26 Haziran 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

20 ARALIK 2009 / SAYI 1239 5 PAZAR SÖYLEŞİLERİ RASİH NURİ İLERİ Yaşamak için yazmak gerek... asih Nuri İleri, Doğan Apartmanı’ndaki dairesinde karşılıyor bizi, sehpasında elinden yeni bıraktığı, açık bir kitap. Duvarları dayısı Abidin Dino ve onun için arkadaş, bizim için adları ve ünlü resimleriyle tanıdığımız pek çok ressamın tablolarıyla dolu. Kapalı kapıların ardındaki odalar, boydan boya kütüphanelerle kaplı. Zaman zaman anlattıklarının belgesini göstermek için açıyor kapıları. Onun üretme gücünü diri tutan da bu kitaplar, belgeler. “Aslında bir nesil meselesi bu” diyor, “Yazmam gereken birçok şey var. Belgeleri sadece bende olan birçok konu var ve onları tespit edebilecek sadece ben varım. Böyle olunca yazmak gerekiyor. Gerçi artık pek kitap okunmuyor”. Kurucusu ve mütevelli heyeti üyesi olduğu Sosyal Araştırma Vakfı’ndan (SAV) son iki senede sekiz kitabı çıkmış İleri’nin. Başka yayın evinden çıkan kitapları da var, çünkü SAV’dan çıkan kitapları için bir para almıyor, ancak geçinmek için kazanmak da şart. 89 yaşında, ama şu an ikiüç kitap üzerinde çalışıyor. “Birinci Türkiye İşçi Partisi’nin tarihini 23 cilt olarak çıkartacağım” diyor. Yanıtlarken, araya anekdotlar, fıkralar serpiştirmeyi seviyor İleri. Bu kitabı yazmasını sağlayacak Baku’dan ATAOL BEHRAMOĞLU zerbaycan Yazarlar Birliği’nin (onlar Yazıcılar Birliği diyor) 75. kuruluş yılını kutlama törenlerinin konuğu olarak Baku’dayım. Baku’ya ilk gelişim değil. Azerbaycan’ın başkentine ilk kez 1970’li yılların başlarında, o sırada üniversitede Rus edebiyatı konusunda bir çalışma yaptığım Moskov’dan gelmiştim. Bu kente 70’lerde en az bir kez daha geldiğimi biliyorum. Yıllar geçtikçe anılar karışıyor, silikleşiyor. Sadece izlenimler kalıyor. İlk ziyaretimin unutulamayacak anılarından biri, uçağımız Baku havaalanına inmekteyken, yanımdaki koltukta oturan Azeri yolcunun “samolyot düşür...”, yani “uçak düşüyor...” demesiydi... Azeriler o sırada uçak için, Rusça’dan aldıkları (kendi ve uçmak sözcüklerinden yapılmış) “samolyot” sözcüğünü kullanıyorlardı. Şimdi bizim gibi uçak diyorlar. “Düşmek” fiilinin Azeri Türkçesinde “inmek” anlamında kullanıldığını ise neyse ki biliyordum... Azerbaycan’a bu ilk yolculuğumda şiir biçiminde tuttuğum notlarımın ilki buna ilişkindir: R arşiviyle ilgili de bir hikâyesi var... TİP’in genel sekreteri olduğundan belgelerin ikinci nüshasını saklamak, bütün genel kurul zabıtlarını tutmak ona düşüyor. O da bir vasiyet yazarak, bütün arşivini TİP’e hibe ediyor. Ancak 12 Mart’ta TİP’in bütün belgeleri devlet tarafından yakılıyor. İkinci bir vasiyet yazıyor, bu sefer talihli DİSK. Derken, İleri’nin deyimiyle 12 Eylül’le “DİSK’in de canına okunuyor”. “Şimdi düşünüyorum” diyor, “acaba bir vasiyet daha yazıp bu sefer de AKP’ye mi hibe etsem arşivimi, belki o da kapanır”. İleri’ye göre şimdiye kadarki en iyi eseri, 69’da basılan “Atatürk ve Komünizm”. Kitap üç dört sene önce tekrar basılmış, ancak piyasada kalmamış. Geri dönüp bakınca, gördüğü değişim onu ürkütüyor. Çünkü okullarda din dersinin olmadığı, onun yerine sosyoloji dersinde Marksizm’e dair okumaların yapıldığı dönemleri hatırlatıyor. “Şeriatçılık ve feodal düzen nedeniyle Türkiye’de demokrasi olamıyor” diyor. En çok da eğitim alanında kötüye gittiğimizi düşünüyor. “Hem bilgi yok, hem bildikleri yanlış” diyor, “Torunum bir üniversitede ders vermeye başladı. Öğrenciler Darwin’in kim olduğunu bilmiyormuş. Hatta biri A fasulye üzerine araştırmalar yapmış, demiş. İnanılacak gibi değil”. Bunlara sinirleniyor, üzülüyor. Onu en çok üzenlerden biri de, SSCB’nin son günlerine, bir yok oluşa tanık olması. Yaşadıklarına dair bir pişmanlığı yok İleri’nin, ama “Enayiliğim var” diyerek bir ekleme yapmadan da duramıyor, “Ben politikacı olamazmışım”. Aman politikacı olmayı, politik olmakla karıştırmayın. Çünkü ona göre Rasih Nuri İleri’yi olduğu kişi yapan, sol. “Bana solla nasıl tanıştın diye soruyorlar. Bizim Yüzbaşı Abdülkadir yani Vedat Türkali ‘bizim nesil komünist partisini arıyordu’ diye yazar. Benim için öyle bir şey söz konusu değil, çünkü komünist partisinin içindeydim, ailece içindeydik”. Bunca araştırmaya, kitaba rağmen kıymetinin bilinmediğini düşünüyor İleri. Yine de şikâyeti yok, o üretmek dışında yaşama şekli bilmiyor çünkü, ancak elinde çok belge olduğu bilindiğinden komik bir hal alan isteklerden bıkmış, “Olmayacak şeyler soruyorlar. Sanki her bilgi, belge bendeymiş gibi” diyor. G “Uçak şimdi düşüyor” Dedi yanımdaki... Düşmenin bilmesem İnmek olduğunu Azerice’de; Her halde o saat Yüreğime inerdi... O ilk yolculuğumda bir de Natevan anıtından etkilenmiştim... Yazarlar Birliği’nin 75. kuruluş yılı anısına hazırladığı “Odlar Yurdu Azerbaycan” adlı tanıtım kitapçığında, ünlü yazar ve Birliğin başkanı Anar, Hurşit Banu Natevan`dan “latif şiirler yazan, ince resimler yapan” bir sanatçı olarak söz ediyor. 19. yüzyılda yaşamış bu kadın sataçının Baku’nun ortalarında bir yerdeki zarif anıtıyla karşılaşmak beni etkilemiş, Baku izlenimlerinden birinde de buna ilişkin dile getirmiştim: HALET ÇAMBEL Dolu dizgin yuvarlanıyoruz Hâlâ üretmeye devam ediyorsunuz, üretim gücünüzü ne diri tutuyor? Çalışmak... Şu an bir şey üzerinde çalışıyor musunuz? Yayın, şantiye idaresi. Neredeyse bir asra tanıklık yaptınız. Baktığınızda nasıl bir değişim görüyorsunuz? Dolu dizgin, baş aşağı, uçuruma doğru, yuvarlanıyoruz. Bugüne dair sizi en çok ne şaşırtıyor? Artık hiçbir şey şaşırtmıyor. Tam ortasında bir kentin Bir kadın şairin anıtı varsa Ve çocuk elleri Akıllı alnıyla Dünya güzeliyse Bu kadın; Sırf onun şerefine bir gün Körkütük sarhoş olmaz da Ne yaparsın... Körkütük sarhoş olup olmadığımı anımsamıyorum ama, Natevan anıtı bana yine de bu birkaç dizeyi yazdırmıştı... Baku’ya ayak bastığımız ilk günün akşamı, genç ve yetenekli Azeri şair Selim Babullaoglu ve Türkiye’den birlikte geldiğimiz Enver Ercan’la, Baku’nun ortasındaki (yakınında Natevan anıtının da bulunduğu) Fevvareler (Fıskıyeler) Alanı’ndan geçtik... Burada büyük Azeri klasiği Nizami Gencevi adına kurulmuş görkemli Edebiyat Müzesi, Azerbaycan’ın geçmiş yüzyıllardan ve çağdaş klasik yazar ve şairlerinin ışıklandırılmış portreleriyle çepeçevre donatılmış. Portrelerden her birinin altında da o yazar ve şaire ait birkaç dize ya da cümle yer alıyor. 19. yy. sonlarıyla 20. yy. başlarında yaşamış şair Abbas Sehhat’in iki dizesi özellikle ilgimi çekti: AYDIN BOYSAN Yeniden doğsam, aynısını yaşarım Çocukluğumda bana öğretilenler, durmadan çalışma dersi, hâlâ üretmemi sağlıyor. İlkokulda bir öğretmenim vardı, ötekilere ders olsun diye sınıfta ilk beni döverdi. Annemdi o öğretmen. Çok da iyi etmiş. Tembellik etme korkusu bana bütün ömrümce ölçüsüz çalışma hırsı verdi. Hâlâ da öyle. Mimar olarak planladığım yapıları bir araya getirseniz 200 futbol sahasını doldurur. İlk kitabım çıktığında 63 yaşındaydım, şimdi 88’imdeyim ve 36 kitabım var. Mimar olmak bir hevesti benim için. Hiçbir zaman pişman olmadım, çünkü bu bir yaratma mesleğiydi. Yaratmaya düşkün olduğum için 61 yaşımdan sonra gazetede yazmaya, 63’ten sonra da kitap yazmaya başladım. Programımda durmak diye bir şey yok, ölene kadar... Şu an üzerinde çalıştığım birkaç kitap var. Yazdığım iyi kitaplar var, ama hâlâ yazmaya devam ediyorum, o yüzden en iyisi hangisi olacak henüz bilemiyorum. Bugün ayakta kalmış ne görüyorsak Cumhuriyet’in ilk 15 yılındaki hızlı ve sürekli devrimler sayesinde. Ancak beni en büyük üzüntüye sokan demokrasinin dolandırıcılığa dönüşmüş olması. 38’den sonra hayran olduğum hiçbir iş yok Türkiye’de. Kıymet bilinme diye bir amaç peşinde koşmadım ben. İster bilsinler ister bilmesinler. Benim tek peşinde koştuğum şey kendime hesap verebilmekti... Bir daha dünyaya gelmek istemem, ancak bir daha dünyaya gelmeye mahkum edilirsem, kendi hayatımda ne yaptıysam hepsini baştan aşağıya, yanlışlarım, kötü işlerim de dahil bir daha yaparım. Bir tane şeyi bile değiştirmem. İyi şeyleri isterim de kötülerini istemem beleşçiliği olmaz. Hayatımla ilgili hiç pişmanlık duymuyorum ama düpedüz mutlu da değilim. Çünkü insanlığın da ülkemin de içinde bulunduğu hal bana keyif vermiyor. G “Vatanını sevmeyen insan olmaz Olsa da o insanda vicdan olmaz” Sözünü ettiğim bu portrelerin tam karşısında, yaklaşık elli metre ötedeki bir alanın ortasında Nizami Gencevi’nin büyük anıtı yükseliyor... Böylece Azerbaycan’ın yazarları, şairleri, Baku’lu için edebiyat kitaplarının sayfalarında tozlanıp unutulmaya bırakılmış adlar değil, onların günlük yaşamlarının içinde yer alan kişilikler... Baku’ya her gelişimde bu kentin hızla modernleştiğini görüyorum... Fakat kendilerine ait olanı, ait olduklarını, özetle de “vatan” duygusunu hiçbir zaman yitirmeksizin... Bu beni bu kardeş ülke adına sevindirirken, kendi ülkemizde yitirmiş ve yitirmeye devam ettiklerimizi düşündürerek üzüyor... Bu düşüncelerimi 15 Aralık Salı günü düzenlenen “Sınırsız söz” başlıklı konferansın açılışında yaptığım konuşmamda da dile getirdim... G [email protected] C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle