Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
6 ARALIK 2009 / SAYI 1237 7 DÜNYALI YAZILAR Buradayım demek her zaman sözle olmuyor Bilge Öztürk, Tarkan’la ilişkisi döneminde magazinin tam ortasına düşmesine rağmen hep geride durmayı bildi. Bunu da sessizlik değil, bir duruş olarak yorumluyor. Öztürk “Çünkü magazin dünyasına oldukça uzağım” diyor. ZUHAL AYTOLUN 1. Sayfanın devamı Neden ağır cezayı tercih ettiniz? Siz bunu sorunca aklıma değişik bir hikâye geldi. Ben 34 yaşlarındayken kumsalda biz yaşlarda bir çocuk Belda’nın küreğini çalmış. Ben de biraz hırpalamışım çocuğu. “Sen benim kardeşimin küreğini nasıl alırsın? Haksızlık değil mi bu?” diye. Esprisi bir yana hak kavramı fazlasıyla yer etmiş içimizde. Haksızlığa dayanamıyorum. İçimde hep bir müdahale etme isteği var. Gerek meslek seçimim, gerekse ağır cezaya yönelmem bundan. Savunma da bir haktır. Hayatınızla ilgili savunma gereği hissetmediniz mi hiç? Savunulacak bir şey var mıydı ki? Ama “Ben şov dünyasından değilim”i siz farklı bir şekilde gösterdiniz. Bu suskun kalmak değil. Yeri geldiğinde zaten konuşuyorum. Sadece şov dünyasına yönelik bir şey yapma gereği duymadım. Çünkü işim ve yaşantım gereği o noktada değildim. Magazin dünyası bana uzak. Belli bir mesafe koymuş olsanız da magazinle aranıza, üzerinize gelinmedi mi? Röportaj her daim yapılabilir. Ama onu yapmak için ortada bir gerek olmalı. Bazı konular da benim için malzeme değildi. Kendimi çok farklı görmedim hiçbir zaman. Bu tasarım ve çanta işleri gündeme geldiğinde kabul etmeye başladım. Ortada konuşulacak bir ürün var çünkü artık. Geçmişe dair pişmanlık duyduğunuz zamanlar oldu mu bu süreç içinde? Yaşlı bir teyze, birinin ikramını teşekkür ederek reddettiğimde bana demişti ki “Hayatın sana sunduğu her şeyi minnettarlıkla karşılaman lazım. Sonra ne yapacağına kendin karar verirsin.” Ben de artık böyle düşünüyorum. O yüzden hayatımda “keşke”ler yok. Zaten genelde yaptığımız şeyler için değil de yapmadıklarımız için pişman oluyoruz. Ya yapmadıklarınız? Artık ortadan kaldırdım. Su sporlarına çok meraklıydım. Keşke diyordum. Artık iyi ki geç olmadan başladım diyorum. İtalya’daki alternatif dünya ZÜLAL KALKANDELEN B Öztürk ve sevgilisi Salih Alexander Çakır su kayağı yaparken... ayram haftasını İtalya’da geçirdim. Bu yazıyı da Milano ile Venedik arasındaki gidişdönüş tren yolculuğumda yazıyorum. Etraftaki İtalyanlar ve turistler, yüksek sesle ve sürekli konuşuyor; ama kulaklığı takınca ortamdan soyutlanmak olanaklı... Popüler kültürde İtalya deyince akla ne gelir? Pizza, makarna, opera, futbol, moda, son yıllarda da Berlusconi ve skandalları... Benim İtalya gezim, bu çerçevenin tamamen dışına çıktı; sanki gerçek dünyanın dışında alternatif bir dünyada geçti tüm zaman... Bu müthiş deneyimi, dört kişiye borçluyum: Edward Hopper, Frank Gehry, Yayoi Kusama ve Leonardo da Vinci... Bakın bu dört sanatçı, dünyamı nasıl değiştirdi? *** Fotoğraf: Uğur Demir Bu noktadan yarını nasıl görüyorsunuz? İçimde kalan pek çok şeyi becerebildim. En azından denedim. Şimdi hedeflerim var. Su kayağı’nda Türkiye şampiyonu olacağım. Yarışlara hazırlanıyorum. Antalya’da “HipNotics Cable Park”a gidiyorum antrenmana. Önümüzdeki yıl eylül ayında da yine Antalya’da dünya şampiyonası var. Sanatla iç içe büyüdüğünüzü söylediniz. Var mı yazar çizerlik? Tiyatro oyunları yazıp oynuyordum küçüklüğümde. Belda kitaba da döktü hatta. Ben daha çok hayata dair yazmaktan hoşlanıyorum. Ama haddimi biliyorum. Çok iddialı değilim. Oyunculuk? Öğrencilik hayatımda kaldı. Teklifler de geliyor ama bizim mesleki kısıtlamalarımız da var, izinler almak gerekiyor. Ama eğer proje içime sinerse ve ben de becerebileceğimi düşünürsem neden olmasın. Komleks, ego yok gibi sizde? Hırs gereklidir kimi zaman. Özellikle de sporda. İddialı olduğum ve iyi bildiğimi düşündüğüm konularda daha kesin konuşurum. Bilmediğim şeylerle ilgili iddiam yok. Yapabiliyorsam ne güzel, yapamıyorsam o da güzel. Her şeyi başarmak zorunda da değiliz hayatta. Zamanla da barışmış gibisiniz. Evet, ama bir ara paniğe kapıldım. Özellikle şirketi kurduğumda sabah 7 gece 12 çalışıyordum. İş gününden asla taviz vermiyorum ama antrenmana zaman ayırmak istiyorsam öncesinde epey savaşıyorum zamanla. Bilmiyorum 30’lu yaşlardan sonra farklı mı hissedeceğim. Yaş aralığı değişiyor ama hayat çok yeni, çok güzel. Tam tersine 30 olup 18 hissedip, yaşıyorum. İş hayatı, yorgunluklar, koşturmalar belli bir olgunluğa çekiyor ister istemez ama ben 18’lerimdeyim hâlâ. EVLİLİK SORUSU Bir de menajerlik tarafınız var. Öztürk İlmaz, 15 yıllık arkadaşım, Berna da kardeşim sonuçta. Aslında ikisinin de sözleşmelerini ben yapıyorum, hukuki işlerini takip ediyorum. İkisi de aileden olduğu için diyelim. Ama menajerleri değilim. Rock camiasıyla da aranız çok iyi. Oysa biz sizi popüler taraftan tanıdık. Evet kamuoyu öyle tanıdı ama kendi rock grubum vardı ve üniversite zamanında birçok yerde çalmıştık. İş temposundan devam edemedik. Sıkı bir rockçı mısınızdır? Öyle diyebiliriz. Çok sevdiğim gruplar var ve konserlerini hiç kaçırmam. Yurtdışında dahi olsa yakalamaya çalışırım. Öztürk İlmaz ile bir beraberliğiniz olduğundan söz edildi. Bir kişiden daha duydum ama o benim çok yakın arkadaşım. Bir dönem birlikte çalıştığım insanları, hatta yüzü tam görünmüyordu babamı bile benimle birlikte yazdıkları için komik şeyler yaşadık. Gülüp geçiyorum. Çünkü şu an çok güzel bir ilişki yaşıyorum Salih Alexander’la. Türkiye Windsurf şampiyonlarından. 7 aydır beraberiz. Saklama gizleme gibi bir derdim yok. Diğer yandan birilerinin gözüne sokmak gibi bir ihtiyacım da yok. Ama yine evlilik sorulacak. Neden bu soru bu kadar popüler? Evlendikten sonra da aman boşanıyorlar mı denmeye başlanıyor. G Milano’ya gitmeden önce kentte büyük bir Edward Hopper sergisi olduğunu öğrenmiştim. Daha önce bazı müzelerde eserlerini görmüş olmama karşın, bütünüyle Hopper’a ayrılan bir sergi gezmemiştim. Palazzo Reale’deki sergi, Hopper’ı hiç tanımayan bir insanı bile neredeyse bu konuda uzman yapacak kadar ayrıntılıydı. Aklımı en çok meşgul eden bilgi, Hopper’ın bir duvara yazılan şu sözü oldu: “Tek isteğim, bir evin duvarına düşen ışığı resmetmekti.” Hiç kuşkusuz, istediğini başardı Hopper; duvara düşen ışığın en güzel resimlerini yaptı... Tablolarındaki imajlarla sessizliği konuşturdu... Kentteki izole yaşamı aktaran resimleriyle Amerikan gerçekçiliğinin sembollerindendi. Fakat ilginç bir şekilde, bir süreliğine de olsa, sanatıyla izleyeni başka bir dünyaya götüren de oydu... *** Milano’daki ikinci durağım, Frank Gehry sergisiydi. Triennale Tasarım Müzesi’ndeki sergide, ünlü mimarın dünyanın çeşitli yerlerinde yaptığı binaların ilginç öyküsü, orijinal çizimler ve maketlerle anlatılmış. Muhteşem binalarıyla herkesin hayranlığını kazanmış bir mimar Gehry. Gerçekle hayali birbirine geçiren görkemli tasarımları insan aklını zorluyor. Ama sergide öğrendiğime göre, kendisi hep ressamlara özenirmiş... “Önünüzde boş bir kâğıt ve renklerle dolu bir paletiniz var. İlk fırça darbesi nasıl olacak? Bu müthiş bir his!” diyor Gehry. Doğrusu, onun eserlerine baktıkça da bende aynı duygu uyanıyor... Gehry’nin dehası ile çarpılmışken hiç ara vermeden Leonardo da Vinci’nin “The Last Supper” (Son Yemek) isimli tablosunu görmeye gittim. UNESCO’nun Dünya Mirası Listesi’ndeki Santa Maria delle Grazie adlı eski bir kilisede yer alıyor ünlü tablo. 15. yüzyıldan kalma bir duvar resmi... Tozdan ve ışıktan özel yöntemlerle korunan eserin güzelliği, insanın nefesini kesiyor... Benim “Son Yemek”ten etkilenmemin, Dan Brown’un “Da Vinci Şifresi” adlı kitabıyla hiçbir ilgisi yok. Ama söylenene göre resme olan ilgi, o kitaptan sonra epeyce artmış. O kadar ki, resmi görmek için en az bir hafta önceden rezervasyon yaptırmanız gerekiyor. Bunların üzerine son olarak da, PAC Milan’daki Yayoi Kusama sergisini görünce, tam bir görsel sanatlar ziyafeti çıktı ortaya. Japon sanatçının benekler, ağlar ve aynalara olan saplantılı tutkusuyla yarattığı eserler, gerçekten çok çarpıcı. Bize yanılsama gibi gözüken her şey, onun dünyasında bir gerçek... *** Bu gördüklerimden sonra, İtalya denince benim aklıma kesinlikle pizza, futbol ya da Berlusconi gelemez. Sanatla dolu alternatif bir dünya var bu ülkede... İtalya, bunu iliklerine kadar hissettiriyor insana... 2010’da Avrupa’nın kültür başkenti olmaya hazırlanan İstanbul yaşatabilecek mi aynı duyguyu? 2010’a bir aydan az bir zaman kaldı ve U2 konserinden başka ses getirecek bir proje duymadık henüz... İstanbul, şanına yakışır bir kültür başkenti olabilecek mi? Alternatif dünyalar sunabilecek mi? G www.zulalkalkandelen.com / zulal@yahoo.com FNDK Pet, Paris Hilton’un çantası gibi... Çanta maceranız nasıl başladı? Her şey minik köpeğim Fındık’la başladı. Geçen yıl kaybettik maalesef. Fındık’ı ilk aldığımda kafesle verdiler. Kafes bana fikir olarak ters geldi önce, hapis gibi. Bir yandan da çok güvenli olmadığını gördüm. Çanta gibi bir şey araştırdım. Sonra baktım madem yok ben yapayım bari dedim. Paris Hilton’un çantası gibi mi? Peki hiç mi tepki gelmedi, o da sonuçta hayvanları taşımak için çok uygun görünmüyor. Evet, aynı onun gibi. Ama mecburen bir çantaya koymak zorundasınız. O büyüklükteki bir hayvan sokakta yürüyemiyor, çok tehlikeli onun için. Çantada taşıma fikri onların yürüyemeyeceği ortamlarda güvenli ve sağlıklı seyahat etmeleri için tasarlandı. Yürüyebildiği zaman zaten hep yürüsün. Öyle ki ben Fındık toprağa değsin diye evimi taşımıştım. Çantaların özelliğinden söz eder misiniz? İçinde ekstra bir tasma tasarladım güvenlik için. Alt bedi çıkabiliyor, temizlenebiliyor. Çantaların birçok bölümünde file ve kuşgözü dediğimiz hava delikleri bulunuyor. Ayrıca fazladan cep tasarladım ki başka çantaya gerek duymadan onun içine birkaç parça eşya koyulabilsin. Arabada emniyet kemeri takılabilen, uçak için kabin boy gibi farklı modeller var. Sağlık ve güvenlik konusundaki ayrıntıları düşündükten sonra biraz da şıkır şıkır olsun istedim. Çantada farklı modelleriniz ve projeleriniz var mı? Cep telefonlukları, cüzdanlar, günlük ve gece çantaları, seyahat valizlerini FNDK isminde buluşturduk. Erkekler için de cüzdan ve laptop modelleri tasarlıyoruz. Nerede satışa sunuluyor? Mudo’larda ve Pet Shop’larda satılıyor. Yurtdışından da talep oluyor. Los Angeles, Almanya, Rusya ve Madrid’de satılıyor. Gerçi mesleğim bu değil, hâlâ hobi benim için. O sebeple çok üzerine düşemiyorum ama geliştireceğim. Tasarım, çanta dışında başka bir yöne doğru da evrilecek mi? Belki ayakkabı olabilir. Üç kardeşte de ayakkabı çılgınlığı var. Kardeşlerim de Berry Belle adında bir bikini markası yarattılar. Belki onlarla bir şey geliştirebiliriz ileride. G Berna Öztürk. C M Y B C MY B