Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
20 ARALIK 2009 / SAYI 1239 3 Merhamet... Yardım kuruluşlarının ağzına sakız olmuş, içeriği kaybettirilmiş bu kelime aslında insanlık için yapılabileceklerin itici gücü. “Merhamet Melankolisi” sergisi bizi yeniden merhamet üzerine düşünmeye çağırıyor. Başkaları için üzülmeyi başarırsak, daha iyi bir dünya da inşa edebiliriz. PAZARIN PENCERESİNDEN Danıştay’ın arkasından dolanmak SELÇUK EREZ okak adlarını bizim kadar sık değiştiren var mıdır? Haldun Taner, “Gözlerimi Kaparım, Vazifemi Yaparım” oyununda bu özelliğimizi iyi yansıtır. Sokak adları, iktidara göre değiştirilir: Hürriyet’in ilanında adı 10 Temmuz olan sokak, Birinci Harpte Liman von Sanders, Sevr’e doğru Damat Ferit Paşa, sonra Cumhuriyet, daha sonra da 14 Mayıs Sokağı olur. Değişen nedir? Sadece adı; yoksa o sokaklar yeni adlarıyla aynı usdışı uygulamalara, aynı hakhukuk çiğnemelerine sahne olmaz mı, yine üçkâğıtçılara, hırsızlara geçit vermez mi? Hatırlarsınız, Abanoz Sokağı, Beyoğlu’nun genelev sokağıydı, sonra adını “Halas”a çevirdik; çok mu saygınlaştı? Hacıhüsrev mahallesini de İstiklal yaptık; bu mahalleyi polis yine basmıyor mu, kesici, delici aletler, uyuşturucu bulmuyor mu? Ad değiştirince birçok şeyin değiştiğini sanan safdillerimiz bol. Böyle olmasa İktidar, her yeni marifetine “reform” der miydi? Bizi kuşa çeviren bu reformlar, yeryüzünün hangi uygar ülkesinde reform olarak adlandırılır? İsim değiştirerek sadece kendimizi, seçmenimizi değil, Tanrıyı da kandırmaya kalkmıyor muyuz? Köylerimizde çocukları ölmüş çiftler yeniden bebekleri olduğunda adına Satılmış der, çocuğu başkasına, mesela amcasına güya satar, böylece kendilerine çocuk vermeyecek Tanrının, bu çocuğu, o günahkâr çifte değil de amcaya ait olduğunu sanıp esirgeyeceğine inanırlar. Gözlerimi kaparım, Abanoz Sokağı ve Hacıhüsrev nerden geldi aklımıza? YÖK Başkanı’nın açıklamalarını duyduğumuzda anımsadık: YÖK imam hatip mezunlarını, üniversiteye genel üniversite bitirenlerin katsayısıyla almaya karar vermişti. Danıştay’da bunun yürütmesi durdurulunca ve buna itiraz kabul edilmeyince YÖK Başkanı Özcan Bey “Gerekirse hukuku dolanırız” dedi. Sonra da imam hatip liselerinin genel liselere dönüşebileceklerini, buna karşılık ilk ve orta öğretime ciddi din dersleri getirebileceklerini, Kuran, namaz, hadisler gibi İslam’ın temel prensiplerinin orada öğretilebileceğini de söyledi. Amaç, imam hatip mezunlarına sadece ilahiyata değil bütün fakültelere girme imkânlarının sağlanmasıydı; imam doktor, imam avukat, imam mühendis isteniyordu. Yani? Tasarlanan, imam liselerinin adlarını değiştirmek, ama aslında buralarda da, genel liselerde de imam hatip programı uygulamaktır. Bu ne biçim takıyyedir? Siz her şeyden önce liselere hukuku dolanmaya kalkmanın, hatta bundan bahsetmenin dahi ayıp olduğunun, sonra şunun bunun adını değiştirip elâleme yutturmaya çalışmanın da hiçbir dinin kurallarıyla bağdaşmadığının anlatılacağı dersler koydurtsanıza! G S Müge Akçakoca’nın çalışması. Merhamet melankolisi ESRA AÇIKGÖZ D ünya hızla dönüyor, insanlık da bu hıza yetişme savaşında. Her savaşta yitirilenler olması da kaçınılmaz. Peki biz neleri mi yitirdik? Liste uzun, ama başa merhameti almak da yarar var. Çünkü başkasının acısını hissedebilme yeteneğini yeniden kazanırsak dünyayı değiştirme gücünü de kendimizde buluruz. Siemens Sanat’taki “Merhamet Melankolisi” sergisi tam da bunu düşünmeye itiyor. Müge Akçakoca, Andrey Bakx, Burak Bedenlier, Petrit Halilaj