22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

26 NİSAN 2009 / SAYI 1205 7 DÜNYALI YAZILAR Pippa Bacca’ya mektup Pippa Bacca, “Barış Gelini” olarak çıktığı yolculuğun Türkiye ayağında, Gebze’de tecavüze uğramış, öldürülmüştü. Amacı, insanlara güvenilebileceğini göstermekti. Belgeselci Bingöl Elmas, Pippa’nın Türkiye’deki yolculuğunu tamamladı. Çünkü her şeye rağmen güvenebilmek mümkün olmalı! güven olması. Namus cinayetleri, kanıksanan tacizler, her gün onun da tanık ya da mağdur olduğu ippa Bacca olarak tanınan kadınlarla ilgili daha başka bir İtalyan sanatçı Gisepina yığın sorun da tetiklemiş onu. Pasqalino de Morineo, Önce yolculuğu tek başına, bir dünya barışı için ilk adımını 8 filmden ziyade eylem olarak Mart 2008’de Milano’dan atmıştı. yapmayı planlamış, ancak Rotası, Slovenya, Hırvatistan, yaşayacaklarını paylaşma fikri Bosna, Bulgaristan, Türkiye, oluşunca ekip kurmuş. Belgeselin Suriye, Lübnan, İsrail ve Filistin yapım sorumlusu Hayriye Tel Aviv’di. Gebze’de tecavüz Savaşçıoğlu’nu bu projeye katan, edilip, boğularak öldürülmeseydi... güven duyabilmeyi önemsemesi. Belgeselci Bingöl Elmas, Pippa Pippa’nın en son otostop yaptığı Bacca’nın yarım kalan “Barış yerden, Gebze’den başlamışlar Gelini” yürüyüşünün Türkiye yolculuğa; Düzce, Bolu, Ankara, ayağını tamamladı. Üzerinde siyah Beypazarı, Aksaray, Adana ve bir gelinlik ve yolculuk boyunca Antakya Cilvegöz sınır kapısında onu uzaktan izleyen bir ekiple... son bulmuş. Pippa için “Pippa’ya Mektup” belgeseli dokuttukları yeşil şalı, en son FransızAlman ortak kanalı otostop çektiği kamyonun aynasına Arte’de yayımlanacak. Bingöl bağlayarak, onu uğurlamışlar. Elmas, Gülsün Toker Eroğlu ve Yolculuk boyunca hâkim duygu Hayriye Savaşçıoğlu ile konuştuk. hangisiydi diye soruyoruz, korku, Elmas, kaygı, öfke... Pippa’nın “Başlangıç için öldürülmesiyle korkuydu” ilgili hâkim diyor Elmas, duygunun “Gebze’de kanıksanma biraz korktum. olduğunu Arabadan G. Toker Eroğlu, B. Elmas, H. gözlemlemiş. sarkıp garip Savaşçıoğlu. Fotoğraf: Vedat Arık Sonra da sorular garip bakan bir sormaya yığın adam başlamış; Bir otobanda kadın vardı. Kamyon ve tırlar geçerken olarak yolculuk etmek niye bu elim yere düşüyordu. İlk otostop kadar tehlikeli görülüyor? Bu denememde, tırdaki adamın bakışı ölümü niye bu kadar normal rahatsız ediciydi, arkada bir görüyoruz? Aslında onun için bu yatak... Çekim yapmamı istemedi. belgesel kanıksanmaya bir itiraz. En durdurucusu da, bir kadın Yine de onu yola düşüren iki asıl sürücünün, ne yapıyorsun, buranın etken var; Pippa’nın barış gelini tehlikeli olduğunu bilmiyor musun, olarak savaşla canına okunmuş demesiydi. O zaman, evet, ben ne bölgelerden geçerek, bu yolculuğu yapıyorum dedim. Devam ettim, gerçekleştirmesi ve temasının ama içimde bir acıyla”. Yine yazı kazandı... ZÜLAL KALKANDELEN eçen hafta İstanbul Film Festivali’nde “Disgrace” (Utanç) adlı filmi seyrettim. Doğrusu, bir filmi izleyip izlememek konusunda hiç bu kadar kararsız kalmamıştım... Nobel ödüllü Güney Afrikalı yazar J. M. Coetzee’nin aynı adlı romanından uyarlanan filmi merak ediyordum; ama kitabın bende bıraktığı etkiyi bozmak da istemiyordum... Romanı yedi yıl önce ilk okuduğumda, tek kelimeyle sarsılmıştım. Neden bu kadar etkilenmiştim? En önemli nedeni yazarı... Coetzee, bana göre, yaşayan en iyi romancı. Edebiyat ve dilbilim profesörü olduğu için, İngilizceyi kullanmadaki ustalığına şaşırmamak gerek belki... Onun yazılarında beni çarpan ilk özellik, sözcükler üzerindeki hâkimiyeti... Hiçbir eserinde tek bir fazla sözcük yok; o kadar yalın bir dille ama etkileyici yazıyor. (İngilizce bilenlerin kitabı özellikle aslından okumasını öneririm.) Ele aldığı konular ise çok ilgi çekici. Sosyal adalet, şiddet, ikilemler, ırk ayrımcılığı, sömürgecilik, suçluluk duygusu, yabancılaşma, insan ve hayvanların yaşam hakkına eşitlkçi yaklaşım, insan ruhunun zayıflıkları gibi konuları işliyor çoğunlukla... Okurken rahatsız oluyor, tepki veriyorsunuz. Yazarın bunu yapma nedeni, sanata olan bakışı. Çünkü sanatçı ciddiyetinin, etikle estetiği bir araya getirmek anlamına geldiğine inanıyor. Çok boyutlu karakterlerin karmaşık ilişkilerini anlatırken, olayın geçtiği yerin toplumsal atmosferini büyük bir başarıyla aktarıyor Coetzee. “Disgrace”de, Güney Afrika’da resmi ırk ayrımı politikasının 1990’larda sona ermesinden sonra, ülkede yaşanan sosyal travma ile bireylerin yaptığı tercihler arasında çarpıcı parallellikler kuruyor. Romanlarının bir özelliği de, anlatımlarında sık sık metafor kullanması... Örneğin, Byron ve Wordsworth’ün şiirleri ve köpekler, “Disgrace”de önemli birer simgedir. Baş karakter Prof. David Lurie, üniversitede romantik şiir dersleri veren, 52 yaşında, boşanmış bir hocadır. Tutkularına yenilip siyahi bir öğrencisiyle ilişkiye girince, hayatı tamamen değişir. Güney Afrika’nın vahşi kırsalında yaşam savaşı veren lezbiyen kızının çiftlik evine taşındığında, son derece dramatik olaylar gelişir... Esas olarak üç ana tema etrafında döner roman: Suç, utanç ve zulüm... İnsanın insana, erkeğin kadına, toplumun bireye, insanın hayvana yaptığı zulüm... Fiziksel ya da ruhsal... Sinemaya sadece eğlenmek için gidenler, bu hikâyeyi çok olumsuz bularak eleştirebilir tabii... Nitekim, Emek Sineması’nda arkamda oturan turistlerin, filmin sonunda yaptığı değerlendirmeler de bu yöndeydi. “Kitap kadar depresif!” dedi birisi... Sanki böyle bir hikâye, eğlenceli olabilirmiş gibi... Bir diğeri, “Beni bir tek çocuklara yapılan acımasızlık etkiler” dedi... Romanın sorduğu bir soru da bununla ilgiliydi aslında: Yalnızca çocuklara ya da kendisine yapılan zulüm etkilerse insanı, o zaman hiç gelir mi bu utancın sonu? Sadece kendisine adalet isteyen bulur mu adaleti? Gelelim asıl soruya... Kitap mı, yoksa film mi daha etkileyici? Sinemaya doğru ilerlerken ayaklarım geri geri gitti... Çünkü kitabı okurken, işin içine kattığım hayal gücünü yok etmekten çekiniyordum... Yine de, filmi ilgiyle izledim. John Malkovich, rolünün hakkını vermiş; ama benim düşündüğüm Prof. Lurie o değildi. Film, onu yok etti... Kitapta yer alan bazı önemli olaylar, filmde yer almıyordu... Film onları da yok etti... Sonuçta, iyi kurgulanmış, iyi oynanmış ve iyi yönetilmiş bir filmdi. Fakat benim açımdan bir şey kesin olarak bir kez daha kanıtlandı: Yazı, görsel olandan daha güçlü... G www.zulalkalkandelen / kzulal@yahoo.com ESRA AÇIKGÖZ G P Barış Gelini Pippa Bacca. Bu acı, büyük kentlerden uzaklaşana kadar sürmüş. Korku, kasabalarda yerini muhabbet açma uğraşına bırakmış, en azından Elmas için. Çünkü takip ekibi, önde neler olduğunu bilmediğinden hep gergin bir bekleyiş içindeymiş. Özellikle de arabayı kullanan Gülsün Toker, “Dokuz doğurduk” diyor, “Benzin istasyonundayız, yayılmışız. Birden Bingöl bir minibüse bindi. Hemen arabaya atladık, ama kaybettik. Sonra gözlerimizi dört açtık. Bindiği aracın plakasını dürbünle izleyip, kaydediyorduk.” Yol boyunca seks işçisi sananlar da olmuş Elmas’ı, “deli” diyenler de... Siyah gelinliği şaşırtmış. Yine de hemen herkes Pippa’yı hatırlamış. Söz ondan açılınca, niye bizim ülkede oldu ki diye yakınanlar da, Türkiye’yi bilmiyor mu bu yolculuğa niye çıktı diyenler de olmuş. En çok “Bir elin beş parmağı aynı olmaz, bir alçak çıktı, böyle bir şey yaptı” denilmiş. Genelde de bu, “biz iyiyiz, ama herkes bize benzemez, dikkatli ol” nasihatıyla bitmiş. Bingöl’ü şok eden öyle sözler var ki: “Biri Pippa’ya tecavüz eden için ‘beklesene akşam evine, karına gideceksin’ demişti. ‘Antalya’da heyecanla kızlara bakıyorduk, bir süre sonra etkilenmeyince, bana bir şey oldu, diye korktum’ ya da ‘Başka yerde görünce bir şey olmuyor, ama bizim buralarda açık giyinmiş kadın görünce tahrik oluyorum’ diyenler oldu. Bu, kadına nereden bakıldığını gösteriyor”. Yol onu pek çok hikâyeye götürmüş. Elmas, bunu memleket halini de analiz etmek gibiydi, diyerek anlatıyor. Kadın heykeli yapan heykeltıraşın Spinoza’nın iyilik ve kötülük anlayışına dair sözleri, bir kuma ile sohbet, peşini bırakmayan “dul” kavramına rağmen havuç suyu satarak, kızını okutan bir kadın, mevsimlik işçi olarak çalıştırılan çocuklar, bu projeyi memleketi kötülemek için yaptığını düşünenler... Belgesel kadın olma haline dair de çok ayrıntı veriyor. Yani Türkiye’deki kadınlık halleriyle bir yüzleşme. “Türkiye çok iyidir böyle şeyler olmaz ya da hep olur demiyorum. Noktalı cümleler kurmak değil amacım, çeşitli hallerimize tanıklık etmek” diyor. Yolculuğuyla ilgili haberlerden sonra “yaptığın çok anlamlı” denmesi güç vermiş. Yolculuktan ne mi kalmış? Yanıt Elmas’tan: “Bütün o, zorluklar, kadına bakış, kadınlarla ilgili çok yol alınması gerektiği gibi bilmelerin kenarında, insana dair güvenim zedelenmedi. Bu çok önemli. İnsan dünyasına girmenin, ahbap olmanın zor olmadığını anladım”. G "7ÑÑ3ERISI dNDENÑlEKI²ÑTARIHÑOLDU !RKADANÑITI²LIÑ"7ÑÑ3ERISI ÑRAKIPLERINDENÑDAHAÑlABUKÑH°ZLAN°YOR ÑGERlEKÑS~R~²ÑKEYFINIÑYA²AT°YORÑ "7ÑÑ3ERISI©NIÑYAK°NDANÑTAN°MAKÑIlINÑSIZIÑDEÑ"ORUSANÑ/TOMOTIV©EÑBEKLIYORUZ C M Y B C MY B "ORUSANÑ/TOMOTIV "7Ñ$ISTRIB~TyR~ "7ѯLETI²IMÑERKEZI 0212 337 66 22 WWWBMWCOMTR 3HEER $RIVINGÑ0LEASURE
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle