak hazırlanan bölümde ise çocuklar çevrelerindeki dünyayı interaktif sergiler aracılığıyla yeni bir yöntemle “eğlenerekoynayarak” öğreniyor. Üzerinde kendi fotoğrafları olan paralar basıyor, pizza yapıp, süpermarkette alışveriş yapıyorlar örneğin. Özel ses efektlerinin, video ve tiyatronun kullanıldığı 30 dakikalık eğitici gösteride Lucy Bones adlı iskelet ile 16 yaşındaki Katia Morgana arasındaki diyalog vücudu ve işleyişini anlatıyor. “İnsan vücudunun (kaba) bilimi” adlı sergide “sümükten osurmaya” ayıpçı salgılar ve sesler hakkında bilgi veriliyor, nedenleri açıklanıyor. Yaşlıların yaşlılara teknoloji öğrettiği aktivite, özel okul gruplarına yönelik etkinlikler, Belçika çapında gezen sergiler... her kesime hitap ediyor Technopolis. Yedi yaşındaki kızımla en fazla 23 saat ayırmak üzere sabah erkenden gittiğimiz Technopolis’ten gün boyunca çıkamadık. Ancak yine de tüm seçenekleri deneyemedi kızım. Öğle vakti Gigabyte adlı restoranda karnımızı doyurduk. Bir dahaki sefere ailece gidip Megabyte’ta piknik yapacağız! G erdincutku@binfikir.be HEIDELBERG Islık çalan orangutan ve Japonlar AHMET ARPAD jian’e her sabah sebze getiren adam yolda karşılaştığı bir tanışı ile çeneye daldığı için geç kalmıştı. Ujian, yüzünü kafesinin parmaklıklarına dayamış onlara bakıyordu. Adamın elindeki, içi sebze ve meyve dolu sepet ağzını sulandırıyordu. Az ötede duran adamların koyu sohbeti bitecek gibi değildi. Birden arkalarından gelen ıslık sesiyle irkildiler, başlarını çevirip, ıslığın kimden geldiğine baktılar. Görünürde kimseler yoktu. Çeneye devam ettiler. Fakat yine bir ıslık! Onlara ıslık çalan, U sabırsızlanmaya başlamış olan Ujian’dı. Heidelberg hayvanat bahçesindeki bu sansasyon olay geçen yılın ağustosunda gerçekleşmişti. O günden bu yana on dört yaşındaki dev orangutan Ujian keyfi yerinde oldu mu kendi kendine ıslık çalıyor. Bakıcılarının söylediğine göre bu arada tekniğini de düzeltmiş. İnsan elinde büyütülmüş olduğu için niyeti onların dikkatini çekmekmiş. Bakıcıları denemiş, içi ceviz, fındık ve kuru üzüm dolu kapları gördü mü, sevincinden hemen ıslığa başlıyormuş. Çocukluğunu Stuttgart hayvanat bahçesinde geçirmiş olan Ujian, dünyada ıslık çalmasını beceren üç orangutandan biri. Şu sıralar ABD’nin İowa eyaletindeki Great Ape Center’in uzmanları onun ıslığı üzerine kafa yoruyor... Heidelberg’e gelip de Neckar nehri kıyısındaki tarihi kente tepeden bakan sarayı ve mahzenindeki bir zamanlar 220 bin litre şarap alan dünyanın en büyük fıçısını görmemek olmaz. Parkının ağaçları altında Goethe sık sık oturur, aşağılardaki Neckar vadisini seyredermiş. Sarayın önündeki alan her zamanki gibi turist dolu. Japon gruplar çoğunlukta. Asya’nın bu hep gülümseyen insanları cıvıl cıvıl. Upuzun bir limuzin yaklaşıyor, az ötede duruyor. Beyaz tuvaletli bir Japon gelin iniyor. Heidelberg turizm bürosu Japonlara saray kilisesinde düğün düzenliyor. Mendelssohn’un düğün marşı dışarılara taşıyor. Dağ treni ile indiğimiz kentin sokakları da Japon dolu. Rehberlerinin peşinden koşar adım gidiyorlar. O sokaktan bu sokağa, tarihi yapıların önünden hızla geçiyor, kilisenin çabucak fotoğrafını çekiyorlar. Rehberlerin işi kolay, grupları ne kadar büyük olursa olsun tek turist kaybolmuyor. Japonlar neredeyse “bitişik nizam” geziyorlar! İki saatlik Heidelberg turlarının son durağı tarihi taş köprü. Arka planda saraylı bir Heidelberg panorama fotoğrafı. Oradan da dosdoğru hediyelik eşya dükkânı “Unicorn”a. Heidelberg’e gelen Japon turistleri, Alman dükkânlarına yüz vermiyorlar, yüzde 20 pahalı da olsa, sadece kendi dükkânları “Unicorn“dan alışveriş ediyorlar! Onların pek zamanı yok. Bir haftada Avrupa: Londra, Paris, Amsterdam, Roma! Heidelberg ve Münih (Japonlar için Old Germany). Kent yüzyıllar boyu bütün dünyadan akademisyenleri, sanatçıları, edebiyatçıları çekmiş. Şimdi her yıl 800 bin turist otellerinde konaklıyor, üç buçuk milyon insan günübirlik Heidelberg’i ziyaret ediyor. Ilık bir bahar gününde pazar alanındaki çeşmenin önünde oturmuş genç, dalgın dalgın gitarının tellerine vuruyor. Belki güzel havayla keyiflenen Ujian de şu sıra yine ıslık çalmaya başlamıştır. Söylendiğine göre aynı gruptan 20 yaşındaki dişi orangutan Puan da şu sıralar ıslık çalmayı denemekteymiş... G www.ahmetarpad.de C M Y B C MY B