ve Şükran Mertcan farklı tarzdaki eserleriyle merhametle yeniden tanıştırıyor bizi. Biz de serginin küratörleri Mürteza Fidan ve T. Melih Görgün ile sergi ve merhamet üzerine konuştuk. Merhamet, özellikle de son yıllarda çok ihtiyacımız olan ancak unutulmuş duygulardan biri. Merhamet üzerine bir sergi oluşturma fikri nereden çıktı? Mürteza Fidan: Biz sergilerimizi güncel sorunsallar üzerinden oluşturuyor, sosyallikteki değişimleri irdeleyerek konseptler geliştiriyoruz. Özellikle son yıllarda İstanbul’daki yoğun hareketlilik, kentin aşırı büyümesi, hayatın bu kadar dinamik ve hızlı olması, eskisi gibi İstanbul’un yurt edinilmesi yerine bir geçiş alanına dönüşmesi üyelerin yere ve şeylere bağlanmasını engelliyor. Mekânlar insanlar için nötrleşmeye başladı, yani hiçbir duyarlılığa dayalı bağ geliştirilemiyor. Bu, bir tür serbestlik ya da bağlanmama durumu, bireyin diğer bireye karşı duyarsızlığını da geliştiren bir şey. Bütün bunlar aslında küreselleşmenin de bir tür yansıması. Küreselleşmede de insan imgeler gibi dolaşım halinde, dolayısıyla imgelerin ve insanın dolaşım halinde olduğu bir dünyada insan hem hiçbir şeye yabancı değil, hem de hiçbir şey insana tanıdık değil. Böylesine kopuk bir sosyallik içinde insanlar arasında belli mekanizmalara ihtiyaç var. Bu mekanizmaların ne olabileceğini, bunu sanatın programatiği haline nasıl getirebiliriz diye düşündüğümüzde merhametle karşılaştık. Bir başkası için üzülebilirseniz onu seversiniz. Dolayısıyla bir başkası için üzülmek bir başkası için yapılacak şeylerin temel motivasyon kaynağı. Şükran Mertcan’ın çalışması. M. Fidan: Tabii ki... Hatta bunun üzerinden olumluya varacak politikalar geliştirilmeli. Bu sergilerin amacı da o zaten. Belki böylece merhameti sadece acıklı fotoğraflar gördüğümüzde hatırlamayız... M. Görgün: Bu görüntüler küreselleşme sorunsalının bir sonucu, çünkü bu görsellikler olmadığında düzeye hitap edemiyorsunuz. Evet, ama bu görseller çok kullanıldığında da gerçek anlamda insanlara hitap edemiyorsunuz. Öyle ki Irak Savaşı’nı izlerken yemek yiyen bir insanlıktan bahsediyoruz artık. M. Görgün: Evet, bütün bunlar bir reklam kampanyası sistemi. Son 20 yıldan beri merhamet değil, “acıtasyon” üzerinden hareket ediliyor. İçeriği kaybettiğinizde sadece şekil karşınıza çıkıyor, bu da tehlikeli bir şey. MESAFEYİ ORTADAN KALDIRIN İnsanlar sergiden nasıl çıksınlar istiyorsunuz? M. Görgün: Bu sergiye gelirken zaten bunun ne olduğunu keşfetmek için geleceklerdir, bundan sonraki değişim tamamen onlara ait. Biz sadece bunun olumlu olmasını arzu ediyoruz. M. Fidan: Bedenler arasındaki mesafenin daraltılması, ortadan kaldırılabilmesi, dokunmaya cesaret etmek ya da dokunma krizinden kurtulabilmek önemli... İnsanlar birbirlerine dokundukları andan itibaren artık vazgeçemezler. Birine dokunursanız artık o sizden biridir. O mesafeyi kaldıracak bir şefkate erişebilmeliyiz. M. Görgün: Burak Bedenlier’in sergideki işi tam da buna işaret ediyor. Sergideki imajlarını koparıp alabiliyorsunuz, izleyiciyi esere dokundurtuyor. M. Fidan: Aslında işlerin hiçbirinde biriciklik yok. Kendine müstakil alan açan ve izleyiciyle mesafe oluşturan işler yok. Günlük hayatın içerisinde, mevcut olabilecek basit ilişkileri, hareketleri, mekân mekanizmalarını gösteriyorlar bize. M. Görgün: Petrit Halilaj’ın düzenlemesinde olduğu gibi, son derece sıradan, her tarafta, evinizde dahi uygulayabileceğiniz bir düzenleme ile karşı karşıya kalıyorsunuz, onu alıp götürme isteği uyandırıyor. Çünkü o sizin bildiğiniz bir şey, yani sanatçı da sizin söylediğiniz şeyi söylüyor, bu kadar yakın. Belki de, sergi “başka türlü bir şekilde görmeye çalışabiliriz”in daha özel bir önermesini içeriyor. G Burak Bedenlier’in çalışması. MERHAMETİ HATIRLAMAK Merhameti melankoliyle birleştirmenizin nedeni de bu mu? M. Fidan: Merhametin vurgusunu güçlendirmek için melankoli ile birleştirdik. Bir başkasını düşünmek, bir başkası için hissetmek ama sadece bir imaj varlığı olarak geliştirmek değil, bunu derinleştirerek hissetmek gerekiyor. Ortaçağ’da Dr. De Mondeville, bedeni var eden organlardan biri bir travmaya uğradığı zaman diğer organların bütün kanlarını ve sularını o organa göndererek, onu iyileştirmeye çalıştıklarını ortaya koymuştur. Yani diğer organlar yaralı organa merhamet duyuyor. Buna senkrom kavramı deniyor. Biz de bu merhamet tepkisi, mekanizması bedenler arasında da düşünülebilir dedik. Bir toplumda ya da cemaatte herhangi biri travmaya maruz kaldığında diğerlerinin onu iyileştirmek için olanaklarını kullanması, onu iyileştirmeye çabalaması, bunu tefekküre dayalı yani maddi karşılığı olmadan, kendiliğinden yapması mümkün. Tam bu noktaya melankoli dedik, çünkü bu, bugünün sosyalliği içerisinde normal bir davranış biçimi olarak algılanmaz. Bir psikiyatr böyle bir davranışı irdelediği zaman patolojik bir durum görür, melankolik olduğunu söyler. Bir anlamıyla geriye dönerek ileriye doğru bir adım atma çabası bu sergi. Peki sergi için nasıl bir hazırlık yapıldı? M. Görgün: Ön araştırmalarda önce konunun kavramsal çerçevesini çizdik, sonra da ona uygun sanatçıları belirledik. Burada önemli olan sunulan yapıtın kendi içindeki fikri, duygusu, ne sunduğu ve öngörüsü. Savaşlar, ekonomik krizler, derinleşen yoksulluk, artan işsizlik... Merhamet bizi kurtarabilir mi? M. Görgün: Kurtarıcılıktan ziyade, duyguların insana yakışır bir şekilde, insani şartlar dahilinde kalması için bu çok gerekli, çünkü şu anda son derece zıt kutuplar arasında gidip geliyor duygular. Bir bakıyorsunuz son derece insani olduğunu düşündüğünüz bir grup, hiç ummadığınız bir vahşet gerçekleştiriyor. O yüzden de merhamet burada dengeleyici bir katalizör olarak işin içine girebilir. M. Fidan: Bir kez daha tekrarlayacağım, sevebilmek bir başkası için üzülmeye hazır olmayı gerektirir. Bu olmadan neyi koyarsanız koyun olmaz. Sistemler kurarsınız, sistemler yıkarsınız, ancak kökeninde bu yoksa, zihniyet bu değilse hiçbiri işe yaramaz. Çünkü o sistemleri çalıştıracak, onları var edecek insanların sosyalliklerini oluşturan temel duygu merhamettir. Oysa günümüzde merhamet en çok da hayır kuruluşlarının kullandıkları bir sözcük. Bu yönüyle, merhametle politik çözüm taleplerinin üzerine bir perde örtülüyor. Merhameti yeniden politik kavramlar içine almak gerekmez mi? erezs@superonline.com Cumhuriyet gazetesinin parasız pazar ekidir. Yerel süreli yayın. (cumdergi@cumhuriyet.com.tr) C M Y B C MY B İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Yayın Yönetmeni: Ayşe Yıldırım Görsel Yönetmen: Aynur Çolak Sorumlu Müdür: Miyase İlknur Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2 34381 Şişli/İstanbul (0212) 343 72 74 (20 hat) Reklam Genel Müdürü: Özlem Ayden Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Pal Reklam Koordinatörleri: Hakan Çankaya / Neşe Yazıcı Rezervasyon Yönetmeni: Onur Tunalı (0212) 251 98 74/ 75 / 343 72 74 (554555) Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri / Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt / İstanbul