Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
6 PAZAR YAZILARI 20 ARALIK 2009 / SAYI 1239 EGOYU SEVMİYORUM Bir dizi bitiyor, yoksunuz. Diğer bir dizi başlayınca yeniden gündeme geliyorsunuz. Çabuk tüketildiğinizi düşünüyor musunuz? Kalıcı olmak çok mümkün değil. Dizilerde günlük mutluluklar var. Bir anda bir insanın ya da bir ev halkının gündemine oturuyorsunuz. Sonra bir anda çıkıyorsunuz, ta ki bir sonraki haftaya kadar. Yakışıklı olmak ya da jön olmak beklentileri yüksek tutuyor mu? Ego yüksekse sıkıntı var demektir. Sürekli gündemde kalmak için saçma şeyler yaparsınız. Doğal bir hayatın varsa, mantıklıysan, gelgitlere alışıksan, “kimse aramayabilir, iş gelmeyebilir” bunları kaldırabiliyorsan, şöhret olduğu gibi olmadığının da farkında olup aralarda yaşayabiliyorsan zaten mutlu bir adam olursun. Ben hep ön planda olayım, herkes peşimde koşsun dersen, kompleksle başlayan ve egonun tavan yaptığı bir adam olursun. Siz hangi tarafa daha yakınsınız? Egoyu sevmiyorum, yüksek olmasını da istemiyorum. Üzerime çok gelindiğinde çok utanıyorum. Oyunculukta bir yere gelebildiysem, bu benim yeteneğimle alakalı değil. Çünkü çok iddialı değilim. İnsanlar beni doğal buldukları için bir noktaya koydular. Görebiliyorum; Türkiye’de çok çok yetenekli oyuncular var. Yerimi biliyorum. Benim oyunum bir yere kadar. Oyunculuğum henüz, orta yaşlarında. G Berfin’in parmakları ADNAN BİNYAZAR erlin’in ağır bulutlu bir sabahında bir yerlerden “Sarı Gelin” ezgisini duymak... Hem de 11 yaşındaki Berfin Aksu’nun kemanından... O zaman sıla özlemi yalnız kokusuyla değil, sesiyle de içinizi sarıyor. “Sarı Gelin”i ilk, halk ezgilerinin yetenekli yönetmeni Zafer Gündoğdu’nun evinde Arif Sağ’dan dinlemiştim. O gece sevda yeli Arif Sağ’ın yürek tarlalarında esmişti. “Sarı Gelin”, söylencesel güzelliklerin acı yüklü türküsüdür: “Erzurum çarşı Pazar / İçinde bir kız gezer / Elinde divit kalem / Katlime ferman yazar”. Bu türkünün, Erzurum dolaylarında yaşanan bir sevda öyküsünden doğduğu söylenir. Yoksul bir delikanlı, Kıpçak beyinin sarışın kızını kaçırır. Yoksul kim oluyor da bey kızı kaçırıyor! Beyin adamları, ardına düştükleri delikanlıyı ıssız bir yerde kıstırıp öldürüyorlar. Öykünün yaygın olanında ise, “Kerem ile Aslı” gibi, karayağız bir Türk genciyle sarışın Ermeni kızın sevdası anlatılıyor. Ah, Berfin’in kemanından dinlemiş olsaydınız “Sarı Gelin”i!.. Sanki acı sevdaların kanı damlıyordu tellere, Berfin’in incecik parmaklarından... O anda Kıpçak kim, Erzurum neresi, Ermeni ne, sarışınlık, esmerlik neyin nesi; sevdanın ne milliyeti, ne cinsiyeti, ne ırkı, ne dini, ne mezhebi; güzelliğin tapınç yeri, Berfin’in parmak uçlarıydı: “Palandöken yüce dağ / Altı, mor sümbüllü bağ / Seni vermem yâdlara / Nice ki bu canım sağ”. Müzik, sevdanın güzellikler esintisidir; Berfin 11 yaşında İtalya’da aldığı ödülle, güzelliği yaratıcılığın evrensel dağlarında estirdi. B *** Güzelduyudan yoksun bağırtkanlıkların müzik sayıldığı bir ülkede, yaratıcı gerçeklik Berfin’in parmaklarında aranmadıkça, yapılanların tümü sanatsallıktan uzak kalacaktır. Kültür adına iş yapanlar, iki kişi arasında iğrençliğe dönüşen “çıkma”ları, uydurma “flört”leri, ağza alınamayacak sözlerle çöken “birliktelik”leri değil, Berfin’lerin güzellik üreten yaratılarını görmelidirler. Sunay Akın’ın şiirle, ezgiyle, coşkuyla, erdemle bezediği atv’deki “Yaşamdan Dakikalar”ının dışında nerde duyabilirdiniz Berfin’in “Sarı Gelin”ini?.. Kurban Bayramı’nın 3. günü. Masanın sağ başında Hıncal Uluç. Berfin’i dinlerken gözünden akan yaş değil, güzellik ışıması. Ortada Nebil Özgentürk. Yüzünde allı morlu duygu uçuşmaları. Yanındaki Haşmet Babaoğlu’nun aklı derinlerde, biraz sonra söyleyeceğini düşünüyor: “Bayram âdeti sürüyor, ama kurban âdabı sürmüyor.” Masanın sol başındaki, Sunay Akın, sunucu. Elinde Ahmet Özer’in Taşlıtarla kitabı. Özer’den şiirler okurken, dilinde coşku fışkırmaları. Uluç, “Taşlıtarla, gecekondu kültürünün merkezidir,” diyor, halkın bulduğu bu yerleşimin erdemlerini sıralıyor. Fikret Otyam’la Filiz Otyam’ın sergisinden görüntülere mi yer verilmiyor, Musa Kart’ın “İstanbul’u Dinliyorum” çizgi filmine mi, gencecik fotoğraf sanatçılarının sergilerine mi?.. Ahmet Özhan, Zeki Müren’den söylüyor: “Kıskanırım seni ben kendi gözümden bile...” “Yaşamdan Dakikalar”, magazin gevezelikleri değil; düşüncelerin üretildiği, duygulanmaların yaşandığı sanat, görgü, bilgi şöleni... Bu işi yaptıklarını sananlar, diliyle, duruşuyla Sunay Akın’dan sunum incelikleri öğrenseler ne iyi ederler... G binyazar@gmail.com Burak Hakkı, Maskeli Balo dizisindeki gazeteci Mehmet karakteriyle yeniden ekranlarda. Mankenliği ve modelliği bırakıp oyunculukla yoluna devam eden Hakkı’nın derdi elinden gelenin en iyisini yapabilmek. Hırslarından arınmış, farkındalığın iradesine güveniyor. Sistemin kirleticiliğine inat sürdürülebilir mutluluğun peşinden gitmekten vazgeçmiyor. ZUHAL AYTOLUN çok henüz iki yaşında bile olmayan oğlu Rüzgâr’ın sorularıyla boğuşuyor. “Baba ben kimim? Rüzgâr’sın oğlum. Tamam, ama ben kimim?” diyaloğuna günlerce kafa yorabiliyor. Çocuk saflığını becerebildiği kadar koruyabilme derdinde: “Çocuğunla, kaldıkça saf olmaya çalışıyorsun. Sistem bizi kirletiyor, sis gibi çöküyor üzerimize hayat. Bir bebek kadar saf olabilmemizi isterdim.” Hırsları yok, hayal ettiği tek şey mutlu olmak ve bu mutluluğu sürdürebilmek. Maskeli Balo ile yeniden ekranlardasınız. Biraz diziden söz eder misiniz? Dizide bir milletvekilinin çevirdiği dümenler, ihaledeki yolsuzluklar, devletin güçlerini kullanarak kendisine ve çevresine maddi kazanç ile güç sağlaması anlatılıyor. Bunun peşinde koşan bir muhabir ile milletvekilinin yurtdışında siyaset bilimi okumuş ve ülkesinin geleceği için çalışmak isteyen kızı da üçgenin diğer tarafları. Siyasi içerikli bir dizi mi? Siyaset var içinde. Ama daha çok gündemi işliyor. Değişen toplumdaki sosyal ve kültürel değerleri de eleştiriyor. 20 yıl önceki manevi değerlerimizden neler kaldı geriye. Şimdi nelere önem veriyoruz? Para için insanlar ne kadar da çabuk harcanabiliyor artık. Diğer yandan bir tarafta savaş patlarken, diğer tarafta bir genç yeni çıkacak bir cep telefonu modeliyle ilgileniyor. Dizinin içeriği sizin de hassas olduğunuz konularla örtüşüyor mu? Çok fazla örtüşüyor. Çünkü gördüğümüz olaylarla keyifsiz bir hayat yaşıyoruz. İktidarda, milletvekillerinde, sözcülerinde hep maskeler görüyorum. Sahte sahte gülen adamları, yalan yalan bağıran bir muhalefeti görüyorum. Güçlü görünmeye çalışan, elbiseler giyen, maskeler takan adamlara bakıyorum. Öyle siyasetçi istemiyorum ki. Peki ya bu durumun toplumsal yansıması? Toplum ne yazık ki tepkisiz. Koyun gibi birbirimize bakıyoruz. “Kısmet değilmiş, buna da şükür” diyen insanlarız. Hele de maddi durumumuz kısıldığı zaman her şeye mahkum B urak Hakkı, Maskeli Balo dizisiyle yeniden ekranlarda. İdealist gazeteci Mehmet karakterini canlandırıyor. Dizinin onda özel bir yeri var çünkü kendisinin de hassas olduğu noktalara değiniyor senaryo. Belki de pek çok röportajından farklı olarak, gerek siyasi gerekse toplumsal konularda samimiyetle içini dökmesi de bundan. Rahat ve doğal; konuşurken duvar örmüyor, kendini kanıtlama derdine düşmüyor. Modelliği bırakıp oyunculuk yolunda kariyer yapan Hakkı, çok da iddialı değil. Kendini geliştirmeye, hep bir adım ileriye taşımaya çalışıyor. Oyunculuğunun gelişim evresi için “ortalarındayım” diyor. Özgüveni tam, iddiasızlığı da farkındalıktan geliyor. Sorularımız bazen onu düşündürse de, o en BU ÜLKEDE MUTSUZUM Ekonometri bölümü mezunusunuz. Farklı bir kariyer yapmayı düşünmediniz mi? Fazla duygusal hareket etmiyorum. Ama yüksek lisansımı tamamlamayı isterdim. Tamamlasaydım ve bu işi yapsaydım da Türkiye’de kalmazdım. Şimdi ise tercihlerimden çok memnunum. 10 yıl sonra nerede görüyorsunuz kendinizi? Oyunculukla devam ediyorum. Ama sanırım yurtdışına gideceğim; böyle giderse... Türkiye’de kalamayacak kadar mutsuz musunuz? Tabii canım. Bu olay sadece siyasi değil. İnsanların güvenliği yok. Farkında değil misiniz? 30 yıl önce bu kadar hırsız bir toplum muyduk? İnsanların parası olmadığı için hırsızlık yapmaya başlıyor. Dosyası kapanmadan dışarı çıkıyor. G oluyoruz. Zaten eğitim düzeyimiz çok düşük. İnsanların çok şey bilmesine gerek yok düşüncesiyle yürüyen bir sistem var önümüzde. Bazen haber bile seyretmiyorum. Sahte suratlar görmekten sıkıldım artık. Her yer yapmacıklıklar ve yalanlarla dolu. İzlemeyip uzak durmak değil de, kendi gerçekliğinizi korumak adına ne yapıyorsunuz? Sorumluluk hissediyor musunuz? Tabii ki. Doğumunuzdan itibaren bir yerlere geliyorsunuz ve bakıyorsunuz ki bir şeyler bozulmuş. Son 5 yıldır yabancı bir ülkeye gelmiş gibiyim. Eskiden gelişmeye adaydık, şimdi azgelişmiş bir ülkeyiz; böyle hissediyorum. Bu duruma ayak uydurmamak için ne yazık ki kapalı bir hayat yaşıyorum. Fazla dışarı çıkmıyorum, fazla konuşmak istemiyorum. Mutsuzum.G BİRBİRİNİ ANLAYAN BİR ÇİFTİZ Bir bebek kadar saf olabilseydim Herkes evliliğinizi konuşuyor. Nedir bunun sırrı? İki insan birbirini dinliyor ve düşüncelerine saygı gösteriyorsa sorun olmuyor. Eşimle o kadar çok fikir ayrılığı yaşıyoruz, yaşam tarzlarımız ve hobilerimiz o kadar farklı ki. Eşimle konuşsanız o da aynısını söyler. İşin sırrı sevgi ve saygı temelinde birbirini dinleyebilmek ve anlayabilmek. Zaten benzer insanlar olsak belki de sıkılırdık. Size garip gelmiyor mu hep mükemmel evli çift olarak işaret edilmek ve hep evliliğinizin sorulması? Garip gelmez mi? Çok tuhaf. Bir yandan da sebebini tahmin edebiliyorum. Biz dışarı çıksak, görülsek, göz önünde olsak büyü bozulur. Çok fazla dışarı çıkan insanlar değiliz. Evimizde çocuğumuzla, arkadaşlarımızla beraberiz. Bir yere gidecek olsak Etiler’deki mekânlara değil, Kadıköy’deki barlara gidiyoruz. Dolayısıyla uzun zamandır haber alınamadığı için de ideal, mükemmel çift olarak yorumlanıyoruz. Gerçi sorunumuz da yok. Bu bir yük mü? Böyle bir delilik olabilir mi? Biz Türkiye’nin Brad Pitt ve Angelina Jolie’siyiz diyebilir miyiz? Biz Türkiye’nin en iyi çiftiyiz diyebilir miyiz? Bu yakıştırma ayıp geliyor bana. Birbirini anlayan bir çiftiz. Kümelerimiz var. Birbirimizin farklı zevklerine saygı duyuyoruz. G C M Y B C MY B