Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
6 PAZAR YAZILARI 1 KASIM 2009 / SAYI 1232 Denemenin Sorgulayan Gücü ADNAN BİNYAZAR min Özdemir’in, Türk ve dünya yazınından seçtiği denemelerin yer aldığı Denemenin Sorgulayan Gücü, yeni eklemelerle, Bilgi Yayınevi’nce yeniden yayımlandı. Özdemir, sunumunda, denemeyi, “yazarın düşüncelerini söyleşme havası içinde işlediği yazı türü” diye tanımlıyor. Denemenin, son yıllarda çağdaş romanı etkilediğine bakılırsa, bu türün yayılma alanı gün geçtikçe genişliyor. Bu, okurun, olay anlatımında düşünsellik aradığını gösterir. Denemeyi “sorgulayıcı bir güç” sayan Özdemir, gerçekte bizi onun en öz, en doğru tanımına götürüyor. Çünkü deneme yazarı bilgi verme kaygısı duymaz, düşünceye düşünce ulayarak, okuru o ana değin algılayamadığı başkalıklar ortamına, Baudelaire’in deyimiyle, kişide “yeni ürpertiler” yaratan duygu dünyalarına sokar. Okurda sorgulama gereksinimi yaratan da, bu “başkalıklar dünyası” değil midir? Özdemir’in ince eleyip sık dokuyarak kitaba koyduğu denemeler en çok da bu yönden değer taşıyor. Bunda, Özdemir’in sağlam metin bilgisinden gelen iyi seçiciliğinin etkisi de düşünülmelidir. Montaigne’den Aslı Erdoğan’a uzayan metinlerin sorgulayıcı yanını öne çıkarmak için, bir iki yazıdan örnek vermek istiyorum. Ama ona geçmeden, denemecinin, kendi iç dünyasında olup bitenlere bakışına değinmek gerekecektir. Açık gözle bakılan hiçbir nesne aynı açıdan görülemez. Milimetrenin milyonda biri de olsa, açıda bir sapma olacaktır. Denemecinin bakış açısı, böylesine ince ayrıntılar üzerine kuruludur. Bu bağlamda, deneme yazarı, ne aynı şeyi düşünür, ne aynı şeyi yazar. Denemecinin asıl gücü ise, dilinin geniş çağrışımlı biçeminde belirginleşir. Akşit Göktürk, Özdemir’in sunuş yazısında, Montaigne’le Bacon’ın söylem ve düşünce dünyalarını karşılaştırarak bu konuya değiniyor: “Bacon’ın denemelerindeki anlatımda, Montaigne’in kendine dönük, görünüşte gelişigüzel, söyleşici sesinden daha çok, kişisel olmayan, özlü, betimci, nesnel bir ses göze çarpar. Bacon’ın çabası, Montaigne gibi kendi benliğini anlamak değil, değişik alanlardan edinmiş olduğu gözlemlerle deneylere dayanarak insanoğlunun yaşamına uygulanabilecek ona yararlı olabilecek bir bilgelik ortaya koymaktır.” Denemenin piri Montaigne’dir. Türü “deneme” diye adlandıran da odur. İlk örneği ondan verelim: “Bir gün yaşadıysanız, her şeyi görmüş sayılırsınız. Bir gün bütün günlerin eşidir. Başka bir gündüz, başka bir gece yok ki... Atalarımızın gördüğü, torunlarımızın göreceği hep bu güneş, bu ay, bu yıldızlar, bu düzendir.” Montaigne, burada tartışılmaz bir gerçeği dile getiriyor. Ama biz bunun böyle olduğunu belki de ilk düşünüyoruz... İçimizde sorgulama başlatan ise, Montaigne’in o güne değin düşünmediğimiz kendine özgü bakış açısıdır. Joseph Addison, kadında saç konusunu irdelerken, “... saç tuvaleti yapılmadan önce bir cüce gibi görünen kadın, saçını yaptırdıktan sonra bir dev gibi uzun boylu olurmuş,” diyor. Büyük olasılıkla kadında saçı bugüne değin kimse böyle algılamadı... Belli ki, Addison, beynin iç düzeneğindeki sorgulama isteğine bu algılamasıyla devinim kazandırıyor.. Okuyun Denemenin Sorgulayan Gücü’nü, en azından denemelerden birinde, kendinizi bir sorgulama sürecinden geçirme gereğini duyacaksınız... G binyazar@gmail.com Reyting arttıkça dil ve toplum vicdanı eriyor Sevim Gözay, “3. Köprü” programıyla sorunlara bir çıkış yolu arıyor. Kaynağından alıp iki yakayı bir araya getirerek, olaylara her yönüyle bakmaya çalışıyor. Gözay’ın asıl dikkat çekmek istediği nokta televizyon programcılığının can çekişiyor olması. Çareyi sosyokültürel yapıyı geliştirici ve toplum geneline ulaşacak programlar hakkında kota uygulanmasında buluyor. ZUHAL AYTOLUN E S evim Gözay, Habertürk Tv’de yayımlanan “3. Köprü” programı ile günümüzde yaşanan güncel olayları taraflarıyla tartışmaya ve sorgulamaya açarak bir nevi köprü işlevi görüyor. Tabii ki “3. Köprü”ye de göndermesi var. Gözay’ın takipçileri hatta yandaşları hiç de az değil. Çeşitli sitelerde, forumlarda hakkında olumlu olumsuz pek çok yorum görmek mümkün. Seveni sevmeyeni bir kenara koyarsak, aslında oldukça konuşulan programcılardan. Bunlarla ilgilenmiyor Gözay, tek derdi yaptığı işin hakkını verebilmek. “Beceremiyorsan çekip gitmeyi bileceksin” diyecek kadar da özgüvenli. İçinde kalan tek şey var. O da resim. Eskiden, diyerek başlıyor anlatmaya resimle ilgili konuşurken, “Eskiden çok iyi resim yapardım. Bunu değerlendirebilmeyi çok isterdim” diyor. Kadıköy İmam Hatip Lisesi’ne gittiği konuşulmaya başlandığında oldukça şaşkınlık yaratmıştı. Hatta bir yazısında da “imam hatipli” olmayı anlatmıştı. Ancak şimdilerde bu konuyu pek de açmak istemiyor. “Bunu konuştuk ve bitti” diyor. Gözay’la yeni sezonda başlayan programından çıktık yola, kanallarda yayımlanan programlara uğradık, kendi yaşamına dokunarak sonlandırdık söyleşimizi. Programınızın adı 3. Köprü. Neden bu ismi tercih ettiniz? 3. Köprü pek çok şeye bir gönderme gibi algılanabilir. Sizin derdiniz neydi? “Köprü” bağlantı ve diyaloğu ifade ediyor. Bir tartışma programı için de pozitif bir ifade. Çıktığı ve vardığı bir yer olduğunu ima ediyor. En tartışılan, en beklenti yaratan köprü de “3. Köprü” olduğundan, hoşumuza gitti bu çağrışım. Magazin dünyası, son yaşananların ardından nasıl kendini sorgulama ve bu işe bir çekidüzen verme arayışına girdiyse, sabah programlarının da zamanı gelecek, vadesi dolacak elbet. Değişim kaçınılmaz. Sizce erkek egemen bir dünya mı medya? Kadınlar en başta cinsiyetleriyle mi bir mücadelenin içine giriyorlar? Ya da günümüzde bu anlamda bir farklılık yaşanıyor mu? Feminizmin doğuşundan beri sürüyor bu mücadele, sürecek de... Fakat bu işin sonunda erkekleri yenip, eve göndermek gerektiğine inanmıyorum. Paylaşmak önemli. Medya, yaratıcılığa en açık alanlardan biri. Bu anlamda da kadına çok fazla yer var. Konu ille de koltuk sevdasıysa... Çok çok isteyen kadınlar onu da alıyor zaten. Toplu halde bütün koltukları ele geçirmemiz gerekmiyor ki. Televizyon programlarında kadınları daha aktif olarak gördüğümüzü söyleyebilir miyiz? Tabii ki. Dizilerde de kadınlar çok aktif. Birçok başarılı dizinin yönetmeni, senaristi kadın. Hem yetenekli hem de işlerine hâkimler. Gelecek için çok önemli bir miras bu. YAPTIĞIN İŞİN HAKKINI VERECEKSİN Hırslı mısınızdır? Kariyerinizde ilerlerken hırslarınızın ağına takıldığınızı hissettiğiniz oldu mu? Hırslı olmakla çalışkanlığın birbirine karıştırıldığını düşünüyorum. Benim hırstan anladığım, işini iyi yapmaya çalışmaktır. Herkes buna mecbur bana göre. Bir iş yapıyorsan hakkını vereceksin. Beceremiyorsan da çekip gitmeyi bileceksin. İşte de, ilişkilerde de buna inanıyorum. Bazen bazı kavramlar kendi içinde mücadeleyi de getirir beraberinde. “Güzel, çekici, seksi olmak”, bazen zor bir sektörün ya da hayatın içinde “kadın olmak”, “tanınmakşöhret”... Bu tür kavramlarla bir derdiniz oldu mu? Öyle bir gecede şöhret filan olmadığım için yabancılaşma yaşamadım. Hoş öyle aman aman bir şöhretim yok zaten. Meraklısı biliyor, tanıyor. Bu çok konforlu bir durum. Seksilik, çekicilik ise bir kadın için parfüm gibidir. Yerine ve duruma göre dozu ayarlamak gerekir. Ben böyle hissediyorum, buna göre davranıyorum. Bildiğim kadarıyla, yönetmenlik tarafınız da var. Sinemadaki duruşunuz nedir? Projeleriniz var mı? Beş sene önce olsa şöyle bir film projem var diye anlatırdım. Çünkü hayallerim var. Beş on yıl sonra yaparım belki, bilmiyorum. PROGRAMCILIK CAN ÇEKİŞİYOR Türkiye’de yayımlanan pek çok program var artık. Her birinin izleyici kitlesi de oluştu. Yapılan televizyon programlarındaki dili ve üslubu nasıl buluyorsunuz? Programcılık can çekişiyor aslında. Kadın, magazin, yemek, hatta kültür sanat programlarına bakın; hepsinin şablonları aynı. Özgün konular hakkında yenilikçi konseptler var mı? Yok. Bu sistem içinde olamaz da. Tematik kanallar ellerinden geldiğince yaşatmaya çalışıyor, yine de bu iş ancak bir devlet politikasıyla düzelir. Sosyokültürel yapıyı geliştirici ve toplum geneline ulaşacak programlar hakkında kota uygulaması yapılmalı. Pozitif ayrımcılığa kültürel anlamda da ihtiyaç var bence. Böyle giderse dilini de, vicdanını da reyting yüzünden kaybedecek bu toplum. Gündüz kuşağındaki programlarda yaşananları görüyoruz. Artık nasıl bir hareketlenme olmalı, bu konuda ne yapılmalı? ÇOCUK İSTİYORUM Peki, ya yazarlık? Gazete devam ediyor ve çok seviyorum yazmayı. Hele de insanlara dokunabilen bir yazının keyfi çok büyük. Kitap projelerim de var, yakın zamanda hayata geçirmeyi planlıyorum. Farklı bir projeyle şaşırtmayı düşünüyor musunuz? Proje demek istemem ama “çocuk” fikri çok cazip geliyor son zamanda. Tren kaçmadan diyorum... Bir de şehirli kadın duruşunuz var. Bu tanımla tarif ediliyorsunuz. Bugüne nasıl bakıyorsunuz? Beş yıl, kentli kadının modern dertlerine kafa yoran Cosmopolis programını yaptım. Program sayesinde edindiğim görüşler de, hislerim de toplumundaki değişime işaret ediyor. Kadının da, erkeğin de, ekonominin de, diğer dengelerin de değişimini yaşıyoruz bugün. Ebeveynler, gençler, çocuklar… Hiç bir şey eskisi gibi değil ve herkesin işi çok zor. Çocuk olmak da, genç olmak da, kadın erkek, anne baba olmak da çok zor bu zamanda. Neler olacağını göreceğiz. G Sevim Gözay: “Medya yaratıcılığa çok açık.” Anne ya da çocuk olmak AYLİN KOTİL ençken ebeveynlerimizin bizi anlayamamasından çok şikâyet etmişizdir. En azından ben ve çevremdeki arkadaşlarım. Hatta anne babalarımızla bir garip mücadeleye bile girmişizdir. Kimimiz boyun eğdik, kimimiz direndik. Kimimiz hata yaptığımızı bizzat deneme yanılma yöntemiyle öğrendik, kimimiz ne kadar doğru olduğumuzu gördük. Tüm bunlar olurken ve bittikten sonra, her zaman direnen çocuğun tarafında oldum ben. Direnen, direnç gösteren. Boyun eğmeyen. Doğru bildiğini dibine kadar savunan. G C M Y B C MY B Ancak ilk kez direnen çocuğun penceresinden bakamıyorum. Bakmaya çalışmak bile istemiyorum. Hem buna çok da güzel kılıflar buluyorum. Bizler bir amaç için direnirdik diye... Kendi oğlumda sudan çıkmış balığa döndüm... Bildiğim bütün yöntemler uygulanamaz oldu. Bana göre aldığı yanlış örnekler onunla beynimde bağdaşmadı. Ve sanırım İstanbul’u da suçladım. Siz bildiğiniz bütün doğruları vermeye çalışsanız da İstanbul içinde öyle çok çeşit barındırıyor ki... Bu çeşitlerden en az bir tanesi sizin vermeye çalıştıklarınızdan daha cazip gelecek. Ve çelişeceksiniz, direnen genci belki de ilk defa desteklemeyeceksiniz. Ya da destekleyemeyeceksiniz. Aynı yollardan farklı amaçlar doğrultusunda ilerlemiş bile olsanız, anlayamayacaksınız. Genç olmak mı daha zorluydu ebeveyn olmak mı karar veremeyeceksiniz. Bilinen kitaplar sabır derken, sabırsızlığın her türünü sergileyeceksiniz. Çünkü hayat sizi hep en zıt yerden vuruyor. Sizinle aynı görüşleri paylaşıp onun mücadelesini verseydi, onun adı ergenlik olmazdı sanırım. Şimdi tek merakım bu sabrın sonunun ne olacağı. Daha birkaç yıl var biliyorum. Kendi doğrularını bulurken belki de canı benimkinden çok acıyacak. Ama bundan alıkoyamayacağım da ortada. Temeller ne kadar sağlam atılmış bu sürenin sonunda belli olacak. Tek bildiğim düşse de hep arkasında olacağım. Tek başına kalkabileceğini de öğretebilmek için... G Aylin@kotil.web.tr