22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

27 ARALIK 2009 / SAYI 1240 9 PAZAR SÖYLEŞİLERİ Kopenhag İklim Zirvesi boyunca, liderlerin dikkatini iklim değişikliği nedeniyle aç kalan milyonlarca insana, çevre felaketlerine ve kuraklığa çekmek isteyen Uygar Özesmi, 13 gün iklim orucu tuttu. Özesmi, Cumhurbaşkanı Gül’ün konuşmasında, dünyadaki adaletsizlikten bahsetmek ve bu korkunç tehdide karşı yapılacakları açıklamak yerine, ülkemizi aciz ve yardım çağrısı yapan bir ülke olarak göstermesini de kınadı. İnsancıl ve sosyalist ATAOL BEHRAMOĞLU B Yaşam ve kurtuluşa dair bir eylem ŞİRİN GÜVEN K openhag İklim Zirvesi son buldu. Ancak iklim değişikliğini durdurmak adına atılması gereken adımlar yine atılmadı. Türkiye de dahil pek çok ülke, yapması gereken sorumluluklardan ve karbon salımı azaltımından çok uzaktı. Zirve boyunca liderlerin dikkatlerini iklim değişikliğinin vahim sonuçlarına çekmek isteyen aktivistler “iklim orucu” tuttu. Greenpeace Akdeniz Genel Direktörü Dr. Uygar Özesmi de bınlardan biriydi. Özesmi ile zirveyi değerlendirdik ve yapılması gerekenler hakkında konuştuk. İklim orucu tutmaya nasıl karar verdiniz? Dünyada iklim değişikliği nedeniyle gün geçtikçe sayıları artan milyonlarca aç insana dikkat çekmek ve Kopenhag’da olanlarla ilgili kişisel bir duruş sergileme zorunluluğu hissettiğim için başladım iklim orucuna. Bütün saygın bilimsel kuruluşlar, eğer hemen şimdi seragazı salımını düşürmek için harekete geçmezsek, çevre felaketleri, açlık, kuraklık, kitlesel hastalıklar, kitlesel ölümler ve anormal hava şartları ile karşı karşıya kalacağımızı söylüyor. Bu yalnızca insanlığa karşı değil, yeryüzündeki tüm canlılara karşı da işlenmiş bir suç olacak. Ben “keşke” denmesini istemiyorum. Dolayısıyla bireysel olarak yapabileceğim; dünyadaki bütün açlarla dayanışma içinde, onların çektiklerini anlamaya çalışabileceğim bir eylem yapmaktı. Gerekli önlemleri almazsak sadece insanlık daha da büyük acılar çekmekle kalmayacak, bir sürü eşsiz canlının da hayatı son bulacak. Çünkü iklim değişikliği bir çöküş ve ölüm senaryosu. İklim orucu ise yaşam ve kurtuluşa dair bir eylem. Bu eylem artık kelimelerin tükendiği, toplumun gidişatının anlaşılmaz olduğu noktada gerçeği ortaya koyma ihtiyacından ortaya çıktı. İklim Zirvesi’ndeki liderlerin dikkatini çekip onlarla ne söylemek istediniz? Bu bir adalet meselesi. Şayet Kopenhag’dan adil, bilime dayalı, yüksek hedefli ve hukuken bağlayıcı bir anlaşmayla çıkmazlarsa bunun ahlaki açıdan kabul edilemez olduğunu ve sonsuza kadar tarihle ve kendi vicdanlarıyla hesaplaşmak zorunda kalacakları mesajını vermeye çalıştım. Sanıyorum günlük müzakerelerin içinde dünyadaki haksızlıklara küçük bir pencere açabildiğimi düşünüyorum. Abdullah Gül’ün konuşmasını nasıl buldunuz? Cumhurbaşkanı Gül konuşmasında, dünyadaki adaletsizliği, ülkemizin iklim değişikliği sonucunda düşeceği durumu dile getirmek ve insanlığın önündeki bu korkunç tehdide karşı Türkiye’nin yapacaklarını açıklamak yerine, ülkemizi aciz ve yardım çağrısı yapan bir ülke olarak gösterdi. Oysa iklim değişikliğinden en fazla etkilenecek ülkelerin başında Türkiye geliyor. Yani iklim değişikliğiyle mücadele konusunda lider olmalıyız. İklim değişikliği ile mücadele sanayimizi güçlendirir, enerji bağımsızlığımızı sağlar, tarımımızı sürdürülebilir kılar ve işsizlik sorunumuzu çözebilir. Bunun için hedefler konması ve bu hedeflerin sektörel hedeflerle desteklenmesi gerekir. Sayın Gül’ün hedef açıklayamamasının altında, Devlet Planlama Teşkilatı başta olmak üzere kimi bakanlıkların yeterli çalışmayı yapmamış olması yatıyor. Greenpeace Akdeniz’in “Enerji (D)evrimi” senaryosunda sadece enerji sektöründe yüzde 25’lik bir indirim yapmanın mümkün olduğu gösteriliyor. Demek ki Türkiye kendi kapasitesiyle en az yüzde 30’luk bir indirim yapabilir. Çevre Bakanı’nın açıkladığı yüzde 11’lik indirim Güney Afrika veya Meksika’nın rakamları ile karşılatırıldığında gülünç kalıyor. Sayın Gül’ün söz ettiği gelişmişlik halimize sahip diğer ülkeler maalesef bizi kulaç kulaç geride bıraktı. Türkiye lider olma kapasitesine sahipken, sürüye yetişmeye çalışan ve bir yandan sürekli yardım isteyen ülke konumuna düştü. ENERJİ POLİTİKAMIZ DEĞİŞMELİ Türkiye kendi adına iklim değişikliği için ne gibi sorumluluklar almalı? Bunun ne kadarını alıyor? Türkiye’nin karbon salımı 2007 yılında rekor kırarak 1990 seviyesine göre %119 oranında artış gösterdi. Buna rağmen hâlâ 47 tane kömürlü termik santral yapılması planlanıyor. Enerji politikalarımız böyle devam ederse Türkiye, 2020 yılında Avrupa’nın en çok kirleten ülkesi olacak. Oysa Türkiye de, gelişmiş ülkelerin iklim değişikliğinin önüne geçmek için anlaşmak zorunda olduğu gibi, (1990 seviyesine göre) 2020 yılına kadar yüzde 40 ve 2050 yılında da yüzde 100 salım azaltım hedefleri koymalı ve bunu sürdürülebilir bir çerçevede gerçekleştirmeli. Kopenhag Zirvesi’nin neticesiyle ilgili bir değerlendirme yapabilir misiniz? Zirvede çıkan siyasi nitelikteki anlaşmaya Greenpeace nasıl yaklaşıyor, bu çerçevede nasıl bir eylem planı öngörüyor? Kopenhag’da yarım kalmış bir mesele var. “Kopenhag Mutabakatı” adı verilen metin, yasal bağlayıcılığı bulunmayan ve daha çok “uzlaşı” niteliği taşıyan bir belge. Metinde seragazı salımında kısıtlama yapılması gerektiği ifade ediliyor ki bu yeterli değil. Ayrıca gelişmekte olan ekonomiye sahip ülkelerin, bu alandaki çabalarını kendilerinin gözlemlemesini ve gözlem sonuçlarını iki yılda bir BM’e iletmesini öngörüyor. Yani gözleyecek ve denetleyecek bir organdan bahsedilmiyor. Kopenhag anlaşması büyük ülke liderleri tarafından durumu kurtarmak için ileri bir adım olarak nitelendirildi. Halbuki gelişmiş ülkeler için ciddi salım azaltım hedeflerini içermiyor. Konferansa katılan Türk delegasyonu hiçbir salım azaltım hedefi koymadı. Konferansın sonucunda kayda değer olarak çıkan tek sonuç, gelişmekte olan ülkelere ormanlarını korumak, düşük karbon ekonomisine geçiş yapmak ve iklim değişikliğinin etkilerine uyum sağlamak için yıllık 100 milyar dolara çıkan finansal yardım üzerinde anlaşılmış olması. Bunun gerçekleşmesi için yeni İklim Fonu Mekanizmaları kurulacak. G ir arada görmeyi özlediğim iki sözcüğü önceki gün sonsuza uğurladığımız Zeki Ökten için düzenlenen törende onun asistanı ve adaşı Zeki Demirkubuz ustası için söylemiş. Zeki Ökten’i düşünürken benim de dilimin ucuna gelen sözcükler vardı: Düşünür, derviş, devrimci… Onunla karşılaşmalarımız hemen hemen sadece Çiçek Bar’da olurdu. Gün içinde ne yapardı, nerelere giderdi, bilmiyorum. Ama sinemacı arkadaşların, orada, geleneksel köşe masalarının çevresinde olduklarını bildiğim pazartesi ya da salı akşamlarından birinde Çiçek Bar’a uğradığımda Zeki Ökten’i de elimle koymuş gibi bulurdum. Erkenden ağarmış gür kaşlarının altında utangaç ve sevecen bir ışıltıyla pırıldayan bakışlarına; sesini hiç yükseltmeksizin söylediği, akıl, sevgi ve kaygı dolu sözleri eşlik ederdi. Kaygıları ülkemizle ilgiliydi. Sevgisi bütün insanlığaydı. Aklı kavgacılıktan ve iddiacılıktan uzak, fakat kararlı ve tutarlıydı. Başka arkadaşlarının da söylediği gibi, onun kadar alçakgönüllü biriyle hayatım boyunca hiçbir zaman karşılaşmadım. Bu derviş ruhlu düşünür, nerede, nasıl bir aile çevresinde, hangi ortamlarda yetişerek böyle olabildi? Bunları yazarken, biz hepimiz, sonraki yıllarda arkadaş ve düşündaş olanlar, birbirimizin çocukluk ve ergenlik dönemlerini, yetiştiğimiz ortamları ne kadar az tanıdığımızı düşünüp üzülüyorum. Biyografilerinde 1941 İstanbul doğumlu olduğu yazıyor. Aldığı ulusal ve uluslararası ödülleri biliyoruz. Filmlerinin belli başlılarını, pek çoğunu elbette gördüm. Fakat aramıza bir başka gezegenden gelmişçesine, hiç alışılmadık bir ağırbaşlılık ve eşsiz bir alçakgönüllülükle yaşamını sürdüren, bu efendi, duygulu, söylediklerinden çok daha fazlasını aklında ve gönlünde taşıdığını kısa sürede anlayacağınız bu ender insan hangi kaynaklardan beslenerek bizim tanıdığımız Zeki Ökten olmuştu? Burada adaşı Demirkubuz’un onu tanımlarken söylediği sözcüklere dönüyorum: İnsancıl ve sosyalist. Benim de içlerinden biri olduğum kuşak, 1940’lı yıllarda dünyaya gelenler, insancıl ve sosyalist olmayı birbirinden ayrı düşünemeyiz. Sosyalist olmamızın nedeni, öncelikle insancıl olmamızdı. Sosyalizmin kuramsal bilgilerini edinişimizden çok önce, yazarlar ve şairler, bize sosyalist olmanın ön basamağını ve temelini, insancıl olmayı öğretti... Acılar karşısında duyarlı olmayı; acımasızlığa, eşitsizliğe, adaletsizliğe karşı öfke duymayı öğrendik. Kuramsal bilgiler bu duygularımızı pekiştirdi, onları somut hedeflere yöneltmemiz gerektiğini gösterdi... 1940’lı yıllarda dünyaya gelen kuşağın, kuşağımın, bu bakımdan ayrıcalıklı olduğunu düşünüyorum. Sonraki yıllarda sosyalizm formüllere indirgendi. İnsancıllıktan koparak yüzeyselleşti... Zeki Ökten insancıl ve toplumcu olmanın, bu eşsiz ve gerekliliği tartışılmaz sentezin gittikçe daha az rastlanır bir örneğiydi. Bu satırları yazarken, onun erkenden ağarmış gür kaşları altında, sevgiyle, sevecen bir zekâyla ışıldayan bakışlarını görür gibiyim. Çok erken ve beklenmedik biçimde, dostlarını, yakınlarını, ülkesini ve bu dünyayı bırakıp gitti. Çiçek Bar’daki köşe bir kez daha boşaldı ve Zeki Ökten’in kalplerimizdeki yerini avuntusuz bir keder kapladı. Ona layık olmanın, acısını içimizde dayanılır kılmanın tek yolu; bu sevgili insanın özlediği, uğruna çalışıp ürettiği, insancıl ve sosyalist bir Türkiye için daha bir özveri ve inatla çalışıp ürünler vermek olmalı. G ataolb@cumhuriyet.com.tr TARİHTE BU HAFTA 27 Aralık 1901: Ünlü Alman şarkıcı ve oyuncu Marlene Dietrich (solda) Berlin’de dünyaya geldi. 1902: Meşhur öykü yazarı Kemalettin Tuğcu doğdu. 1939: Erzincan’da 52 saniye süren ve Richter ölçeğine göre 7.9 şiddetinde deprem oldu. 40 bine yakın kişi öldü. 100 bin kişiyse yaralandı. 2007: İki dönem Pakistan Başbakanlığı yapan siyasetçi Benazir Butto (sağda) uğradığı suikast sonucu hayatını kaybetti. 29 Aralık 1953: İstanbul Boğazı’ndaki hamsi akını fakirlere yaradı. İstanbul Balıkçılar Cemiyeti, muhtardan yoksulluk belgesi alanlara hamsi dağıtılacağını açıkladı. 1964: Süleyman Demirel (solda), Ragıp Gümüşpala’nın ölümünün ardından Adalet Partisi Genel Başkanı oldu. Hopkins dünyaya geldi. 1983: Ünlü oyun ve öykü yazarı Sevim Burak hayata veda etti. 1999: Rusya Devlet Başkanı Boris Yeltsin istifa ettiğini açıkladı. Yeltsin’in yerine Başbakan Vladimir Putin (solda) geldi. 1 Ocak 1929: Yeni Türk alfabesinin halka öğretilmesi amacıyla “Millet Mektepleri” açıldı. 1999: Avrupa Birliği para birimi “Avro”nun kullanımına başlandı. 28 Aralık 1912: Tanzimat Dönemi yazarlarından Ahmet Midhat Efendi hayata gözlerini yumdu. 1923: Paris’teki Eyfel Kulesi’ni (solda) inşa eden ve adını veren ünlü Fransız mimar Gustave Eiffel doğdu. 30 Aralık 1922: Lenin Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin kurulduğunu açıkladı. 1945: Adolf Hitler’in vasiyeti bulundu. 1993: Eski Dışişleri Bakanlarından İhsan Sabri Çağlayangil (altta) hayata veda etti. 2006: Irak lideri Saddam Hüseyin sabaha karşı 04.55’te asılarak idam edildi. 31 Aralık 1926: Amerikalı bilim adamları Moğolistan’da dinozor yumurtası buldu. 1937: Ünlü Galli oyuncu Anthony 2 Ocak 1959: Fidel Castro (sağda) devrim yaparak Küba’daki yönetimi ele geçirdi ve ülkenin yeni lideri oldu. 1975: Asıl adı Charles Spencer Chaplin olan Şarlo’ya İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth tarafından “Sir” unvanı verildi. Hazırlayan: ALİ SELİM EMEÇ (aliselim@yahoo.com) C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle