26 Haziran 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

27 ARALIK 2009 / SAYI 1240 3 PAZARIN PENCERESİNDEN Düzenle hiç uzlaşmadık Mustafa Kamil Uzuner ve Erdal Turgut, 31 yıl önce cezaevinde tanıştılar, Devrimci Sol Ana Davası’nda 28 yıl birlikte yargılandılar. Her ikisi için de müebbet hapis cezası isteniyordu. Uzuner, ömür boyu hapis cezası alırken, Turgut’un davası zamanaşımından dolayı düştü. Onlarla, davayı, ölüm orucunu, yaşadıkları ilginç olayları ve hatta “Bu Kalp Seni Unutur mu?” adlı diziyi konuştuk. Aldıkları cezadan gurur duyan bu iki adam da yine dünyaya gelse düzenle uzlaşmayıp, örgütlü yaşayışın içerisindeki yerini almaya kararlı. ALPER TURGUT 12 Eylül karanlığında açılan 28 yıllık “Devrimci Sol Ana Davası”, 39 sanığa müebbet hapis cezası verilmesiyle şimdilik sonlandı. Amcam Erdal Turgut, 30 yıllık zamanaşımı nedeniyle müebbetten kurtuldu, Mustafa Ağabey (Mustafa Kamil Uzuner) ise ömür boyu hapis cezası aldı. Hayatları, açlık grevinde, işkencede, cezaevlerinde ve mahkemelerde geçti. Amcam 50 yaşında baba olabildi. Ama her şeye rağmen onlar, hiç büyümeyecek çocuklar gibiler, söyleşi boyunca sürekli muziplik yapıp durdular. Görsel yönetmenimiz Aynur Çolak ve ben, geçen 1 Mayıs’ta Taksim’e çıkabilmek için onların kılavuzluğuna sığınmıştık. Ne yaptılar ettiler, bizi alana çıkardılar. İki eylem adamı Erdal Turgut ve Mustafa Kamil Uzuner’le 30 yıllık süreci konuştuk. Devrimci olmaya ve mücadelenin içinde yer almaya nasıl karar verdiniz? Mustafa Kamil Uzuner: 1955’te İstanbul Fatih’te doğdum. 12 Eylül öncesinde uzun süre Kandilli’de yaşadım. Babam terziydi, yanında çalışıyordum. Bölge işçi semtiydi, üç büyük fabrika vardı. Sonra DevGenç’lilerin Paşabahçe Kültür Derneği’ne gitmeye başladım. Askerlik dönüşü, 19751976’da mücadeleyle tanıştım. Erdal Turgut: Adana’da 1955’te dünyaya geldim. Şimdiki adıyla Yıldız Teknik Üniversitesi’nde makine mühendisliği okumak için İstanbul’a geldim. 1976’da antifaşist mücadelede yer almaya karar verdim. Devrimcilik, Mahir Çayan’lardan gelen rüzgârın da etkisiyle 1974’ten itibaren gençleri kendine çekmeye başlamıştı. Nasıl yakalandınız? M. K. Uzuner: Çorum olaylarını protesto etmek için 7 Ekim 1979’da Esenler’de korsan gösteri düzenlenmiş. Sonrasında polisle çatışmaya girdiğim iddia edildi. Kafamdan vurulunca yakalandım. Önce Esenler Karakolu’na götürdüler sonra hastaneye, ardından da Bakırköy Karakolu’na... En sonunda da 1. Şube’ye götürüldüm. Günlerce işkence gördüm, aslanlar gibi direndim. Cunta’nın ardından Kabakoz’da tutukluyken beni alıp, iki ay süreyle tekrar sorguya çektiler. E. Turgut: 12 Eylül öncesinde beş kez yakalandım, biri Adana’da, diğeri de İstanbul’da olmak üzere. İki kez de faşistlerin silahlı saldırısına uğradım. Adana’da babamın dolmuşunda çalışıyordum, taradılar. Biri kafamdan beş kurşun isabet etti, omzumdaki kritik bir noktada olduğu için çıkartılamadı, hâlâ durur. 16 Mart Katliamı’nın ardından tekrar vuruldum. Son yakalanışım ise halkımıza Kâğıthane deresinde ev dağıtırken oldu. Ne zaman ve nerede tanıştınız? M. K. Uzuner: 1978’de Selimiye Cezaevi’ne girerken üst kattan biri “örgüt ismini söyleme, benim adımı ver” diye bağırıyordu. Erdal ile böyle tanıştık. E. Turgut: Örgütün ismini verince mahkemede bunu kullanıyorlardı. Ancak komiktir, sıkıyönetimin Adli Müşaviri Albay Refik Karaa, bana dedi ki; “Erdal, Devrimci Solcu değilim diyorsun ama örgütün cezaevi temsilcisisin”. Ben de pişkinliğe vurdum ve “ne yapayım, ite kaka seçtiler” dedim. Hep beraber gülmüştük. Ve cunta geliyor... M. K. Uzuner: 1991’e dek Sultanahmet, Alemdağ, Hasdal, Sağmalcılar ve Metris’te kaldım. Davutpaşa Askeri Cezaevi’nde 20 Ağustos 1980’de büyük bir operasyon yapıldı. İkişer gün arayla operasyonlar, Ankara Mamak ve Diyarbakır cezaevlerinde tekrarlandı. Cunta geliyordu ve içerideki örgütlü mücadeleyi bitirip, bizi teslim almak istiyordu. Ancak çok kötü dayak yememize ve silahların da kullanılmasına rağmen direndik. E. Turgut: Cuntayı, Sultanahmet Cezaevi’nde karşıladık. Sabaha karşı bir arkadaşımızı uyandırıp, durumu söylediğimizde, “beni böyle ufak tefek şeyler için uyandırmayın” dedi. 13 Eylül’de cezaevi personeli de şaşkındı ve o gün bekleşerek geçti.14 Eylül’de ise arkadaşımız, ufak tefek şeylerin ne olduğunu, bizimle birlikte gördü. Biz tek tip elbiseyi hiç giymedik, hazır ola geçip, “emredersiniz komutanım” demedik. Mamak’tan Metris’e gelen iki Mehmet vardı, gece onları kaldırıp ılık ve şekerli süt içirdik. Ertesi gün süt kutusundan iskambil kâğıdı yapmışız, king oynuyoruz. Mehmet’lerden biri “Yahu Erdal” dedi, “dün gece rüyamda süt içiyordum”. Mamak’ta hayaller bile daralmış. Onların rüyalarında gördüklerini sandığı şeyi biz gerçek kıldık ve siyasi düşünceyi teslim etmedik. Sivil mahkemenin baktığı davayla ilgili ilginç anılarınız var mı? E. Turgut: Mustafa Kamil’in cep telefonu çaldı, hâkim uyardı ve ben de kulağına eğildim; “telefonun sessiz modu diye bir şey var” dedim. Daha bir dakika geçmedi benim telefonum çalmaya başladı. Açtım Celal Abbas Leşanoğlu (müebbet aldı), duruşmaya ilk kez geliyordu, “üst kattayız” dedim. Hâkim, “Erdal Bey, sizin hem telefonunuz çalıyor üstüne de konuşuyorsunuz” dedi. Ben de, ‘Tebligat yapmadığınız için arkadaşlar gelemiyor, sizin yapamadığınız işi ben üstlendim’ dedim. Sonra kapı çalındı ve Celal Abbas içeri girdi. Bir başka duruşmada telefon yine ısrarla çalıyor, dışarı çıkıp daha önce gelmeyen arkadaşlara yeri tarif etmem gerek. Hâkimden çiş izni istedim, “Malum ya, bu yaşlarda bazı şeyler zorunluluk haline geliyor” dedim. Tüm salon kahkaha attı. Bu kez Mustafa Kamil benim kulağıma eğildi, gülerek “Prostat mısın?” diye sordu. Karar açıklanırken hâkime laf attım, “Biz bu filmi görmüştük” diye. O da yanıt verdi; “Şimdi yine öyle olacak”. Sonra hep beraber “Haklıyız, kazanacağız” sloganını attık. G İLGİNÇ ANILAR Soğukta sigara içmek SELÇUK EREZ u yıl ayva bol, nar bol. Ayvası ve narı bol sonbahardan sonra gelen kış yaman geçer: Çok kar yağar, ısı sıfıraltına düşer, akarsular, göller donar. Böyle bir kışta Saatli Maarif Takvimi’nin tanımladığı fırtınaların her çeşidi bir arada eserken Sigara İçme Yasağı yüzünden lokantaların kaldırımlarında yemek yemek zorunda kalan zavallı tiryakilerimizden kim bilir kaçı donacak, kaçı zatürreden gidecek, kaçının ayak parmakları kangren olacaktır. Bu sene yılbaşında elâlem sıcak restoran salonlarında kafalarında külah, ellerinde şampanya bardakları eğlenirken sigara tiryakileri, içeri alınmayacak, gecenin tadını çıkaranlara pencerelerden donuk gözlerle bakacaklardır. Andersen’in Kibritçi Kız’ı da bir yılbaşında öyle yapmamış mıydı? O da sonunda donarak ölmemiş miydi? Belediyeler, bu konuda şimdiden önlem almalı, karları eşeleyerek donmuş tiryakileri kurtaracak Sen Bernard köpekleri bulundurmalıdır. Ayrıca, hac seferleri yapan şirketlerle anlaşmalı, sigara içen vatandaşlarımızı sıcak yerlere (mesela Bahama Adaları, Asor takımadaları, Bermuda) taşımalıdırlar ki oranın kaldırımlarında donmadan insan gibi tüttürebilsinler sipsilerini. Ehliyetsiz ve alkollü araba sürücülerinin kaldırımlara çıkıp burada duranları ezdiklerini bilmiyor muyuz? Sigara içenleri böyle risklerle de karşı karşıya bırakmak günah değil midir? Düşünün: kar çok yağdığında şehre inen aç kurtlar, önce lokantaların içindekilere mi yoksa kaldırımda oturanlara mı alıcı bir gözle bakarlar? Tiryakileri alışkanlıklarından böyle cezalarla değil de inandırarak vazgeçirmek gerekmez mi? Sağlık Bakanlığı aşı stokunu eritmek için şu ilde beş, bu ilçede altı kişi daha domuz gribinden öldü diye yayın yaptırıyor. Bundan böyle sigaradan akciğer, pankreas, mesane vb. kanseri olup ölenlerin il ve ilçe dağılımlarını da açıklatsın ki bunları duyanlar alışkanlıklarından vazgeçebilsinler. Biraz daha insancıl davranmalıyız; Tiryaki Hasan Paşa rahmetli kalkıp gelseydi onu da mı içeri almayacak, bu ayazda kaldırımlarda ağırlayacaktık? Aslında içenler de içmeyenler de bizim evlatlarımızdır. Aralarında fark gözetmeden her ikisini de bağrımıza basmak gerekir. G B Ana davanın görüldüğü Metris Baştabya’da neler yaşandı? E. Turgut: Bir denizci subay vardı, duruşma sırasında hep uyurdu. Salonun yarısına idam isteyen bu adam horul horul uyuyabiliyordu. Kışta kıyamette slip don ve atletle bekliyorduk. Selimiye’de bir gün insanlar bize acıyarak bakmıştı, biz de bağırarak kendimizi savunmuştuk; “deli değiliz biz, siyasiyiz”... Sabah 10.00’dan 15.00’e dek sürüyordu duruşmalar... Ama Baştabya’yı eylem alanına çevirmeyi bildik. Anayasayı protesto, cuntayı teşhir ettik. Hiç unutmam bir duruşmada mahkeme heyetine kıçımı göstermiştim. Kıç falakası yüzünden simsiyah olmuştu kaba etlerimiz, hâkime dedim ki, “işkence görüyoruz.” “Burada işkence yapılmaz, otur yerine” dedi. İspatlamamız gerekiyordu. Kadın tutuklulardan arkalarını dönmelerini istedim. Gösterdim. Sonra soruşturma açıldı, savcılık bunu yapan askerin adını istedi. “Gariban bir askerin ismini vermem” dedim, “çünkü suçlu sıkıyönetimdir”. Şu denek meselesi nedir? M. K. Uzuner: 1983’te Metris Cezaevi’nden beni ve 10 arkadaşımı alıp Cerrahpaşa Hastanesi’ndeki özel bir bölüme götürdüler. Meşhur psikiyatri profesörü Ayhan Songar, “Üniversite araştırması için buradasınız” dedi. Amacı, CIA raporuna katkı sağlamaktı, araştırmanın sebebi ise, “her 10 yılda bir ülkenin gençleri niye isyancı oluyor?”u bulmaktı... ABD’liler, sözüm ona bu raporla bu tür faaliyetleri engelleyecekmiş. Hatta yardımcı olursak, cezai ehliyetimizin olmadığına dair rapor verebileceğini söyledi. Reddettik. Bunca yıl sonra müebbet hapis cezası aldınız... M. K. Uzuner: Mahkeme ikisi ağırlaştırılmış 39 müebbet hapis cezası verdi ama Şaban Taşçı ve Hacı Ramazan Işık itirafçı olmuşlardı. Onlarınki 15’er yıla düştü. İlyas Arduç, Mehmet Koca, Mahmut Alp, Şemdin Şimşir, Hasan Bektaş ise eylemleri sırasında yaşları küçük olduğu için cezaları azaltıldı. Yani müebbet sayısı aslında 32. Hacı Ramazan Işık adlı itirafçının üç yıl sonra verdiği ifade üzerine bu cezayı almam. Beni asıl üzen şey Taşçı, Işık ve hain bellediğimiz Tuğrul Özbek ile ismimin aynı yerde geçmesidir. G SUÇLU SIKIYÖNETİM Sonra ölüm orucu eylemi ve çeşitli direnişler mi geldi? M. K. Uzuner: Onlar sürekli haklarımızı gasp etmek istiyor, bizse direniyorduk. 1984 ölüm orucu eyleminde ikinci ekipteydim. İnsanca yaşayabilmek için ölümü göze almıştık. Sinan Kukul, yanıma geldi ve eylemin bittiğini söyledi. Şok olmuştum, ölmeye ayarlamıştım kendimi... Direnişte yoldaşlarımızı yitirdik. Hüzün ve sevinç bir aradaydı. Bu bir sınıf mücadelesidir, ölenlerin yerini yenileri doldurur. [email protected] BU KALP SENİ UNUTUR MU? “Bu Kalp Seni Unutur mu?” adlı diziyi izliyor musunuz? E. Turgut: Devrimci Solcuları yanlış tanıtan bir dizi bu... Hapishane dışındaki ilişkileri rezalet... Bizim hiçbir militanın yurtdışına kaçmak gibi bir derdi olmadı. Örgütlü bir eleman, bireysel eylem yapmaz. Kan davası gütmez, sınıf mücadelesini sürdürür. Gerçeklikten uzak bir dizi... Objektif yanı ise Metris’in bir direniş odağı olduğuna dair söyledikleriydi. G Cumhuriyet gazetesinin parasız pazar ekidir. Yerel süreli yayın. ([email protected]) C M Y B C MY B İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Yayın Yönetmeni: Ayşe Yıldırım Görsel Yönetmen: Aynur Çolak Sorumlu Müdür: Miyase İlknur Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2 34381 Şişli/İstanbul (0212) 343 72 74 (20 hat) Reklam Genel Müdürü: Özlem Ayden Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Pal Reklam Koordinatörleri: Hakan Çankaya / Neşe Yazıcı Rezervasyon Yönetmeni: Onur Tunalı (0212) 251 98 74/ 75 / 343 72 74 (554555) Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri / Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt / İstanbul
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle