22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

12 8 KASIM 2009 / SAYI 1233 Hâlâ şarkı söylemek istiyor Scarlett Johansson, Tom Waits’in şarkılarını yorumlamayı denediği ilk albümden pek ders almamış. Ama yeni albümde yerinin daha bir farkında. Pete Yorn’un yoldaşlığında hazırladığı “Break Up” çok daha dinlenebilir. DEVRİM EGE Johansson bu albümü, Yorn’un teklifi üzerine yaptığını söylüyor. Yorn da onun sesinin dumanlı ve gizemli olduğunu dile getiriyor. “Break Up” albümündeki şarkılar İnternet’ten dinlenebiliyor. (http://www.thebreakupalbum.com) İşin kötü tarafı “Relator” isimli çıkış parçası kulağa hiç fena gelmiyor. Albümde Yorn’a ait sekiz kayıt var. Bir de Big Star’ın kurucularından Chris Bell’in “I Am The Cosmos” yorumu. “Break Up”ın 60’larda Serge Gainsbourg’un Brigitte Bardot ile kaydettiği albümleri anımsatması da cabası. Zaten ona da bir saygı ve minnet bu albüm. Yorn ile Johansson arasında ise Gainsbourg ve Bardot gibi bir aşk olmadığı aşikâr. Johansson da durumu bir röportajında, “Bu albümü, birbirlerine tıpkı Serge ve Brigitte gibi âşık ve şarkıyı dinleyene ilişkilerindeki kan ve gözyaşını hissettirecek bir çift yapmalıydı. Ama biz yaptık” diyordu. O yuncu Scarlett Johansson şakayla karışık ilk albümünü yaptığında çok ciddiye alınmadı. Belki de sert eleştirilmemesinin nedeni buydu. Tom Waits şarkılarını eleştirmenlere göre orta karar hatta vasat, bana göre epey kötü yorumlamıştı. Albümün adı belki hatırlarsınız “Anywhere I Lay My Head”ti. Dinlenmekten çok izlenilen ve seyredilen Johansson için her şey yolundaydı. Ama Tom Waits senin ne haddine demek geliyordu insanın içinden. Neden mi? Gary Graff’ın Waits’in sesi için tarifi yeterli gibi; “bir fıçı burbonda ıslatıldıktan sonra beş ay tütsülenmiş ve ardından da bir arabanın altında çiğnenmiş gibi.” Waits’in şarkılarındaki yap boz hikâyelerini onun yerle bir ettiğini söylemek de mümkün. Johansson şimdi ikinci albümü “Break Up”la dinleyicisiyle ya da izleyicisiyle yeniden buluştu. Albümde Pete Yorn’un imzası var. Bu adam ciddi bir müzisyen. O zaman bu albüme biraz kulak kabartmakta fayda var. KONSERLER YAKIN Müzik sevdasının başlangıcı da 2006’da Bob Dylan’ın, hemen ardında Justin Timberlake’in kliplerinde oynamasına dayanıyor. Bununla yetinemeyeceği açıktı. Zira sahnede önde olmak, başrölü kimseye kaptırmamak önemlidir. O da yoluna devam etti. Ne de olsa güzel ve seksiydi. Sesin ve ahengin ne önemi var? Scarlett Johansson “Break Up” albümünde 60’lı ve 70’li yıllarda geziniyor. Peki, biz onu nasıl tanıdık? Danimarka asıllı Amerikalı Johansson 1998 yapımı “Atlara Fısıldayan Adam” filmiyle beyazperdeye merhaba dedi. “Ghost World”, “Lost in Translation” ve “İnci Küpeli Kız”la iyi bir çıkış yakaladı. “Lost in Translation” ona Venedik Film Festivali’nde En İyi Aktris ödülünü getirdi. BAFTA’yı da “Lost in Translation”la aldı. Ewan McGregor ile bir Michael Bay filmi “The Island”da son derece yetersizken Woody Allen’ın “Match Point” filmiyle Altın Küre’ye En İyi Yardımcı Aktris dalında aday gösterildi. Johansson çok genç. 1984 New York doğumlu. Babası mimar, dedesi Ejner Johansson senaryo yazarı ve yönetmen. Annesi de yapımcı. Kardeşi Vanessa Johansson’da bir aktrist. Bir de ikiz kardeşi var. Ama onun şov dünyasıyla henüz bir ilişkisi yok. Bu kadına erkekler kadar kadınların ilgisi de çok. Erkekler onun resimlerini duvarlarına asarken, kadınlar da ona benzemenin peşine düşüyor. Ama biliyoruz ki suretler aslını güçlendiriyor. Bu arada kazananlar estetik uzmanları. ABD’li tanınmış estetik uzmanı Garth Fisher kendisine gelen pek çok kadının Scarlett Johansson’a benzemek talebinde bulunduklarını söylemişti. Pek şaşırtıcı değil. Şöhret severlerin davranışlarının sınırı yok, hepsi birer fanatikler. Mesela Johansson’ın nezleyken burnunu sildiği mendile bir İnternet sitesinde 5000 dolar verenler bile var. Bu gelir bir vakfa aktarıldı ama paranın nasıl geldiği düşündürücü. Johansson, Hollywood’un tanınmış, popüler ve dişilikle pazarlanan yıldızı olunca ona gelen teklifler arttı. Pek çok kadın markası onun “seksiliğini” umarsızca reklamlarına taşıdı. Elbette her arz talebini yaratır. Herkesin keyif yerinde, yani yola devam, durmak yok! Bu kadar tatsız ve eleştirel yorumun ardından biraz da iyi yanlarına bakalım. Çünkü hakkını vermemek nankörlük. Johansson’ın sesi yeni çalışmasında buğulu ve hafif kırık, belki biraz kadınsı. Caza da fena gitmiyor gibi. Üstünde ne kadar oynandı bilemiyoruz ama konserlerde ve canlı kayıtlarda her şey ortada olacak. İkili buna hazırlandığına göre güvenleri tam. Kim bilir belki de bizim organizatörler onlardaki cevheri fark edip yüksek bilet fiyatlarıyla onları izleme imkânı sunarlar bize. Neden olmasın? G U2 neden şimdi? ALİ DENİZ USLU İrlanda’nın gururu, rock müziğin en popüler efsanesi U2 Türkiye’ye geliyor. Neredeyse bir yıl sonra, hem de görülmemiş bir organizasyonla. Biletler bu hafta satışa çıktı. Belki de bitti. U2 iyi müzik yapan, oyunun kurallarını bilen bir rock grubu. Siyasal ve politik tartışmalara inat Türkiye’ye gelmesi bu yüzden şaşırtıcı değil. söylediklerimin hiçbiri U2’nun müzikal başarısıyla ilgili değil. Bu adamlar cidden iyi müzik yapıyorlar, buna dil uzatmak mı, hâşâ! Biz onlarla büyüdük, belki 40 şarkısını dua gibi bilirim. Ama yine de dünyanın en büyük müzik pazarlama şirketi Live Nation işbirliği ile gelip, paket halinde sunulan bir U2’ya mesafeliyim. E vet, U2 geliyor. Görülmemiş bir organizasyonla, tam bir yıl önceden başlayan reklam ve pazarlama stratejileriyle... Hani şu çok söylenen Türkiye’deki insan hakları ihlalleri yüzünden gelmiyorlar durumu ise palavra. Zira Türkiye’de değişen bir şey yok ama parayı veren düdüğü çalar. Hem İrlandalı grubun solistinin politik manevralarındaki balans ayarı çoğu zaman samimiyetsizlikle örtüşüyor. Dost, düşman pek çok kişi bu konuda hemfikir. Bana sorarsanız U2 çok iyi müzik yapan bir rock grubundan fazlası değil. Ne bir sivil toplum kuruluşu ne de dünyayı değiştirmek ya da kötülüklerden kurtarmak isteyen bir ekipler. Elbette Bono’nun Afrika’da yapmaya çalıştıkları, AIDS ile mücadele için harcadığı emeğin hakkını yememek lazım. Uluslararası Af Örgütü, ONE’ı da bunun dışında bırakmayalım. 1999’dan beri Bono, üçüncü dünya ülkelerinin borçlarının silinmesi ve özellikle Afrika’daki AIDS sorunu için başlatılan kampanyaların hemen hepsine destek verdi. George W. Bush ve Kanada Başbakanı Paul Martin ile görüştü, Beyaz Saray’ı ziyaret etti! Tam üç kez de Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterildi. Yine aynı Bono ve grubun üyeleri daha az vergi verebilmek için hesabı bile tutulamayan şirketleri ve her şeylerini İrlanda’dan Amsterdam’a taşıdılar. Yazılacak çok şey var ama derdimiz onların bir yıl sonra İstanbul’a gelecek olmaları. Yazı niye mi şimdi peki? Çünkü biletler şimdiden satılmaya başlandı. Bu Türkiye’de bir ilk. Yazıyı okuduğunuzda bilet kalmamış olması umuluyor. Malum, konser Atatürk Olimpiyat Stadı’nda yapılacak. Bu da nereden baksanız 100 bin kişi demek. Asgari ücrete kadar dayanan bilet fiyatları da cabası. Ben, inattan mı bilmiyorum, ne basın toplantılarına ne de tanıtımla ilgili duyurulara kulak astım. Çünkü çok sevdiğiniz bir işi de yapıyor olsanız pazar, ticaret ve kültür sanatın bir araya geldiği işin rengi gözüme hoş görünmüyor. Baksanıza, hem şu ana kadar GÖZLÜK KİME GİDECEK? Bir barış elçisi olarak daldan dala konan Bono’nun tüm dünya liderleri ile görüşüp, onlara kendi gözlüğünü armağan etmesi de merakımı cezbediyor. Geldiğinde Başbakan Erdoğan’a mı, yoksa Abdullah Gül’e mi daha çok yakışır bu gözlük merak ediyorum. Bir de o gözlükten gördüklerinden farklı neyi görebilirler acaba? Hem bir tatsız bir ayrıntı daha: Bu konser çok ciddi bir maliyete sahip. Öyle bildiğimiz gibi değil, milyon dolarlarla ifade ediliyor. Peki, bu para nasıl karşılanıyor? Para, İstanbul Kültür Başkenti bütçesinden destekleniyor. Hani kültür başkenti olarak “hissedilir” kültür atılımları tamamlandı ya, şimdi bir tek dev konserle son nokta konuyor. Ne diyelim? Haydi hayırlısı... U2’nun 360° turnesinin Avrupa ayağı 10 Ağustos 2010’da Almanya’nın Frankfurt şehrinde başlıyor. Turne, Hannover’in ardından Danimarka, Finlandiya, Rusya ve Avusturya’daki konserlerle devam ediyor. 3 Eylül’deki Atina konserinden sonra da İstanbul’a geliyor. Turnenin sonraki durakları Almanya, Fransa, İspanya ve Portekiz. Gerçekten etkileyici bir tur bu. İşin prodüksiyon kısmı da muazzam. Dedik ya U2 bu büyük, hatta çok büyük bir görsel şölen vaat ediyor. 360° turnesi bir mühendislik harikası. Dinleyiciler tüm sahneyi tam açıyla görebiliyor. Neredeyse kör nokta yok. Yani her bilet hakkını ödüyor. Dev bir silindir video sistemi ile birbirine bağlanmış LED paneller ve onlarca metre yüksekliğiyle sahne etrafında dönen metal köprü sistemi görülmeye değer. Bu sahnenin ön çalışması ve kurulması da günler alıyor. Öyle ki tüm alet edevat yaklaşık 120 TIR’la taşınıyor. Satışları 140 milyonu aşan onlarca albüm, dile kolay 22 Grammy Ödülü ve yüz binleri, belki de milyonları ağırlayan dev konserler... Şaka değil. Uzun lafın kısası günahıyla sevabıyla U2 önümüzdeki eylül İstanbul tarihinin en kalabalık ve gösterişli konserini vermeye hazırlanıyor. Ha, bu süreçte Türkiye’deki siyasal ve politik mevsim nasıl değişir bilemeyiz ama onların buna göre hareket etmeyeceklerini söyleyebiliriz. G C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle