Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
8 KASIM 2009 / SAYI 1233 7 DÜNYALI YAZILAR Bir bellek egzersizi ALİ DENİZ USLU Hareket Atölyesi Topluluğu “aHHval” isimli oyunlarıyla sezonu açıyor. “aHHval” Türkiye tarihini sivil perspektiften, beden dilini kullanarak yeniden yazıyor ve okuyor. Yaşanmışlıkları referans alıp kolektif hafızaya sorular soruyor. Oyuncuları yaşları 25 ile 70 yaş arasında değişen on kadın. Hepsi belleklerindeki soruların peşinden gidiyor. Seyirciye de kendi gerçeğiyle Hareket Atölyesi’nin oyuncuları yaşananları unutturmak istemiyor. Fotoğraf: Vedat Arık Bir soru... ZÜLAL KALKANDELEN H areket Atölyesi Topluluğu; son çalışmaları “aHHval” ile 10111214 ve 15 Kasım’da Garajistanbul’da sezonu açıyor. “aHHval” bir hareket tiyatrosu çalışması. Oyuncuları kadın, farklı yaşlardan ve birikimlerden gelen kadınlardan oluşan sıra dışı bir topluluk bu. Yaş aralıkları 25 ile 70 arasında değişiyor. Neredeyse 10 yıldır bir aradalar. “aHHval” özel bir oyun. Çünkü Türkiye tarihini sivil perspektiften, beden dilini kullanarak yeniden yazıyor ve okuyor. Kişisel hafızalardan, yaşanmışlıklardan kolektif hafızaya sorular soruyor. Dans ve metin bir arada. Metaforlar da çok. Hareket Atölyesi’nin kurucusu Zeynep Günsur bundan on yıl önce gazeteye bir ilan verdiğini anlatıyor. Her yaştan, her meslekten kadınlar ona başvurunca da zamanla bu katılımcılardan çekirdek bir ekip ile Hareket Atölyesi’ni bu günlere kadar taşıdıklarını söylüyor. Onun için tüm çalışmalar öncelikle bedenlerin kendi içsel tarihi ve hafızasına dayanıyor; yani zihinsel açıklık, fiziksel yetkinlikten önce geliyor. Atölye’nin bir diğer amacı; katılan herkes için farklı yaratıcı alanlar oluşturabilme niyeti. Günsur atölyenin ilk çalışmasını da anlatıyor; “ilk projemiz Ülke / Yolculuk / Hafıza adını taşıyordu. İç coğrafyalara yolculuk durumu ile uğraşan, belgesel ve kurgunun birlikte kullanıldığı bir sahne çalışmasıydı. Belgesel anlatım ile kurgusal anlatım iç içeydi. TCDD, Doğu Expresi görevlileri veya Kars’ta yaşayan biri, sahnedeki oyunculara katılır veya sahne kurgusu içinde yer alanlar gerçek halleriyle filmde belirirdi.” İ yüzleşmek kalıyor. GEÇMİŞLE YÜZLEŞMEK Günsur, herkesin yaratıcı enerjisi ve kişiliği ile oyunda varolmasını hedeflediklerini, bu hedef için de çok çalıştıklarını söylüyor. Üretimleri bu yüzden kolektif. 25 ile 70 yaş arasındaki kadınların hayat deneyimlerinin de oyunu çok farklı yönlendirdiği ve zenginleştirdiği açık. Yani bu kaotik durum aslında onlar için büyük avantaj. Çünkü bireysel yaşanmışlıklar birbirine çarpıştırılıyor. Aralarında diş hekimi de var, mimar da, sosyoloji mezunu da... Hareket Atölyesi oyuncuları seyircinin zihninde bıraktıklarıyla ilgileniyor. Günsur “Elbette” diyor, “sonuçta seyredenin hafızasında ne kaldığı önemli. Oyunda Tanıl Bora’nın Türkiye’nin Linç Rejimi isimli kitabından bir bölüm var mesela. Sonra Halide Edip Adıvar, Tezer Özgü ve Nilgün Marmara... Hepsinin çok güçlü duruşları olduğunu düşünüyorum. Politik metinlerde kişisel politikleri kadınlar, sıradan politikleri erkeklerin ağzından verdik. Özellikle bir kadın duruşu yaratma derdimiz olmadı. Linç rejimini anlatırken pembe elbiseli genç güzel bir kadının ağzından bir masalla başlıyoruz. İki kadın onu kurdelelerle çevirirken pembe bir yığına çeviriyor. Yani metaforları ve karşıtlıkları kullanıyoruz. Gerisi de seyircinin algı olasılıklarına kalıyor.” Hareket Atölyesi “bu ülkede hiçbir şey göründüğü gibi değil” mesajını verirken buralı olmakla kurdukları ilişkiyi keskin yargılardan kaçarak anlatıyor. Ama oyuncular taraflarını seçmişler. Bedensel ifadeye önem verirken de kalıplara mesafeliler. Tabii bu ekibi bir arada tutmak zor olmalı. Herkesin mesleği farklı, çalışma saatlerini ayarlamakta zorlanmaları kaçınılmaz, yaş farkı da önemli. Zira süreç ve bu iyi niyetli ortaklık onları bir arada tutmaya yetiyor. Hem bu ortaklık bir derdi anlatmanın ihtiyacından doğmuş. Sibel Günsur, Zeynep Günsur’un annesi. Emekli bir öğretim üyesi. Kızıyla birlikte atölyede çalışıyor. Hikâyeyi bir de o anlatıyor: “Önce istemedim, amatördüm ki ben! Herkes kendi bedeniyle ne yapabilirse onu yaptı. 25 ile 70 yaş arasındaki fark büyük. Ama nasıl da güzel anlaştık. Hem ben gençlerle çalışmaktan, bu yaşta bedenimi keşfetmekten çok mutluyum. Yıllarca ben öğrettim gençlere, şimdi onlar bana öğretiyor ve tavsiyeler veriyor. Bu da çok önemli.” 29 yaşındaki Ece Ulutan da ekipte. Dansçı, bale öğretmenliği yapıyor. “İç enerjilerin yaşla ilgisi yok. Biz hayatı kullanıyoruz. Çok tanımlanabilir bir şey değil bu. Burada yakaladığımız zamansızlık çok özel. Hem bedenin unuttuklarını zihinle geri getirmenin keyfini yaşıyoruz” diyor. Leyla Okan ise iki yıl önce katılmış ekibe, plastik sanatlar kökenli bir sanatçı. Yani alanı içinde beden ve alan teması yoğun. Tasarıları da böyle. Okan, “Bedeninizi kullanmaya başlayınca bedenin dışında oluşturduğunuz işler de çok hissedilir oluyor. Bakmakla görmek arasındaki fark anlamlaşıyor. Buradaki yaratım süreci de kişisel birikimlerden çıkıyor, bu da demokratik bir şey” diyor, “Burada bir şeye takılmıyorsunuz, bir şeye dahil oluyorsunuz. Hem kolektif hem de özgür olabiliyorsunuz. Hissedilir olan da bu.” G http://www.garajistanbul.org/ “3. Evren”, içinde büyük çelişkiler taşıyan karakterlerin zıtlıklarla çarpışmalarını ironik bir dille yansıtıyor “3. EVREN” kapılarını açıyor... V e Diğer Şeyler Topluluğu geçtiğimiz sezon ilgi gören “3. Evren” adlı tiyatro oyununu, yeni sezonda da sanatseverlerle buluşturuyor. Topluluğun alışılmışın dışında bir sahneleme tekniğiyle sunduğu oyun, yeniden GalataPerform’da. “Ve Diğer Şeyler Topluluğu”; “3. Evren” adlı tiyatro oyununu karşılıklı iki alana yerleştirilen seyircilerin ortasında sergilerken oyunda video aracılığıyla görüntüleme tekniklerinden de yararlanıyor. Oyun sırasında kullanılan video, sahnede yer alan özel perdeler aracılığıyla mekân belirleyici olarak kullanılırken aynı zamanda oyuncularla interaktif bir ilişki kuruyor. Aslında “nonplace” olan (hiçbir yerde geçen) oyun; imajlar aracılığıyla oyun boyunca yeniden yaratılıyor. Kültür Bakanlığı’nın desteğiyle sahnelenen “3. Evren”de; geçtiğimiz sezon olduğu gibi bu sezon da, Batur Belirdi ve Ayşe Burcu Eren ile birlikte Altın Portakal En İyi yönetmenliğini üstlendiği “3. Evren” adlı oyun; her Cumartesi saat 15.30 ve 20.30’da GalataPerform’da izlenebilir. “Ve Diğer Şeyler Topluluğu” 2001 yılında oyun yazarı, yönetmen ve oyuncu Yeşim Özsoy Gülan tarafından kurulmuş olan ve sahnede yeni metin, sahne teknolojileri ve disiplinler arasılık konularına odaklanan bir tiyatro topluluğu. 2001’den beri, Gülan’ın yazıp yönettiği “Oyun Alaturka”, “Sene 2084”, “EvKakofonik bir Oyun”, “Aksak İstanbul Hikâyeleri”, “Playback”, “Son Dünya”, “Noter” adlı oyunlar, yurtiçi ve yurtdışında pek çok mekânda, topluluk tarafından sahnelendi. Topluluğun bugüne kadar aldığı ödüller arasında 2005 ve 2007 Lions Halk Jürisi Yenilikçi Tiyatro Ödülü (“Aksak İstanbul Hikâyeleri” ve “Son Dünya” adlı oyunlarla) ve Afife Tiyatro Ödülleri 2006 Cevat Fehmi Başkut En İyi Yerli Oyun Yazarı (“Aksak İstanbul Hikâyeleri” adlı oyun ile) sayılabilir. G ki gün sonra 10 Kasım. Atatürk’ün ölümünün 71. yılı... Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşı olarak, elbette ben de bu ülkenin kurucu liderine minnet duygularıyla doluyum. Ama bu yıl içim biraz daha buruk... Çünkü ülkenin durumu beni endişelendiriyor. Kendi geleceğim adına da, bu topraklarda yaşayan bütün kadınlar adına da, halk adına da... Fazla karamsar olmamaya çalışıyorum; ama son sekiz yıldır bu ülkede yaşananların bizi getirdiği nokta belli... Ne yazık ki, Türkiye’de laik demokratik rejimin yaşamsal sorunlarla boğuştuğu günler yaşıyoruz... Neler oluyor? Laiklik tartışmaya açılıyor; “pasif laiklik” adı altında bu kavramın içi boşaltılmaya çalışılıyor... Yüksek siyaset, dincilik ve bölücülük sorunlarıyla uğraşırken, halk yoksulluk ve işsizlikle pençeleşiyor... Avrupa Birliği projesi gerilerken, Başbakan, İran’da İslami bir marka ve model haline geliyor... Amerika’yı mesken tutan cemaat lideri, uzaktan kumanda aletiyle, medyayı, yargıyı, eğitimi biçimlendiriyor... Yargının tarafsızlığı iyice tartışmalı hale gelirken, muhalif yazarlar, gazeteciler, bilim adamları aylarca hapiste tutuluyor... Küreselleşmenin yönlendirdiği dünya siyasetindeki yeri Amerika’nın Ortadoğu’daki kolu olarak belirlenen iktidar, emperyalizmin taleplerini yerine getirmek için seferber olurken, ülkenin komşuluk ilişkileri zedeleniyor... YÖK güdümündeki üniversitelerde bilimsel özerklik yok olurken, dinci kadrolaşma tırmanıyor... Kendisinden farklı olana tahammül edemeyen insanların tek sesli ülkesi olma yolunda hızla ilerliyor Türkiye... Toplum muhafazakârlaşıyor; kadınlar, gençler, eşcinseller ve farklı inançta olanlar için çember giderek daralıyor... Ve bütün bunlar olurken, adaletsizliğe karşı derin bir sessizlik hüküm sürüyor... En korkutucu olanı da bu... Göz göre göre birileri, hukuk ilkelerini eğip bükerek sevmediklerini cezalandırıyor ya da eski hesapların rövanşını alıyor... Bir kısım medya, gazetecilik etiğini ayaklar altına alıp linç kampanyaları sürdürüyor. Birisi işine geldiği için bir haberi ön plana çıkarırken, diğeri görmezden geliyor. Köşelerde süren savaşlar, halkı gazetelerden soğutuyor. Medya artık, gerçeğin aktarıldığı bir araç olmaktan çıkıp, saptırılmış bilgilerin üretildiği platforma dönüşüyor... Böyle bir ortamda çevremdeki gençlere bakıyorum, tepkilerini ölçmeye çalışıyorum. Bütün bu olanları dert edinen fazla değil... Çoğu hâlâ bir şekilde bu ülkeden ayrılıp, kendine başka diyarlarda gelecek kurma sevdasında... Eğitimsizlik ve ekonomik bağımlılık kadınları büyük ölçüde sindirmiş. Her dört kadından birisi koca dayağını haklı buluyor! Eğitimli ve aklı başında olanlar ise, erkek egemen kültürün baskısı altında var olma mücadelesi veriyor... *** Bu tespitleri üzüntüyle yazıyorum... 71 yılda geleceğimiz yer bu muydu? Düz bir teknokrat mantığıyla, “Türkiye, dünyada en büyük 17. ekonomi. Şu kadar yol, bu kadar baraj yapıldı, hastaneler, okullar vs. açıldı” diyebilirsiniz. Ya eğitimde, sosyal paylaşımda, birlikte yaşama kültüründe, toplumsal katılımda, adalette nereye geldik? Ben bu noktada özellikle şu soruya yanıt arıyorum: Atatürk, 1919’da iktidar yargı ilişkilerini açıklarken, “Her halde dünyada bir hak vardır. Ve o hak kuvvetin üstündedir” demişti. Bu ilke, 2009 Türkiyesi’nde geçerli midir? Buna inanarak “Evet” yanıtı verebiliyor musunuz? Bugün Atatürk’ü şükranla anarken vatandaşlara bunu soruyorum. Çünkü bir toplumun çağdaş uygarlık seviyesi, maddi gelişmenin yanı sıra ve hatta ondan önce, buna verilecek yanıtla belirlenir... G www.zulalkalkandelen.com / kzulal@yahoo.com Kadın Oyuncu ödülüne sahip Tülin Özen rol alıyor. Üç karakter, “Üçüncü Evren’in Umudu” adında farklı bir süpermarkette karşılaşırlar. Her gün uyku saatinden evvel uykuyla uyanıklık arasındaki bir saat 21 dakika boyunca açık olan bu sürreal markette, “3. Evren”e çıkışlarını sağlayacak olan bir kapıyı aramaktadırlar. Her biri kendi içinde büyük çelişkiler taşıyan bu değişik karakterler ürün rafları, indirim kuponları ve gündelik telaşlar arasında, umulmadık zamanlarda aslında yanı başımızda olan bambaşka bir evrenin varlığının peşindedirler. Burası “3. Evren”dir. Bir zamanlar çarşaflı olan ama şimdilerde göbek dansçısı olarak çalışan Aylin, çok zengin ama aşırı derecede çevreci Serine ve eski komünist yeni kapitalist Devrim, Türkiye’nin zıtlıklar içinde var olan çelişkili ama bir o kadar da canlı yapısını temsil etmektedirler. Sonuna ulaşmaya çalıştıkları bir yarış gibi ilerleyen kısıtlı zamanları içinde, aslında her birine ütopyalarını temsil eden üçüncü evreni bulmak için uğraşırlar. Yeşim Özsoy Gülan’ın yazdığı ve C M Y B C MY B